19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Giovanni Scognamillo’dan “Caddei Kebir’de Sinema” Bir sinema âşığı rekliliği oluşturur) örnekleri ve perde arkasının tüm çalkantıları bu gizemli “hayal tacirleri”nin mekânında geçtiğini vurgular. Bununla da yetinmez, sinemanın kuşaklar arası en önemli bir serüven, nostaljik bir dizi oluşturduğunu söyler. Dahası, “sinemayı, herkesin katılmak istediği, paylaşmak istediği bir tören”; eğlencelik yönü ile birlikte, köklü ve gerçek bir kültür olayı olarak görür. O dönemin ortamını, kişilerini ve mekânlarını içten, duygu yüklü bir atmosferde şöyle dillendirir: “Bir törenin, bu büyünün nabzı ve kalbi Beyoğlu idi; ama değişik, hep değişime uğrayan bir Beyoğlu’nun Grande Rue de Perası, namı diğer Caddei Kebir, namı diğer İstiklâl Caddesi.” Tabi ki bu seyirlik beyazperdenin müdavimlerini yazamadan geçemez: “Sinemaya gitmenin, kalabalık, toplu halde film izlemenin bir görgüsü de olmalı. Kimsenin kimseyi rahatsız etmeye çalışmadığı o günlerde böyle bir sinema görgüsü vardı, kılık kıyafet ve davranışlarla başlayan.” RENKLİ SİMALAR... Bir dönemin panoramasını tasvir ederken, renkli simalardan da söz açmak gerekliliğini duyumsadım. Söz gelimi Halit Refiğ, Bülent Oran… Duygu ve düşüncelerin ışığında kamera arkasında yıllarını veren, sinemayı bir tutku ile birlikte, düşünsel olarak ele aldığını ve “bir temaşaydı sinema” diyen usta yönetmen Halit Refiğ şöyle diyor: “…Lise sonlara yaklaşırken, artık bende sinemaya yalnızca bir eğlence alanı olarak değil, bir düşünce, bir sanat alanı olarak bakma eğilimi de artmaya başladı.” Öte yandan, yazar, Bülent Oran için şöyle diyor: “Senaryo yazarlığı bir yana daima katıksız bir sinema tutkunu olmuştur.” Scognamillo kitabının son bölümünde yılların ardından kendisini bir sinema tutkunu, sinemayı bir yaşam biçimi olarak görür ve şu değerlendirmeyi yapar: “...sinema o yılların tek ve en ucuz eğlencesi olduğu için mi? Değil, sinema daima ve her şeye rağmen bambaşka bir olay, bir zevk, bir tat ve tutku olduğu için. Her sinemaseverin, sinema meraklısının, geleceğin sinema yazarı ya da sinema sanatçısının anılarında, belleğinde belirli sinema salonlarının ve buralarda izlenen filmlerin izleri ve heyecanları vardır. Meselenin bam teline ne güzel basıyor: “…her şeye ve televizyona rağmen , ancak yitirdiğimiz kimi değerler vardır ve çağdaş olmak daha doğrusu Amerikanlılaşmak pahasına bunları unutuyoruz. Nostaljik görülebilir ama o altın çağda sinemaya gitmek bir olaydı ve o olayın kuralları vardı, örf ve âdetleri vardı belki de çokça kentsoylu.” Yazar, açık hava sinemalarına da kısaca değinerek şöyle diyor: “Buraya kadar hep kapalı sinema salonlarından söz ettik, ya tarihe geçmiş bahçe sinemaları? Onların tarihi henüz yazılmamıştır, fazla da araştırılmamıştır, daha çok anılarımıza dayanarak birkaçını sıralayabiliriz: Galatasaray Lisesi’nin arka bahçesinde zaman zaman gösteri yapan Galatasaray Sineması. Tepebaşı’nda ise Cumhuriyet Gazinosu’nun ki o da tarihe karışmıştıraçık kısmı da yaz aylarında, kimi varyete gösterileri ile bir arada, film seansları yapıyordu. Başka bir açık hava sineması da Hammalbaşı’da daha çok mahalle çocuklarını toplardı sıcak yaz gecelerinde…” Scognamillo, sinema dergilerini de unutmaz. Sinemaya karşı duyulan ilgiyi her dem canlı tutan sinema dergilerinden söz açar. Söz konusu edilen dergiler ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 965 Giovanni Scognamillo, Türk sineması üzerine yazdığı makalelerle, kitaplarla sinemamıza düşünsel yönden büyük katkılar sağlamıştır. O aynı zamanda araştırmacı özelliğiyle de dünkü ve bugünkü Türk sineması konusunda kaynak yapıtlar bırakmıştır. Çeşitli sinema dergilerinde Türk sineması üzerine yazdığı araştırma/inceleme yazılarıyla, genç kuşak sinema eleştirmenleri için yol gösterici, kaynak kişi olma niteliğini de sürdürmektedir. Ë Şener ÖZTOP “Sinema, bir toplumun kültür hayatı bakımından önemin de üstünde bir önem taşımaktadır.” (Ahmet T. Tekçe, Sinema Edebiyatımız, Artist Yıllığı, Sayı 1, Nisan 1961) lu sinemalarında. Eski bir seyirci sayılırım; ilk filmimi dört yaşında seyrettim çünkü, 1933 yılında. (…) Gençlik yıllarımda projeksiyon makinesinde bobin sarmışım, kapısında bilet kesmişim, gişesinde para saymışım. Babam uzun yıllar müdürlüğünü yaptı çünkü. Tarihi günler yaşamıştı Elhamra.” (Milliyet Sanat, Sayı 306, 15 Ocak 1979, s.28.) Scognamillo, sinemayı iç yaşantısına sokmuş, onu sevmiş, sırdaş, dost olmuş, kelimenin tam anlamıyla onunla yatıp kalkmış, ender bir entelektüel sinemaseverdir. BEYOĞLU ÜRÜNÜ Agora Kitaplığı tarafından yayımlanan “Caddei Kebir’de Sinema” adlı kitabın önsözünde şunları dile getiriyor: “…sinema konusunda hem izleyici hem de tarihçi olarak nostaljik olduğunu hiçbir zaman inkâr etmedim ve etmem.” Ve hemen arkasından şu tespiti yapıyor: “Türk sineması, Yeşilçam’dan önce ve sonra, bir Beyoğlu ürünüdür. Yeşilçam Sokağı ile Erol Dernek ve Ayhan Işık sokakları arasında büyüyen çok boyutlu bir olaydır.” Sinemayı ilk keşfedişini nakleder: “Sinemayı Elhamra sinemasında keşfettim, sessizi, sesliyi, siyahbeyaz ve ilk renklisi ile…” 1930’ların Beyoğlu’sunu da şöyle tasvir eder: “…Beyoğlu azınlıkların, Levantenlerin, tatlısu Frenklerinin merkezi olduğu o dönemde gelişir, yayılır.” Scognamillo, o dönemi şöyle anlatır: “…Sinema çünkü her şeye rağmen ve her şeyi ve hali ile bir büyüdür. Lanterna Magica’nın, Büyülü Fener’in devamıdır, en G iovanni Scognamillo, yılların ardından “anılar ve söyleşiler”in izinde: “Ah, Vah Beyoğlu Sinemaları!” başlıklı yazısında kendisinden ve o yılların Beyoğlu sinemalarından söz açar: “…Bugüne kadar tüm hayatımı Beyoğlu’nda geçirdim, diyebilirim, önemli bir kısmını da BeyoğSAYFA 14 evrimleşmiş, en teknolojik son şeklidir. (…) Sinema, her ülkede, merkez olarak kendine bir kent seçer, bir büyük kent ya da o ülkenin başkenti. Yaşamını o kente bağlayarak gelişir, yayılır. Türkiye’de sinema merkez olarak böyle bir kenti, İstanbul’u ve bu kentin tarihsel oluşumu ve özellikleri ile uygun bir bölgesini, Beyoğlu’nu (Pera) seçmiştir.” Dünden bugüne sinemanın Türkiye’deki serüveni üzerine duran Scognamillo, Sultan Abdülhamid’in kızı Ayşe Osmanoğlu’nun hatıralarına dayanarak iki Fransız’dan biri olan Bertrand’ın Fransa’ya her gidiş ve gelişine yeni şeyler öğrenerek saraya sinemayı getiren kişi olduğunu söyler. Birkaç kez yanmış restore edilmiş ve daha sonra yıkılan ünlü Naum Tiyatrosu’nda bir Cosmoraa gösterisi yer alır (1855). Yıllar sonra 1882’de Fransız Doumier, bir Lanterne Magigue (Büyülü Fener) kullanarak, yarı belgesel yarı fantastik konular izleyiciye sunulur. Ve böylece Türkiye’ye sinemayı Sigmund Weinberg getiriyor. “Sinema her zaman değişimlere gebe, çalkantılı ve değişken bir alandır” diyen yılların sinema tutkunu ve düşünürü Scognamillo, Yeşilçam Sineması’nın Beyoğlu’nda doğduğunu, ağırlığını orada sürdürdüğünü, dünden bugüne binlerce sinema emekçisinin gelip geçtiğini söyler. Tarihsel süreçte temsilcilerinin yaşamöyküleri, (Seden Kardeşler, İpekçi Kardeşler, Cemil Filmer, Halil Kâmil, Pekin’ler. Bunlar dünden bugüne bir sü
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle