27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Değinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN Erendiz Atasü’den yorum öyküleri U zun soluklu romanlar yazdıktan sonra yeniden öyküye dönmek, Erendiz Atasü’nün eski özlemini yaşatması anlamına mı gelecekti? Erendiz Atasü bir öykü yazarı olarak edebiyata girmişti. Akademi Ödülü’nü kazanan ilk öykü kitabı “Kadınlar da Vardır”; erkek egemen toplumda, değişik düzeylerdeki kadınların zedelenmiş durumlarını anlatıyordu. Onun bu bakış açısı hiç değişmedi. Cumhuriyetin en önemli kazanımı olarak gördüğü kadının kurtuluşunu, öykülerinde, romanlarında yaşatmasını bilen bir yazar oldu. Son on yıldır “Gençliğin O Yakıcı Mevsimi”, “Bir Yazdönümü Rüyası”, “Açıkoturumlar Çağı” adlı romanlarıyla öyküden uzaklaşmıştı. “İncir Ağacının Ölümü” ile ilk göz ağrısı öyküye yeniden döndü. Erendiz Atasü bu öykülerinde yalnızca bir durumu, bir ilişkiyi anlatmakla yetinmiyor, o ilişkinin arka yüzünü yorumlarken öyküye yeni boyutlar kazandırıyor. Bir romanın ön hazırlığı olabilecek ilişkilerin ipuçlarını veriyor. Bu son öykü kitabı yalnız onun yorumlarıyla değil, okurların düşlem gücünde çoğalarak başka öykü kişilerinin geçmişine uzanıyor (İNCİR AĞACININ ÖLÜMÜ, Everest Yayınları 2008). KIYI KASABASI İNSANLARI Öykülerin ayrıntılarına girdikçe bu gerçeği daha iyi göreceğiz. Bir ağacın kurutulmasına yol açan eylemin arkasında kör inançlarımız, bencilliğimiz, yaşama serüveninin ayrımına varmadan yaşlılığın kıyısına gelmiş dinlence yeri insanlarının mutsuzluğu var (İNCİR AĞACININ ÖLÜMÜ). Erendiz Atasü, ev içinde belli bir denge kurabilmiş emekli bir karıkocaya karşı komşuların giriştiği acımasız davranışları ele alıyor. Öykü, bir ağacın kurutulması gibi küçük bir ayrıntıdan yola çıkıp, kuşku duyulan komşuların geçmişindeki olumsuzluklara dek uzanıyor. Kadın haklarını savunan, kadınların yenilmesine karşı duran Erendiz Atasü, onların içindeki karanlığı da gören, onları bağışlayan bir yazar olarak gerçekçi bir davranış göstermektedir. İncir ağacıyla ilgili kör inançlardan kendimizi kurtaramadık. Yardımcı kadından uzak komşuya kadar yaygınlık kazanan bu anlayış bir evin bahçesindeki incir ağacına düşman olmanın küçük bir ayrıntısı. Ama söz değerlerimiz arasında da “incir”le ilgili olumsuz yorumlar var: “Ocağına incir dikmek”, bir insanın evini barkını dağıtmak; “Yüreği incir çekirdeğinde olmak”, daralmak; “Bir çuval inciri berbat etmek”, işi bozmak anlamına gelen deyimler arasında. Cahit Külebi bir şiirinde, “Utanır incire yemiş dersin” demişti. Kimi yörelerde “incir”in kadınlık organı anlamına geldiği söylenir. Erendiz Atasü, önyargılı kişilerin, incir SAYFA 22 ağacı dolayısıyla, içindeki kötülüğün etkisine girdiğini anlatır. Bir ağaca düşmanlığın arkasındaki sorunlar pek de “gülünesi” gelmiyor insana. Yeni bir ortam, değişik koşullar, o çevreye uyum sağlayan, yandaşlarından güç alan niteliksiz kişilerin başarısı olarak gösterilebiliyor. İnanmayan insanların uyumlu bir inanç içinde görünmesi, yozlaşan toplumlardaki kişiliksiz oluşumları düşündürüyor (KAPICI ZEBERCET’in ÖNLENEMEYEN YÜKSELİŞİ). ÇÖZÜLEN İLİŞKİLER Erendiz Atasü, kadınerkek ilişkilerindeki yıpranmada; erkeğin bencilliğine, kadının ezilmişliğine ilgimizi çeker. Onun kadına arka çıkan duruşu bu öykülerde daha belirgindir. Kimi öykülerinde Hataylı Akif’in beyitini yorumlar gibidir: “Gönül muhabbeti bir âdet eylemiş, yoksa Ne bende aşk, ne sende cemal kalmıştır.” Kadın önceleri eşini pek önemsemiştir. Eşi bir başkasını sevip ondan ayrılınca, biraz da duygusal bir tepkiyle, eşinin kofluğunu anlar. Oysa kadın daha orta yaş olgunluğu içindedir. Ama ilgi duyduğu genç adam ancak bir “hayal sevgili”dir. Kadın çocuklarını büyütüp yaşlılığa yol alacaktır. Boşandığı kocasının genç eşi kansere yenilince, düşkünleşen adamla gene o ilgilenecektir (ÖZLENEN). Çözülen ilişkiler, sevilerin alışkanlığa, usanmışlığa dönüşmesi, öylesine sürüp giden yaşama koşullarının anlamsızlığı... Meriç’in babası da genç bir kadınla yaşadı. Annesi boşanmak istemedi. Meriç, erkeksi bir katılık içinde, ancak on yıl evliliğini sürdürebildi. İş kadını olunca da, ilkeleri uğruna depremzede Lale’yi işten uzaklaştırabildi (KAYMA). Karıkoca ilişkileri tekdüze bir döneme girince, ressam, işlik komşusu, yontucu Ani Binemeciyan’a gönül verir. İnsanı yoran bir sevidir bu! Ressamın karısı ilişkiyi sezer ama, sabırla beklemesini de bilir. Ani veremdir, kan kusar. Rus Kontu Orlovski’ye sığınarak, o sessiz evlilikten güvence umar. Orlovski, ölümün eşiğindeki Ani'ye zorla getirir ressamı. Ani, “Geleceğini biliyordum” der. Umutsuz bir mutlulukla bırakır kendini ölüme (BEYAZ FİL). Göç insanlarıydı onlar. Göç yorgunluğunu düşlem gücünün büyüsü dinlendiriyor, sevi yeni bir güç kazanıyordu. Ro lamlı kılan bir simge. Kendimiz için yaşamadığımızı, bizden önceki birikimin bizden sonra da süreceğini anımsatan bir simge. O koku, insanı yaşatan yaratıcı bir güce dönüşebilir. Bir yazarı yaşatacak olan da kendini yenilemesi, yeni bir güçle yarınlar için umut olabilmesidir. Kızı, güveyi, torunuyla aynı evde kalan yazar artık tükenmiş, ünü gerilerde kalmıştır. Ödül törenine bile yanlış gecede gitmiş, o şaşkınlık, o dağınıklık içinde yüreğine yenik düşmüştür (OPERADA BİR GECE). “Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor” diyen Yahya Kemal, o gizli kokunun ayrımına varmış mıydı? Çünkü yaşlı kadının ölüme sığınmasını kolaylaştıran geçmişin o büyülü kokusuydu. Erendiz Atasü’nün yorumu şöyle: “Canlı dokuya göre çok daha uzun zamanda eskiyen eşya, unutulduğu dolapta sessizce izledi, canlılardaki bu aceleci doyumsuzluğu. Pamuklu dokumadan pembe bir bez parçası... Eski bir gecelik, orası burası sökülmüş, rengi atmış. Pek temiz değil. Özellikle mi saklanmış... Neyin anısına? Belki buruk, belki eğlenceli bir anısı olmalı... Yorgun liflerine inmiş mazi kokusu...” YORUM ÖYKÜLERİ Erendiz Atasü öyküyü yalnız okurun yorumuna bırakmıyor. Nasıl yol çizmek gerektiğini de belirtiyor. Yazarlık yeteneği tükenen yazarın yazdıklarını şöyle yorumluyor: “Yüreğini acıyla oyan, ona aczini alabildiğine hissettiren, vaktiyle kusursuz sandığı eserlerinde şimdi saptayabildiği zayıflıklar, yanlışlar, eksiklerdi! Boşluklar... Metnin sanal kusursuzluğunu delik deşik eden! Daha doğrusu boşluk yokluğu, metnin esneyebilme yeteneğini ortadan kaldıran...” Bir yazar, işinin başlarında yazdıklarını pek önemser. Gereksiz sözlerin, boşlukların ayrımına varamaz. Bunları anlamaya başladığı zaman, artık yaratıcı gücünü yitirmişse, kendine de yararı olamaz. Zebercet’in Doğu’daki yakınları değişik işlere yerleşerek bir aile örgütü oluşturmuşlardı. Zebercet’in gücü biraz da bu aile örgütünden kaynaklanıyordu. Erendiz Atasü, ağabeysinin birini öldürme suçundan yola çıkarak, Zebercet’in yükselişini şöyle yorumlar: “Cinayetlerin siyasi maskeler takmaya başladığı dönem gelip çattığında, Zebercet’in Doğu’daki yakınları değişik işlere yerleşerek bir aile örgütü oluşturmuşlardı. Zebercet’in gücü biraz da bu aile örgütünden kaynaklanıyordu.” Bahçelerindeki incir ağacı kurutulan, karıkoca Nuran ile Fikret, öykülerdeki iyi insanlar arasındadır. Erendiz Atasü “iyi” olmanın yorumunu da yapıyor: “ ‘İyi’ olmak ve öyle kalabilmek, çoğu kez kendini sınırlamayı gerektirdiğinden, saygılı davranmak kişiliklerinin temel özelliğiydi. Çatışmaların örtük yaşandığı, görünüşteki uyumun bozulmadığı evlerde büyümüşler, bu hayat tarzını ciddiye almışlardı.” Erendiz Atasü, ruh yeteneğinin ayrıntılarına varan, yaşanmış duyarlığı sezen bir yazarlık birikimiyle yorumluyor bu gerçeği. Böylesi yorumlar çok yönlü öykülerin sınırlarını çizmeyi kolaylaştırıyor. Kimi okurlar bu yorumları yazarın yukardan bakması gibi görebilir. Ama Erendiz Atasü geniş birikimiyle bize görmeyi öğretiyor. Daha önemlisi, düşlem gücümüzle gerçeğin öte yakasına ulaşıyoruz. “İncir Ağacının Ölümü” öyküde derinleşmenin, öyküye yeni boyutlar kazandırmanın örnekleri olarak ilgimizi çekmektedir. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: man olmayı özleyen masalsı bir öykü. Erendiz Atasü gibi bir romancı bu değişik yaşama serüvenlerini çok katmanlı bir akış içinde ele alır, bundan görkemli bir roman çıkarabilirdi. Ama o, sevi ilişkilerinin insanı nasıl bir yıkıma sürüklediğine değinmeyi yeterli bulmuş. Kendimizle yetinmenin yalnızlığını anlatmak istemiş. O yalnızlıklarda gizli kalmış nice anı var. Öğrencisinden gebe kalan öğretmen bu ilişkiyi kocasından saklayacaktır (SIR). Gizli kalmış anıları olmak yaşamayı daha mı anlamlı kılacaktır? O öğrenci sıradan bir kasaba insanı olunca, cinselliğin büyülü gücü anlamını yitirecek midir? Muslukçu da sıradan bir insan ama, radyodaki şarkının çağırışımıyla, saçlarını bile okşayamadığı o eski sevgiliyi unutamayacaktır (AYNI ŞARKI). ANNE KOKUSU Anneanne ile kızı, güveyi değişik kuşakların nsanlarıdır. Uyum içinde aynı evde yaşamaları kolay değildir. Gene de anneanne torun sevgisi yüzünden bütün olumsuzluklara katlanacaktır (TORUN). Anne kokusuyla iyileşen bebek büyük anne olsa da anne kokusuna özlem duyacaktır. O kokuda nice gerginlikleri yatıştıran bir büyü vardır (YERYÜZÜ MUTLULUĞU). Belki de yaşamanın anlamı o gizli kokudadır. Uzak bir çağrışım beni şiir yazdığım dönemlere götürüyor: “Sandıkların içinde bir eski koku, Ninemin kızlık günlerinden kalma.” Oysa bir simgedir koku; yaşamayı an MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11 236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 965
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle