27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

...KISA KISA... Dostlarım Aşklarım Ë Pascale FREY(*) şk, ayrılık, evlenme, boşanma, çocuklar, komşular ve erkekler arası dostluklar… Marc Levy’nin kendi kuşağını anlatmak için yazdığı ve “Bridget Jones”un erkeklere yönelik versiyonu olarak tanımlanan romanı Dostlarım, Aşklarım, Fransa’da en çok satan kitaplar listesine girdi ve başarılı yazarın gördüğü ilgiyi bir kez daha kanıtladı. Marc Levy’nin son romanı Dostlarım, Aşklarım henüz piyasaya sürülmeden önce Amazon alışveriş sitesinin satışlarında zirveye yerleşti. Yazarın hayranları birkaç saat içerisinde tükenmesinden endişelenerek kitabı piyasaya çıkmadan önce ayırtmayı tercih ettiler. Kitabın yayınevi Laffont, 330 bin gibi hiç de az olmayan sayıda nüshayı piyasaya dağıttı. Yine de okuyucu talepleri karşılanmadan kitabın tükenmesi ihtimaline önlem olarak, kitabevlerine anında tedarik etmek üzere birçok matbaaya (gelenek olduğu üzere tek bir matbaaya değil) ihtiyaç duyuldu. Marc Levy Fransa’da kitapları en çok satan (Sizi Tekrar Görmek adlı bir önceki kitabının satışı 650 bin adet) roman yazarı. Yazarlık kariyerinde başlangıcın sadece yedi yıl öncesine dayandığı düşünülürse, bu inanılmaz bir başarı. A Marc Levy BİR AZNAVOUR ŞARKISI Marc Levy başarılı kariyerine rağmen her yeni romanının arifesinde karnında sancılar yaratan o “düş kırıklığı yaratma korkusunun” stresini yaşıyor. Dostlarım, Aşklarım (Charles Aznavour’un aynı adlı ünlü şarkısından esinlenilmiş, ancak şarkının “sıkıntılarım” şeklinde devam eden adı tamamen alıntılanmamış) romanında Levy, birbirlerini asla kaybetmemiş ve aralarında çekişmeler olsa bile asla küsmemiş iki arkadaşı anlatıyor. Kitabın yazılış öyküsü ise şöyle: Levy, Bridget Jones tarzı ve tadında ama erkek kahramanların yer aldığı bu hikâyeyi yazmadan önce aylarca kafasında tasarlar. Sonunda yayıncısının kapısını çalar ve “Yeniden yazmaya başladım, bu yaz bir kitap yayımlamak istiyorum” der. Geriye kalan tek iş tarih belirlemektir; kitabın Temmuz ayının ilk haftasında yayımlanması konusunda uzlaşırlar. Bu kadar basit! Önceleri en iyi arkadaşıyla beraber senaryo halinde yazmaya başlarlar ancak daha sonra Levy hikâyeyi bir roman olarak daha uzunca kaleme almaya karar verir. Romanı kısaca özetlemek gerekirse: Antoine ve Mathias birbirlerini ezelden beri tanır ve birbirleri hakkında her şeyi bilirler. Antoine Londra’da yaşayan bir mimar, Mathias ise Paris’te bir kitapçıdır. Her ikisi de evlenmiş, boşanmışlardır, eski eşleriyle de sorunları yoktur; her ikisi de tek çocuklarını (Antoine’ın bir oğlu, Mathias’ın ise bir kızı vardır) yalnız birer baba olarak büyütmektedirler. Sonunda Mathias da Londra’ya taşınır ve bu iki adam küçük dünyalarını, Paris’ten de medeni bir şehir olan (!) ve insanın gerçekten de tek bir gününü herhangi biri tarafından aşağılanmadan geçiremeyeceği Londra’da kurarlar. Yani bu iki dost ve onların çocuklarının yolları Londra’da kesişir. Marc Levy, romanları arasında en çok Keşke Gerçek Olsa adlı yapıtında kendi hayatından ve çocukluk anılarından beslendiğini söylüyor ama bu roman da onun yaşamöyküsünden (iş, boşanma, bir oğul, en iyi arkadaş) esintiler taşıyor. Yazarlık başarısının altı yıldan bu yana dünya çapında artması yetmezmiş gibi Levy sinema sektörüne de iyice ısınmış durumda. Dostlarım, Aşklarım’dan uyarlanan London Mon Amour adlı film, 2 Temmuz’da Fransa’da gösterime girdi bile. BİR PERİ MASALI 45 yaşındaki Marc Levy çalışma hayatının üçüncü kariyerinde zirvede. Yazmaya başla madan önce bir mimarlık bürosunda çalışıyordu. Pek çok ailede görüldüğü gibi, oğlunu uyuturken ona masallar anlatıyordu. Keşke Gerçek Olsa adlı ilk romanı bu masallar sayesinde yazıldı. Kitabın çıktığı 2000 yılında Marc Levy, 39 yaşındaydı; kitabın ortalığı kasıp kavurması üzerine mimarlığı tamamen bırakmaya karar verdi. Bu arada ünlü yönetmen Steven Spielberg’in yapımcılığa yönelerek film haklarını satın alması bu masalın daha da genişleyip büyümesini sağladı. Kısa sürede gerçekleştirilen bu projenin sonucunda romandan uzak, her türlü olumsuzluktan arındırılmış, Hollywood tarzı bir Barbie ve Ken çıktı ortaya; ama bu da başlı başına ele alınması gereken başka bir konu... İlk başarısının (kitabın 900 bin gibi bir satış rakamına ulaşması ve 30 ülkede çevirilerinin yayımlanması) ardından Marc Levy, Londra’ya taşındı ve yeniden yazmaya başladı. 2001 yılında Neredesin?, 2003 yılında Sonsuzluk İçin Yedi Gün, ertesi yıl Gelecek Sefere, 2005 yılında da Sizi Tekrar Görmek adlı romanları geldi ve hepsi de, yayımlandıkları dönemde en çok satan kitaplar listesinde birinci sıraya yerleşti. Marc Levy’nin kitaplarının kadınerkek, gençyaşlı herkesin beğenisini kazanmasını sağlayan mucize tariften yoksun olsak da son olarak bazı varsayımlarımızı paylaşabiliriz: Öncelikle günümüzün gereksinimlerini algılayacak hassaslıkta sezgiler geliştirmek, mutlu sonla biten aşk hikâyeleri anlatmak, dostunuz, komşunuz olabilecek insanları, hatta kendinizi dahil etmek ve son olarak da yazar ve okur arasında bir yakınlık, yakınlıktan öte, bir tür suç ortaklığı kurmak… ? (*) Femina Dergisi9 Temmuz 2006, Çeviren: Elif Koşkan. Dostlarım Aşklarım/ Marc Levy/ Çeviren: Ayça Sezen/ Can Yayınları/ 288 s. Ë Aydoğan YAVAŞLI ilke’nin o çok bilinen Yalnızlık adlı şiirini anımsayalım önce: Hani “Yalnızlık bir yağmura benzer” diye başlayan ve ikinci bölümü şöyle biten şiirini: “(…) Ve insanlar karşılıklı nefretler içinde/ Yatarken aynı yatakta yan yana/ Akar, akar yalnızlık ırmaklarca” Adını Rosshalde koydukları malikânede bütün zamanını resim yaparak geçiren bay Johann Veraguth ile karısı piyanist Adele’in yaşadıkları tam da budur: Yıllardan sonra artık birbirlerini karşılıklı olarak sevmemektedirler ve ikisi de alabildiğine yalnızdır. Esasen hüzünlü bir yerdir