Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kitaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Çanakkale’de bir uzun ağustos... A ğustos’un sarı sıcağıyla birlikte, farklı yıllara dağılsa da bir kıpırtı başlar Anadolu’da… 1915’lerden, 1921’lerden, 1922’lerden sesler duyar, sesler verirsiniz… 1915’ten aldıklarınızdır; Anafartalar Çıkarması (6 Ağustos), Seddülbahir savaşları (67 Ağustos), ArıburnuConkbayırı savaşları (69 Ağustos), Birinci Anafartalar Zaferi (9 Ağustos), Conkbayırı Zaferi (10 Ağustos), İkinci Anafartalar Savaşı ve Zaferi (2122 Ağustos)… 1921’den aldıklarınızdır; Mustafa Kemal’in Meclis tarafından ordunun başkomutanlığına seçilmesi(5 Ağustos), Polatlı’da Başkomutan sıfatıyla ordunun başına geçmesi (12 Ağustos), ölüm kalım savaşı olarak Sakarya Meydan Savaşının başlaması (23 Ağustos)… 1922’den aldıklarınızdır; Büyük Taarruzun başlaması (26 Ağustos), sonra Büyük Zafer (30 Ağustos)… Sıralanır da sıralanır. lamda kendini belirli sınırlar içinde tuttuğunu başta açıklıyor o. Öte yandan Turgut Özakman’ın daha öncelerde verimlediği Korkma İnsancık Korkma (1993), Romantika (2000) adlı yapıtlar, onun görevci, işlevci roman yazabilme yetisi kadar yazınsal tür olarak roman sanatının gereklerini yerine getirerek de yapıt verebildiğini gösteriyor. Bu, onun, üzerinde durulması gereken bir yazar olduğunu ele vermesi bakımından önem taşıyor. Bu iki yapıtın, roman sanatı açısından değeri bağlamında yıllar önce Adam Sanat’ta durmuştum (Bak.: “Turgut Özakman’ın Romanları”, Eylül 2001). Öyleyse yazarın, “roman” tekniğine uygun olarak, ama tarihsel gerçekleri topluma anlatıp öğretmek, halkta bir bilinç yaratmak amacıyla, ne ki roman türünün iç yasalarına değgin herhangi kaygı taşımaksızın kaleme aldığı bir dizi kitap, onun oyun, roman, senaryo dallarındaki ustalığının yansıması olarak alınsa çok daha yerinde olacaktır kanımca. Özakman, bu gerçekliği şöyle dile getiriyor Diriliş’te: “Kolay okunması için Diriliş’i de bir belgesel roman gibi kurguladım. Belgeler, bilgiler, raporlar, emirler, anılar, mektuplar, haberler, yazılar, kronolojik bir sıralama içinde öyküleştirildi./ İlke olarak bütün kişiler gerçektir. Bulabildiklerimin soyadlarını belirttim. Hayal ürünü pek az kişi var. Orhan ile Dilber dışındakiler, benzeri çok olan tipik kişiler. Gerçek kişilerden çoğu ve hayal kişilerden bazıları ile Şu Çılgın Türkler’de de, üçlemenin sonuncu kitabı Cumhuriyet’te de karşılaşacaksınız.” (16) Bu sözler, yazarın roman sanatından, daha doğrusu “roman biçemiyle yazılmış anlatı”nın içinden Çanakkale gerçekliğine nasıl baktığının da ipuçlarını veriyor. Ayrıca öğreniyoruz ki, önümüzdeki birkaç yıl içinde bu anlayışla verimleyeceği yeni bir romanla daha karşılaşacağız: Cumhuriyet. Ama biz dönelim Çanakkale gerçekliğine, olgusal açıdan buna nasıl bakıldığına, nasıl bakılması gerektiğine… OLGUSAL GERÇEKLİK AÇISINDAN ÇANAKKALE... Turgut Özakman, Diriliş’e girerken, “ciddi, dürüst, saygıdeğer araştırmalar”, yani tarih biliminin yaklaşımı dışında Çanakkale gerçekliğine üç tür yaklaşım bulunduğunu belirtip sıralıyor: 1.”Çanakkale’yi M.Kemal’siz, M.Kemal’i yok sayarak anlatmaya yelteniş”, 2.”Çanakkale’de M.Kemal’in rolünü küçültmeye çalışmak”, 3.”Çanakkale’yi bir mucizeler, kerametler sergisi halinde anlatmak”. (8) Özakman, bu yaklaşımların, “yazanlar tarafından yakın zamanlarda, maksatlı olarak uydurulmuş hikâyeler, sahte menkıbeler olduğu”nu söylerken halkın yarattığı güzellemeleri bundan ayırıyor: “Halk muhayyilesi bir zaferi süslemek, yüceltmek için bazı olağanüstü hikâyeler yaratabilir. Bu tıpkı türkü yakmak gibi doğal, güzel, masum bir şeydir. Bunlara menkıbe denilir. Gerçek olmadığı bilinir. Bu nedenle tarih kitaplarında yer almaz.” (11, 12) Çanakkale olgusu, Özakman’a göre nasıl bir gerçeklik olarak duruyor karşımızda: “Çanakkale’de emperyalistleri elimizden kaçırmıştık. Milli Mücadelede denize döktük, galipleri Lozan’ı imzalamak zorunda bıraktık, üzerimizdeki bütün ipotekleri kaldırdık. Milli Mücadele yalnız bir Kurtuluş Savaşı değil, Çanakkale’nin de görkemli bir rövanşıdır./ Çanakkale, Milli Mücadele ve Cumhuriyet, bir büyük sürecin, biri ötekine milyonlarca can ve kan damarıyla bağlı üç büyük aşamasıdır. Bunları birbirinden ayırmaya, maksatlı olarak karşılaştırmaya kalkışmak, bütünlüğü parçalamak, gerçeğe ihanet etmektir.” “Çanakkale Savaşı’nı ve o dönemi en iyi özetleyen ve sonrasını sonsuza açan sözcüğün “Diriliş” olduğunu düşünüyorum.” (15) İşte Diriliş, herkesin içselleştirebileceği, üstelik bizi, bakılan değil, aynı zamanda görülen Çanakkale gerçekliğiyle yüzleştirici roman evreniyle dikkat çekici bir yapıt. Şimdi biraz da roman gerçekliği açısından yaklaşmaya çalışalım Diriliş’e… BİR ÇANAKKALE ROMANI OLARAK “DİRİLİŞ” Diriliş’i yapılandırmadaki yaklaşımı üzerine şunları söylüyor Özakman: “Bu olağanüstü zaferi hikâye ederken olayları hiç abartmadım. Ucuz kahramanlık hikâyelerine, hamaset edebiyatına, şovence anlatıma hiç yer vermedim. Sahte kahramanlar yaratmadım. Şu var ki belgelerdeki bilgileri sıralayıp aktarmakla yetinmedim. Biraz farklı bir şey yaptım: Askeri tarih kitaplarının ve anıların satır aralarını, arka planlarını hayal etmeye, görmeye, somutlaştır Türkiye baştan sona Ağustostur artık, sarı mı sarı, sıcak mı sıcak, kurak mı kurak… İşte Türkiye, bu sarı, sıcak, kurak Ağustosun üzerine kurulmuştur bir bakıma… 1923 Cumhuriyeti, cahil köylüsüyle kentteki bir avuç okuryazarıyla, asker sivil aydını, bürokratı, teknokratıyla, parmakla sayılacak işçisi emekçisiyle, genci yaşlısı, erkeği kadınıyla bu insan varlığına dayanmıştır… Demokrasi de, otokrasi de, teokrasi de ne varsa, hepsi bu Ağustosla birlikte boy vermiştir neredeyse. Andığım tarihler sizin de yüreğinizi kıpırdatıyor, sesler duyuyor, bu seslerle heyecanlanıyorsanız siz de, o zaman geçmişte yaşananların yankılarını bir roman gibi belleğinizde yeniden kurgulayabilir, bunu coşumcu bir öyküye dönüştürüp görüntülerle süsleyebilirsiniz… Turgut Özakman da bir bakıma bunları yapıyor denebilir. Ne var ki belgeleri sıralayıp yerine oturturken, bunları ilişkilendirip aralarında bağlar kurarken aynı zamanda roman kaleme alan ya da öykülerle, öykücüklerle, öykümsülerle “süsleme” yapmaya girişen bir yazar tutumuyla… Hepsi bu tutumla verimlenmiş, tümü de Bilgi Yayınevi’nce basılmış olan 19 Mayıs 1999/ Atatürk Yeniden Samsun’da III (2002, 2003), Şu Çılgın Türkler (2005) adlı yapıtlarından sonra Turgut Özakman, bu kez de romanlaştırdığı yeni bir tarihsel gerçekliğin kitabıyla çıktı karşımıza: Diriliş/ Çanakkale 1915 (2008). TARİHSEL GERÇEKLİĞİ ROMANA TAŞIMAK... Turgut Özakman’ın “tarihsel olan”ı romanlaştırması üzerinde durmamız gerekiyor ilkin. Ancak andığım kitapların, bu yaklaşım dışında tutulması gerekiyor. Çünkü Özakman, söz konusu romanları, zaten işin başında roman sanatının “gerekirlik”leri yönünde değil, “görevci” anlayışla kaleme aldığını apaçık dile getiriyor. Diyeceğim onun tarihseli romanlaştırmak, bu yönde soyutlayımlar yaparak gerçeklikleri dönüştürümlere uğratmak gibi kaygısı yok. Görevci olduğunu, sanatsal bağSAYFA 20 Turgut Özakman maya, yaşamaya ve yansıtmaya çalıştım. Tarihin adını vermediği bazı kahramanlara ad verdim. Dikkatten kaçmış bazı olayları öne çıkardım.” (17) Diriliş’in de Şu Çılgın Türkler’deki gibi bir yöntemle verimlendiği çok açık. Belli ki Özakman, Cumhuriyet’i de bu yaklaşımla kaleme alacak… Peki nasıl bir yaklaşım bu? Olayları, ileri geri kaydırarak, öyküleme eşliğinde koşut kurguyla zamandizinsel, ancak sıçramalı, anıştırmalı olarak aktarmak, bu arada kurmaca kişileri ana kurguya eklemleyerek yazılanları romanlaştırmaya girişmek. Böylece sonuçta roman gibi okunabilecek farklı bir tarih kitabı ortaya koymak! Evet, yazarın kitabı verimleyiş yöntemi, kabaca böyle çizilebilir. Özakman, özetlemeli, sıçramalı anlatımlarında ekonomik bir tutumu benimserken, yanısıra nirengilere, dayanaklara yaslanarak bu sıçramaları, değme noktalarını, ustalıkla birbirine bağlıyor. Böylece her şey gözler önüne seriliyor ya da okur olup biteni bir anda gözden geçirebilir hale geliyor. Bunu yaparken Özakman, bir yazar olarak iki anlatı düzlemi kuruyor yapıtında. İlk düzlemde tarihsel bilgiveriyi temele alarak sıkı biçimde bunu örgülerken öykülemeyi örtük tutuyor. İkinci düzlemde ise bu kez tarihsel bilgi temelli veriyi geri çekip öykülemeyi eklemliyor ana omurgaya. Bu çerçevede halk tipi romancılığın ya da bir açıdan Reşat Nuri romancılığının ardılı konumunda, halka dönük tutumla verimliyor Diriliş’i. Romanın, bir açıdan çizgisel bir gelişim yansıttığı görülmüyor değil. Ağlamalarla gülmelerin kol kolalığı, sevilen öğretmen havasında sergilenen hüner, yer yer Hulusi Kentmen babacanlığı, Münir Özkul hüznü, Adile Naşit komikliği, Ahmet Tarık Tekçe gaddarlığı gibisinden birleşen ayrışan tutumlar, sevilerek okunacak bir halk anlatısına dönüştürüyor gide gide kitabı. Ne bileyim, böyle olduğunda sözgelimi Churchill’de ağzı salyalı bir kağıt kaplan, Asteğmen Mucip Kemalyeri’de ise alçakgönüllü bir ulusal kahraman yaratmaya yöneliyor. Bunları yaparken tarihsel verileri kimileyin “süslemeye” giriştiği görülmüyor değil. Ama bu “süsleme”lerle ilgili verileri, esinlenerek yaptığı dönüştürümleri “DipnotlarAçıklamalar” bölümünde somut olarak göstermekten kaçınmıyor yazar. Aşkı da unutmuyor bu arada Turgut Özakman. Örneğin kanlı Çanakkale Savaşı tüm hızıyla sürerken Balkan Savaşı gazisi Orhan’la Dilber’in aşkı tüm romana yayılarak götürülüyor. Zaten Özakman, gerek oyunlarında gerekse romanlarında, her kezinde aşkı bir temel anlatı öğesi olarak kullanıyor. Anlatıda aralıklarla, mayın tarlasına dalmışçasına göz yaşartıcı bir bölümceden içeri yuvarlanması, derken ferahlamayla birlikte gülünesi komikliklere uğraması okurun, Özakman’ın ustalıkla altından kalktığı anlatı cambazlıkları. Bütün bunlar elbette sinema diliyle örüntülenmiş halde getiriliyor önümüze. Ama bu arada toplumsal yaşamdan siyasal değişime, Türk kadın hareketinden tiyatromuza, yayıncılığa, eğitime vb. pek çok ayrıntı, hatta DilberOrhan aracılığıyla savaş gerisi halk psikolojisi, duygusu vb. kendine geniş yer buluyor yapıtta. Öte yandan bu, romana rahatlık getirirken, kitabı daha da insanileştiriyor aynı zamanda. Şimdi biz, bu sıcak, kavurucu, kurak Ağustos’ta o uzun Çanakkale sürecini yaşıyoruz yeniden. Turgut Özakman’ın Diriliş/ Çanakkale 1915’i, yüzyıl sonra içine bir kez daha alınmaya çalışıldığımız süreci de kolayca, üstelik derinliğine kavramamızı sağlıyor. Gerçekten Diriliş’le yansıyan Çanakkale olgusu, tersten okunduğunda tarihten çok daha akılcı dersler çıkarılabilecek bir laboratuvar konumu sergiliyor. Yapıt bu anlamda, okuru laboratuvara girdiren, onu donanımlı kılan içerik taşıyor. Diriliş/ Çanakkale 1915, belgelerin birebir eşliğinde, ama “Arzu ile Kamber” kolaylığında su gibi okunan bir kitap. Her kesim okurun, kolayca okuyabileceği bir bilimsel kitap. ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 965