Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
OKURLARA Enis Batur Uzun bir aradan sonra yazılarıyla yeniden bizlerle. Hoşgeldin Sevgili Enis. Ender Merter’i bir İhap Hulusi Görey uzmanı olarak niteleyebiliriz. Türk grafik tasarımının öncüsü İhap Hulusi üzerine çeşitli kitapları bulunan Merter’in, ustanın doğumunun 110. yılı nedeniyle “Cumhuriyet’i Afişleyen Adam” adlı bir çalışması daha yayımlandı. Kitap İhap Hulusi’yi tüm yönleriyle ele alan bir kitap olmasının yanı sıra afişlerine de yer verilen mini bir sergi özelliğini taşıyor. Özellikle genç kuşakların pek tanımadığı ustayı hafızalara daha net kazımayı planlıyor. İhap Hulusi, birçok devlet kurumunun kurumsal kimliğini oluşturmuş ve bunları yaparken aslında yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumsal kimliğini yaratmış büyük bir ustanın ismi. Hepsi bu kadar mı? Tabi ki hayır! Gerisi, yaşamının tüm yönleri ve yapıtlarının öyküsü ile “Cumhuriyet’i Afişleyen Adamİhap Hulusi Görey 110 Yaşında” adlı kitapta. Ender Merter, ustayı anlattı. Türkiye’nin önde gelen psikologlarından, Cehenneme Övgü, Cennetin Dibi adlı kitaplarından tanıdığımız Gündüz Vassaf’la köşe yazılarından oluşan “Türkiye Sen Kimsin?” adlı yeni kitabını konuştuk… İlginizi çekecektir. Bol kitaplı günler… ENİS BATUR Pervasız Pertavsız Giordano Montechki, Berio’nun seçtiği “rendering” kavramının katmanlılığına dikkat çekiyor: Restorasyon, evet, bir o kadar yeniden oluşturum, yorumlama, bir de inşaat alanındaki kullanımıyla: İki tuğlanın arasına çimento döşemek. Bilmem, bütün bunları söyledikten sonra, tamamlamak fiilinin yanlış olacağını ileri sürebilir miyiz? (Tanıdığım Berio, tam bir keçi, ileri sürerdi!). Sözkonusu restorasyon işlemlerini, farklı yaratı alanlarında gerçekleştirilen tamamlama çalışmalarıyla karşılaştırabiliriz. İşte La Sagrada Familia: Gaudi’nin projesini sürdürüyorlar hâlâ. Sinemada örneklerini görüyoruz, aklıma, sıcağı sıcağına, Orson Welles’in bitmemiş dev filimleri, sözgelimi Its All True (kurgu, 1993) ve Don Kişot (kurgu 1992, 2003) geliyor. Konu Edebiyat’a geldiğinde ne yapılıyor? Scherer’in, Mallarmé’nin Kitab’ı için yaptığı çalışma başka: Orada, yarıda kalmış bir yapıt yoktur, başlanmamış bir yapıtın önhazırlık karalamaları sözkonusudur; dolayısıyla, filolojinin düzleminden taşmayan bir restorasyon çıkar karşımıza. Pound’un son cantoları için de, eksik metinlerin olduğu gibi okur önüne getirilmesi yoluna sapılmıştır. Niteliksiz Adam’ın son cildinde, farklı versiyonlar buluşturulmuştur: Yaşasa, yazarın ne yapacağı bilinmezdi (bilinemezdi). Bütün bunları bana Nabokov’un bitiremeden öldüğü, eşine yok etmesini vasiyet ettiği (Vera’nın yapamadığı ortada), oğlu Dimitri’nin (ki yapıt üzerinde hakkı azımsanamaz) otuz yıl sonra, yok etmemeye, yayına hazırlamaya karar verdiği son roman düşündürdü: Montreux’deki banka kasasında bekleyen The Original of Laura: Dying is Fun (‘Laura’nın Özgün Kopyası: Ölmek Eğlencelidir”), öyle anlaşılıyor, sonunda okur önüne çıkacak. Bininci defa vasiyet konusuna dönmek istemiyorum. Ne olacaksa o olacak kaldı ki. Ama, Nabokov kadar ‘yapıtın bitmiş’ haline inanan birinden sözettiğimizi unutmayalım geçerken. Burada, kafamı kurcalayan soru belli: Nasıl yayına hazırlanacak Laura? Nabokov, ‘fiş’ler üzerinden ilerleyen bir yazı formatı geliştirmişti; önce parçaları yazan, sonra kurguyu gerçekleştiren bir motor tipi. Elyazması, karton bir düzenek içinde yeralan 138 fişten oluşuyormuş. Onları, buldukları (geçici olarak bıraktığı) sıralamayı izleyerek kitaplaştıracaklar sanırım. Ayrıca: Umarım. Ne