Rosshalde. Ressam baba, mutsuz evliliğinin yarattığı düş kırıklığı içinde, bahçedeki atölyesine çekilmiş resimler yapmaktadır. Yaptığı resimlerin zaman zaman Almanya ve Avusturya’daki bazı kentlerde sergilendiğini, ziyaretine gelip bir süreliğine Rosshalde’de kalan dostu bay Burkhardt’la yaptığı bir söyleşiden öğreniyoruz. Bay Veraguth için atölyesi, bir tür “kale”dir. Oraya ancak istediği kişiler, tabii en başta da küçük oğlu Pierre rahatlıkla girebilmektedir. Zaten Pierre annesinin yanında biraz sıkıya geldi mi, kaçıp babasının göl çevresindeki güvenli bölgesine sığınıyor. Büyük oğlu Albert’e gelince… Albert, uzaklarda bir kentte yatılı okuyor. Babası ile arasında geleneksel bir babaoğul ilişkisi yok; hatta karşılıklı olarak onlar da birbirlerinin varlıklarından pek hoşlanmıyorlar. Bay Veraguth’un nasıl ki bütün aklı fikri küçük oğlu Pierre’dedir, Adele de bütün sevgisini Albert’te yoğunlaştırmıştır. Uzakdoğu ülkelerini avucunun içi gibi bilen Otto Burkhardt, Rosshalde’yi ziyaretinin ilk günlerinde durumun farkına varmıştır. Bay Veraguth’a bu durumda düşen, tek dostu bay Burkhardt’a içini açmaktır: “(…) Evlendikten sonra birkaç yıl iyi kötü bir arada yaşadık. Belki bu ilk zamanlar kurtarılabilirdi henüz. Gelgelelim, ben uğradığım düş kırıklığını gereği gibi saklayamadım, Adele’den de bana veremeyeceği şeyleri istedim hep. Adele öyle şuh, cıvıl cıvıl biri olmadı hiç; hep ciddi, hep ağır bir kadındı. Bunu daha önceden bilebilirdim doğrusu. Karım hatalı bir davranışa bazen göz yumma, işi mizah yönünden ele alarak ya da üzerinde fazla durmayarak bir güçlüğün üstesinden gelme becerisini asla gösteremedi. Benim istek ve kaprislerimi, benim hırçın özlemlerimi ve sonunda uğradığım düş kırıklığını suskunluk ve sabırla karşıladı sürekli. Dokunaklı, sessiz sedasız, kahramanca bir sabır, çokluk beni duygulandıran, ama ne bana ne kendisine yararı dokunan bir sabırla. Bir şeye kızsam, bir şeyden hoşnutsuzluk duysam, susup sesini çıkarmadı, acı çekti; ben kendisiyle daha iyi anlaşma isteğiyle ne zaman yanına varıp özür dilesem ya da neşeli bir saatimde yak R laşıp kendisini de neşelendirmek istesem, başarısızlığa uğradım hep. Adele böyle zamanlarda sustu, daha çok içine kapanıp bir türlü vazgeçmediği hantal davranışında ayak diredi. Ben yanındayken uysal çekingen davrandı, kızıp içerlemelerimi ve neşelenip coşmalarımı da aynı serinkanlılıkla karşıladı; ben yanından ayrıldım mı, tek başına oturup kendisi için piyano çaldı, genç kızlık günlerinde dolaştı düşünceleriyle. Böylece daha çok haksızlık batağına gömüldüm, sonunda ben de ona bir şey veremez, kendisiyle hiçbir şeyi paylaşamaz duruma geldim. İşimle daha çok ilgilenmeye başladım, çalışmalarımı kale yapıp arkasına sığınmayı öğrendim yavaş yavaş.” Mutsuzluğu “yüz karası” diye niteleyen bay Veraguth, dostu Otto ile yaptığı bu uzun söyleşinin bir yerinde, günlük yaşamının küçük alışkanlıklarında bir kopma olacağı endişesiyle boşanmayı göze alamadığını, fakat aynı zamanlarda karşısına sevebileceği birinin çıkması durumunda karar vermekte güçlük çekmeyeceğini söyler. Tam o sıralarda küçük oğlu Rosshalde dünyaya gelir: “Pierre hayata gözlerini açtı açalı, sevgi, sevecenlik adına verebileceğim her şeyi verdim kendisine. Adele’nin tekrar elimden kayıp gitmesine seyirci kaldım, iyileştikten sonra Albert’in giderek daha çok annesinin yanında yer almasına, annesinin adeta bir sırdaşı olup bana düşman kesilmesine ses çıkarmadım, hiçbir iddiası, hayattan hiçbir beklentisi olmayan yoksul mu yoksul birine döndüm, evde her şeye kusur bulmak, evde söz sahibi olmak alışkanlığımdan vazgeçtim, kendi evimde lütfen barındırılan bir konuk gibi yaşamayı hiç karşı koymadan kabullendim.” Gerçekten de, bay Veraguth, yalnızlık içinde, zırhlara bürünmüş, oturup durur. Büyülenmiş gibi, sanatçı isteminden ve amansız hamaratlığından bir koza örüp içine girer. Doğası, sürdüğü yaşamın yoksulluğunu görmeyecek ve itiraf etmeyecek kadar sağlıklı ve başına buyruktur. Her şeye karşın, dostu bay Burkhardt’la birlikte Hindistan’a gitmeye ve belki de bir daha hiç dönmemeye karar verir. Karar verme arifesinde küçük oğlu Pierrre’in öldürücü bir hastalığa yakalanması, karısı Adele ile birazcık olsun yakınlaşmasını sağlasa da, bu görece barış, bay Veraguth’u kesinlikle ikna etmeyecektir. Her şey geride kalacaktır. Bütün malikâneyi onlara bırakacak ve Rosshalde’den belki bir daha hiç dönmemek üzere çekip gidecektir. Çünkü, “bu kadın, onun duygularına nasıl da gem vurmuş, onu sessiz biri yapıp çıkmıştı. Nasıl da zamanla serinkanlı birine dönüşmüş, yaşlanıp kocamıştı. O Veraguth ki, neşeli günlerinde gece geç vakitlere kadar vur patlasın çal oynasın eğ7lenmiş, bazen kafası kızıp örneğin sandalyeleri kırıp dökmüş”tü. Amansız hastalık küçük çocukları Pierre’i ellerinden alınca yapılacak tek şey kalmıştır: Yolları ayırmak ve bir daha hiç karşılaşmamak… Bay Veraguth’un kendisine kalan tek şey, hiçbir zaman şimdiki kadar güvenmediği sanatıdır artık. “Fiyaskoyla sonuçlanmış yaşamından kalan tek şey, tek değerdi bu amansız yalnızlık ve bu soğuk resim yapma tutkusu.” Hermann Hesse’nin kendi yaşamından izler taşıyan Rosshalde, 1914’te yazılmış. Doğu kültürüne yakınlığıyla bilinen yazar, gerçekten de 1911’de uzun bir Hindistan gezisine çıkmış, 1919’da ilk karısından boşanmıştır. 1946 Nobel Ödülü sahibi olan Hermann Hesse’nin 1877’de Almanya’nın Calw kasabasında başlayan yaşamı 1962’de İsviçre’nin Montagnola kentinde sona ermiştir. Kâmuran Şipal’in çevirisiyle okuduğumuz Rosshalde, insan ilişkilerinin evlilik düzleminde derinliğine sorgulandığı önemli bir roman. Tıpkı Rilke’nin şiirindeki gibi… ? Rosshalde/ Hermann Hesse/ Çeviren: Kâmuran Şipal/ YKY./ 172 s. SAYFA 19 Hermann Hesse CUMHURİYET KİTAP SAYI 965
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle