Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Hazırlayanlar: Nilay Yılmaz, Aytül Akal, Mavisel Yener, Çiğdem Gündeş, Mustafa Delioğlu. ÇOCUKGENÇLİK OKUMA Ben Büyüyünce Mavi Olacaktım... Çizginin öte tarafına geçmek... Ë Mavisel YENER S üleyman Akbulut’un Sandalye adlı kitabı, genç okurların ilgisini çekecek nitelikte. Akbulut, engeline karşın “ben varım” diyenlerden; yarı gerçek, yarı düş, bazen de düşle gerçeğin karıştığı ironik ve dramatik bir öykü şeklinde nitelendirdiği yaşamını ilmik ilmik işliyor `Sandalye` adlı kitabında. Süleyman Akbulut, Gazi Üniversitesi Ekonometri Bölümü son sınıf öğrencisiyken arkadaşından ödünç olarak aldığı arabayla kaza yapar ve kitap bu kazayla birlikte başlar. Kitapta kullandığı, “Oturduğum sitenin içinde küçük manevralar yaptıktan sonra yola çıkmış ve gaza sonuna kadar basmıştım,” ifadeleri aslında durumu özetliyor. Aşırı hız yapmıştır. Kaza sonrasında gözünü hastanede açan Akbulut için artık her şey çok geçtir. Bir anlık ihmali, karşıdan gelen arabaya çarpmamak için sert bir direksiyon hamlesi, korkunç kaza ve son durak olan yer: Hastane. Üniversiteyi bitirme hayalleri, en sevdiği arkadaşlarıyla birlikte geçireceği Ankara günleri, sevdiği kız Güner’le evlilik hesapları… Hepsi artık kendisine çok uzaktır. Kazadan sonra hastanede geçen sıkıntılı ve karanlık günler, bir daha yürüyemeyecek olmanın kendisine verdiği o büyük üzüntü hali, çok samimi arkadaşlarının kendisini terk etmesi… Bütün bu olumsuzluklar Süleyman Akbulut’un ruhunda derin yaralar açar ve birçok kez intihar etmeyi düşünür. Bir keresinde her şeyi hesaplar, kararını vermiştir. Yaşamak, nefes alıp vermek, kendisinin ifadesiyle ‘gereksiz bir eşya gibi bir köşeye atılmak’ onu derinden sarsmaktadır. Çareyi ölümde arar; ama bundan son anda vazgeçer. Ailesine, çok yakın birkaç arkadaşına ve kendisi gibi engellilere bir şeyler borçlu olduğunu hisseder, hayata sıkıca tutunmayı dener. Kitabın adının koyuluş öyküsü de çok ilginç. Süleyman Akbulut, kitap yazmak için gerekli çalışmalara başlar. Yapıtı, yavaş yavaş şekillenip bir bütün haline geldikçe Akbulut da giderek kaygılanır. Çünkü kitap bitmek üzeredir ama halen bir başlık bulamamıştır. Yakın bir arkadaşı sayesinde Selim İleri’ye kitaptan bazı bölümler gönderir. İleri, kitabın başlığının ‘Sandalye’ olmasını önerir. Bu öneriyi hiç düşünmeden kabul eder Süleyman Akbulut. Tekerlekli sandalyenin yürüyemeyen birisi için çok büyük anlamlar taşıdığını düşünür. Sandalye, hem mahkumiyeti hem de özgürlüğü simgelemektedir. Mahkumiyeti simgeler, çünkü ona hayatın zorluklarını yaşatır. Aynı zamanda özgürlüğü simgeler, çünkü kazadan sonraki hayatında yeni bir benlik kazanmasını sağlar. Selim İleri’nin isim babalığını yaptığı bu kitapta Süleyman Akbulut toplumun yok saydığı engellilerin iç dünyasını anlatıyor. Aslında toplumda “ötekileştirilmiş” herkesi anlatıyor. Süleyman Akbulut çok iyi bir okur aynı zamanda. Kitapta başka yazarlara ve yapıtlara göndermeler var. Bu, kimi zaman bir kitap adı kimi zaman bir şairin dizeleri, kimi zaman bir romanın konusu olarak karşımıza çıkıyor. Akbulut’un romandan önce deneme yazıları var. Yazdıkları anı türünden otobiyografik romana dönüşünce kendisi de şaşırmış; yazdıkça kurgusal olaylar girmiş kitaba, hayalle gerçek arasında gidip gelmiş. Yazarken kendiyle de hesaplaşmış yazar. Kitabı okurken farkına vardığımız bir yön var, bir engellinin nasıl başardığının ötesinde bir kitap bu. Bir umut öyküsü olsun diye yazılmamış, tüm yoğunluğuyla, tüm acısıyla yazılmış. Örneğin kitabın sonunda, kahraman kurtulur, yaşama tutunur ama okur rahatlamaz. İçe kaçışların duvara dönmelerin yer aldığı bölümler etkileyici; aşk konusunda başarılı bir otopsi var kitapta. Genç okurların ilgisini çekecek bir aşk bu. Akbulut, hastanede iyileştirme sürecindeyken, oraya hemşirelik okulundan staja gelen Melike’ye ilgi duyar. Onunla sohbetlere başlarlar. Bir süre sonra bu arkadaşlık aşka dönüşür. Melike’yi gördüğünde uzun zamandır yaşamadığı bir yürek kıpırtısı hisseder, umut filizlenir içinde. Belden aşağısı felçli biriyle beraber olmak başlangıçta Melike’ye de umut aşılar. İlişkileri gelişerek devam eder, tensel beraberlikleri de başarıyla sürer. Fakat bir süre sonra her şey değişir, Melike bu yükü kaldıramamaya başlar. Bu da ilişkinin sonunu hazırlar. Ancak, burada okurun dikkatini çeken nokta şudur; bu ilişki kahramanımızın kişisel gelişimi açısından çok yararlı olmuştur. Artık bir daha kimseyle aşk yaşayamayacağını düşünürken, bunun mümkün olabileceğini görmüştür. Fakat kalp kırıklığının yepyeni bir aşk bulana kadar süreceği kesindir. Melike dışında başka yan karakterle de tanışıyoruz kitapta. Bunlardan biri Ramazan. Ramazan, Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği’ni kurmak isteyen bir engelli. Bu konuda Süleyman’dan destek istiyor. Başlangıçta Süleyman buna sıcak bakmıyor ama sonrasında derneğin kurulmasına emek harcıyor ve yönetimde görev alıyor. Kitabın en etkileyici karakterlerinden biri de bir üniversitede öğretim görevlisi olan Profesör Affan Bey. Affan Bey, ortopedik engelli olduktan sonra, pek çok sorunla karşılaşmış biri. Taburcu olup üniversitedeki işinin başına dönmek istediğinde, üniversitedeki çalışma arkadaşlarının “emekli ol” baskısıyla karşılaşmış. Oysa o yalnızca bacaklarını kaybetmiş, aklı, zihni, profesörlüğünü devam ettirmek için yeterliymiş. Ders başı yaptığı gün, dekanlığın hizmetine tahsis ettiği hademe, okulun kapısında onu karşılamış, tekerlekli sandalyeyi kapıdan geçireyim derken hoca yüzüstü kapaklanmış çünkü girişte on santimlik bir yükselti varmış. Dert sadece okulun kapısında de ğilmiş, ofisler, sınıflar, anfiler, yemekhane… hiç biri engellilerin kullanmasına olanak vermiyormuş. Hocanın ders vereceği sınıfların birinci katta olması için özen gösterilmesi bile sorun olmuş. Okulun girişine bir rampa yaptırmak büyük mesele haline gelmiş. Bir gün öğrenciler dekanlığa engelliler için tuvalet yapılsın, diye dilekçe verince olanlar olmuş. Dekan, Affan hocayı öğrencileri kışkırtmakla suçlamış. Affan hoca baskılara dayanamayıp emekli olmuş olmasına ama kırgınlıkları asla sağaltılamamış. Kitabın sonunda Affan hocanın şaşırtıcı bir mektubu var, bunu söylemeyelim; okuyanlar öğrensin, üzerinde düşünsün… Yazar, yaşadıklarını anlatırken hayatın iki tarafını da görebilmeyi başarmış. Sağlıklı insanların yaşadığı taraf ve engelli insanların yaşadığı taraf. “Çizginin öte tarafına geçtiğiniz an dehşete kapılıyorsunuz. Toplumda yok sayıldığınızın acı bir şekilde farkına varıyorsunuz,” diyor. Çünkü o doğuştan engelli değil. Engelli olmadan önce engelli arkadaşlarına bakışını da sorgulamış kitapta. Bir de iç dünyasında yaşadıkları var. Kazanın ilk iki yılında geçirdiği sarsıntılar nedeniyle, pek çok şey belleğinden silmiş. Kitabı yazmaya başlayınca her şey zihninde yeniden canlanmış. Dayanılmaz acıları yeniden yaşamak çok yıkıcı bir deneyim olmuş. Yazar şunu savunuyor kitabında: “Engelinizi her zaman yadırgarsınız ve hiçbir zaman kabullenmezsiniz. Ancak engelinizle beraber, ona rağmen mutlu olmayı öğrenirsiniz. Ben yazdıkça engelimle yüzleştim ve ne kadar büyük bir iş başardığımı anladım” diyor. Sağlam insanların algısında engelli olan kişi; başka biri, öteki, diğeri, bir başkası. Önemli olan bu algı sorununu gidermek. Doğan Kitap’tan yayımlanan bu kitabı bir engelli yazmış, diye okumak yazarı ötekileştirmek olur. O nedenle, genç okurların yazarın kimliğinden çok içerikle ilgilenmelerini öneririm. İnsanlar bu kitap sayesinde omurilik felçlileri tanıyabilirler. Onların ne hissettiklerini tüm çıplaklığıyla anlayabilirler. Koşabilen, yürüyebilen, paraşütle atlayabilen bir insanın hayatı boyunca tekerlekli sandalyeyle yaşamak zorunda kalması, hastane odalarının kasvetli havası, çektiği bedensel ve gönül acıları ile engelli vatandaşların sosyal hayatta karşılaştığı bütün sorunlar, ‘Sandalye’ adlı kitabın konularını oluşturmuş. Süleyman Akbulut, kitabın alt başlığına ‘Ben Büyünce… Mavi Olacaktım’ yazmış. ‘Neden mavi?’ sorusunu; “Mavi renk, yaşamdaki güzellikleri, mutluluğu ve tebessümü anlatıyor. Ben büyüyünce mutlu olacağıma inanıyordum; ama tam bu esnada zaman kırıldı ve mavi olamadım…” diye yanıtlıyor. Zihinlerdeki engelleri aşmak belki de en zoru; Sandalye’nin buna yardımcı olacağını düşünüyorum. ? Sandalye Ben Büyüyünce Mavi Olacaktım/ Süleyman Akbulut/ Doğan Kitap/ 428 s./ 2008/ 15+ www.maviselyener.com CUMHURİYET KİTAP SAYI 1024 SAYFA 24