Dimitri, Ne Bryan Boyd araya çimento dökmeye yanaşmamalı. Öyleyse, Berio’nun Schubert’in 10. Senfoni taslağına müdahalesi bir tür tecavüz mü? Bu çıkarıma varılmamalı. Yapıt, Berio damgasıyla seslendirilip yayımlanıyor bir kere. Musikî dünyasında yaygın uygulama, sonra. Dahası: Schubert’ten kalan, o haliyle seslendirilemez; olsa olsa, partisyon parçaları basılabilir. Laura için durum farklı. Nabokov, bir kutu bırakmış arkasında. Fişleri kendi yerleştirmiş içine. Bu haliyle yayımlanması, çimento dökme işini de, sıralama yapmayı da okura bırakacak. (‘Sıçrayan’ okurlar bunu öteden beri yapıyorlar zaten!). İki buçuk deste iskâmbil kâğıdı, Nabokov’un bitmemişi. Dimitri’nin deyişiyle kırankırana ölümle savaştığı, ciğerindeki enfeksiyona yenik düştüğü hastaneden sağlığına kavuşup çıksaydı, fiş sayısı artacaktı. Bundan önemlisi: Yazar, doğru sıralamayı kendisi yapacaktı bitmiş bir yapıt. Oysa bitmemiş işte, bitirememiş. Vasiyeti yerine getirilmeyecek (elyazmasını okuyanlar olmuş bu arada). Laura’nın Özgün Kopyası, irkiltici başlığını onaylar biçimde okura gönderilecek. İskâmbil kâğıtlarıyla, hepimiz ayrı bir sıralama gerçekleştireceğiz. En uygunu yazarınki olacaktı şüphesiz; ama şimdi, oynanacak yeni oyunun kuralı bu: Her okur, farklı oyuncu. ? TURHAN GÜNAY eposta: turhangunay@cumhuriyet.com.tr cumkitap@cumhuriyet.com.tr ir olanak doğdu, altı aylığına yurtdışına gittim. Öylesine hızlı gelişti ki her şey, Cumhuriyet Kitap’taki yazılarıma geçici süre için ara vereceğimi duyuracağım yazıyı kaleme alacak vakit bile bulamadım. Biraz da istemedim, sanırım: Gittiğimi davul zurna duyurmak gibi olacaktı, içimden gelmedi. Gelin görün ki, o arada, “Basın ahlakı”nın neresine sığdırılır bilemem, “tek bağımsız” olduğunu söylemekten geri durmayan bir gazetede asparagas haber yer almakta gecikmedi: Ülkeyi terk edenler kervanına katılmış(t)ım! Haberi “uçuran” haydi neyse, yayımlamaya kalkan bir arayıp sormaz, teyit etme gereksinmesi duymaz mı? Sormuyorlar, onlar ki her şeyi sormak için ikide bir telefonla sizi taciz etmeye bayılırlar, iş uydurma habere gelince döktürmeyi yeğliyorlar. Okur bilir oysa: Yurtdışına, kısalı uzunlu kalmak üzere oldukça sık gidenlerdenim. Şimdi olanaklar elversin, demekten kaçınmam, altı aylığına Grönland’a, bir yıllığına Şanghay’a ya da Londra’ya gitmekten olsa olsa keyif alırım. Hele yazarçizer için, bir süreliğine ülkesinin gergin ortamına mesafe almanın yararları anlatmakla bitmez. Ülkeyi terk etmek başka şey oysa. Yabancı ülkelerde yaşayan, çalışan milyonlarca insanımız var bugün. Dünden bugüne, sayısı bilinmez, çok sayıda gönüllü ve zorunlu sürgünümüz olmuştur. Fazıl Say’ın tavrındaki farklılık, onun olası bir Yarın’a gönderme yapmasından kaynaklanıyordu bence: “Şöyle” olursa burada artık yaşanmaz demesi kimilerini öfkelendirdiydi. Bir zihniyetin sözcüsü, “bunların cenazesi kaldırılmayacak” ifadesini kullanabildiğine göre, Say hiç de haksız değilmiş kaygılarında. Birileri ülkenizde ölmenize bile izin vermemeye yatkınsa, yaşamanıza hiç tahammül edemeyecekler demektir. Denilebilir ki, yurttaş olarak görevimiz, ülkeyi bu zihniyetin temsilcilerine teslim etmemek için uğraş vermektir. Sorulmaz mı: Nereye kadar? 1930’ların Almanyası’nda yaşananları bilenler, ne yazık ki doğru kararı kalanların değil gidenlerin verdiğini gösteriyor. Türkiye, “terk edilesi” ülke statüsüne mi geçiyor? 2008 yılı Haziranının sonunda Karabük’te yaşanan Latife Tekin olayı, tüyler ürpertici boyutuyla bu soruya haklılık kazandırabilecek türden bir olay. Madımak gelmiş Latife Tekin’in aklına. Yüzde yüz doğru benzetme: Her büyük yangının başlangıcında kararlı bir kıvılcım vardır. Bir yazarı “seni ben çağırdım, partimi eleştiremezsin” diye susturan, arka çıkan bir başka yazarı “boynunu kırarım” sözüyla tehdit eden bir anlayış, kara gömleklileri çağrıştırmıyor mu? Benzetmede abartı bulanları Tarih’in ilgili sayfalarını taramaya çağırırım. Bakıyorum, “şampiyon demokrat kanaat önderleri”nden tıs sesi geliyor bu konuda; besbelli, sorulsa, Latife’nin de Aziz Nesin gibi “tahrik” ettiğini söylemeye hazırlar. Çok zor(lu) günlerin içinden geçiyor oluşumuz, çok daha zor(lu) günlerin bizi beklediğini gösteriyor ne yazık ki. Her zamanki gibi “iş”imizi en iyi biçimde yapmayı sürdüreceğiz şüphesiz. Bazı zamanlar yaşadı burada ya, o dönemlerdeki gibi, bir de direniş dili geliştireceğiz: Kim olurlarsa olsun Ayağın tozuyla, toza dumana bakış B BİTMEMİŞ YAPIT lar, Türkiye’yi karanlığa sürükleyenlere karşı. Leyla Erbil, olağanüstü çıkışlarıyla ölçüyü koyuyor şu sıralarda: Ona, varlığına, doğru ve kıymetli bir pusula olarak yaklaşıyor, ayar tazelemesi yapıyorum kendi payıma. Elbet başkaları da var. Pervasızca pertavsızı yeniden, her hafta, yazı/yazın/kültür sorunlarına yönelteceğim. Birazı, geçen altı ay içinde toplananlardan, birazı sıcağı sıcağına, bakış işe koşulacak. Ne zamana kadar? Üç beş ay için kızıl gezegen Mars’a ya da Patagonya’ya gidene kadar. Bir sonraki seferin dönüşünde, bu seferki gibi nahoş bulduk dememe umuduyla. Peter Szendy, yalnızca müzikolog yanıyla, yazdıklarıyla değil, etkinlikleri, yaptıkları nedeniyle de ilgi alanımdan çıkmaz oldu son yıllarda. On yıl önce IRCAM bünyesinde gerçekleştirdiği bir oturumun bildirilerini konuya ilişkin kimi temel çağdaş metinlerle besleyerek hazırladığı kollektif kitap, ArrangementsDérangements (2007) geniş bir ufuk açtı önümde; ama burada, şimdilik, Luciano Berio’nun kıpkısa “Rendering için Önsöz”üne (1961) odaklanmakla yetineceğim. Schubert, erken ölümüne dolu dizgin yaklaştığı haftalarda bir Onuncu Senfoni üzerinde çalışıyormuş; yarıda kalan yapıtı, onlarca sayfalık par Nabokov tisyon demetini kullanarak nasıl tamamladığını aktarıyor Berio, önsözünde. (Bende, Riccardo Chailly’nin 2004’de gerçekleştirdiği kaydı var bu çalışmanın: Berio, Orchestral Transcriptions, Decca). İmdi, Berio, Bitmemiş’i bir anlamda bitirdiğini söylemiyor; tam tersine, yaptığı işi bir restorasyon çalışması olarak nitelendiriyor. (Giotto örneğini vererek). Schubert’in taslaklarında yer yer steno üslubuyla kâğıda düşülmüş parçalar varmış, onları tamamlamış. Orkestrasyon için Bitmemiş Senfoni’nin renk düzenine sadık kalmış. (Her zaman öyle olmamış: Mendelssohn’a, Mahler’e uzanmış arada). Aradaki boşlukları, kendi deyişiyle, dokumuş. Buna müzikal açıdan çimento katkısı adını veriyor ve freskoların restorasyonunda yeğlenen yönteme benzetiyor. Neredeyse ses kullanmadan (quasi senza suono) yorumlamalarını salık veriyor. İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk?Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız?Yayın Yönetmeni: Turhan Günay? Sorumlu Müdür: Güray Öz?Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı?Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.?İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0(212) 343 72 64?Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri, Hoşdere Yolu, 34850 Esenyurt İSTANBUL.?Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden/ Reklam Müdürü: Eylem Çevik?Tel: 0 (212) 25198 74750 (212) 343 72 74?Yerel süreli yayın?Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 961 SAYFA 3