Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kitaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Şiirin kırk göz denizi... düz akıllıları, hani ne derler, kafalarını sabah dokuz, akşam beş tüneğinde taşıyanları şiirin tadat alanında içtimaya çağırdı. Öyleyse şimdi “üvercinka” zamanı. Ötesi artık ne dense çok, ne söylense dir dır. “Üvercinka”, Boğaz’da uçuşan balık sürüsü bu nedenle… Bu nedenle işte, “Şairin hayatı şiire dahil” diyor o… Nasıl bilmek diyeceğiz öyleyse bunun için? Onun şiirlerini okuyoruz, şiir bilincinden pay alan çocukları, delikanlılarıyla oynaşıyoruz, ama şiirindeki allı pullu, yanar döner, bizi durma gökkuşaklarıyla kuşatan bin bir çeşit düşlemelerinin tadına bakmayı, bunları sevmeyi erteliyoruz. Sözgelimi denemelerini okuyoruz, ama bu denemelerle, davul zurna, şenlikli bir yürüyüşe çıkamıyoruz nedense. Her denizde, su başında, dağların tepesinde, masal kuşlarının kanadında, deniz kızlarının pullarında, akla gelebilecek her yerde, iğnenin deliği, iğdenin çekirdeğinde şiir bilinç kermesi kuruyor da o, biz, gezinmeye ürküyoruz nedense bu kermeste… ŞİİRİN MEŞESİ... Dağların tepesinde tek başına bir Anadolu meşesi, hem de nasıl meşeyse öyle, onun kırk çeşidinden biri olarak öylece duruyor boy verdiği şiir toprağımızda. Şiirini besleyen kaynaklara indiğimizde “tüy gibi beyaz” annesine, Alevi kültürüne, sonsuzca kulaçladığı aşklarına, tabii bu arada amcası Büyük Memo’ya dek inilebilir. Dünyanın tüm şiir bütününden yararlanırken o, bu temele dayalı yapıda kendi toprağının canlı cansız örüntüsünün de hiç mi hiç rolü bulunmadığı düşünülmemeli elbette. Üvercinka’nın ellinci yılı kadar, tüm şiirlerinin yer aldığı Sevda Sözleri de (YKY’ de otuz dördüncü basım, 2008) Cemal Süreya’nın yazınımıza kazandırdığı, örüntüleyip pekiştirdiği yüksek şiir eşiğini, berkilttiği şiir duvarını apaçık göstermesi bağlamında bir başka ellinci yıl armağanı olarak alınabilir pekâlâ. Bunların yanında bir kitap daha var; onun şiir eşiğini bilmenin, şiir duvarını tanıyabilmenin gizli anahtarı olarak. Feyza PerinçekNursel Duruel ikilisinin kaleme aldığı, Cemal Süreya/ “Şairin hayatı şiire dahil” (Can, 2008). Aman tanrım, ne kitap o öyle. Duruel’le Perinçek tam da Cemal Süreya’ya özgü bir kitap verimlemiş doğrusu. Polisiye roman okurcasına bir solukta yutuyorsunuz kitabı. İşte o zaman bir şairi doğurtuyorsunuz içinizde önce öperek, onun şiir eşiğine yüz sürüp şiir duvarını karışlıyorsunuz sonra doğurarak… Bana sorarsanız Sevda Sözleri’yle Cemal Süreya/ “Şairin hayatı şiire dahil” yan yana, iç içe okunmalı. Neden derseniz, Cemal Süreya’nın o çoklu prizmasını başka türlü kavrayabilmek zor da ondan. İşin bu yönünü, “Önsöz”de Perinçek ile Duruel de vurguluyor bir bakıma: “Bir değil, birçok Cemal Süreya vardı karşımızda. Şair, denemeci, dergici, maliyeci olarak bilinen yönleriyle olduğu kadar, hayatının ve kişiliğinin bilinenden çok bilinmeyen yönleriyle farklı Cemal Süreya’lar…/ ‘İnsan her durumda başka biridir,’ diyen, bunu doğrulayan, yine de hep kendisi olarak kalan Cemal Süreya…” Ardından şöyle ekliyor yazarlarımız: “Biz, bu kitapla, Cemal Süreya’nın hayatıyla şiiri arasındaki bağı daha görünür hale getirmeye çalıştık.” İşte Cemal Süreya’nın prizmatik yapısı burada aranmalı: Çok yüzlü bir “kendi”lik! Ezan, mevlit okumaktan roman okumaya sıçrayan, serüven filmlerinin kışkırtıcılığında hayallere dalan, Dostoyevski’yi okuduktan sonra ise artık bir daha iflah olmaz biçimde yüzünü sanata dönen, katmerli gülün bin bir sayfası halinde kendi içine kıvrılıp dolan, sonra açılıp şiir bereketi halinde üzerimize yağan bir Cemal Süreya… Sonra süregiden o taşkın çocukluğun itirafı: “Bende utançla cüret arasında çok küçük bir mesafe vardır. Çocukluğumla bugünkü ben arasında da çok kısa bir mesafe olduğu için belki de bu. Her şey o günlerden kalma ve çok taze.” (Zeynep Oral’dan aktaran PerinçekDuruel, 35) DENEMENİN DAVUL ZURNA ŞENLİK YÜRÜYÜŞÜ... Sorgulayan diliyle has kumaştan bir denemeci o. Nitekim eleştirmenliği değil, denemeciliği yeğlerken bu tutumunun da rolü olmalı bunda. Sorgulayan, ama eleştiride olduğu gibi herhangi kayıt kuyut altına girmeksizin pır edip uçuveren… Bu bağlamdaki yazarlık duyarlığının kaynakları, bizi yine ta çocukluğuna dek geri götürüyor onun. O zaman Cemal Süreya/ “Şairin hayatı şiire dahil” adlı yapıt, yalnız şairliğinin değil, düşünen, eleştiren, sorgulayan, değerlendirip belirleyen, kendini çırılçıplak göstermekten çekinmeyen Cemal Süreya için de temel başvuru kaynağına dönüşüyor deyiş yerindeyse. Cemal Süreya’nın nerelerden neleri damıtarak taşıdığı, bu yapıt aracılığıyla çok güzel örüntüleniyor. Bu arada onun düzyazılarına da göz atmak gerekiyor elbette, değil mi ki denemelerinden söz ediyoruz onun… Sözgelimi konuşmalardan, soruşturma yanıtlarından oluşan “Güvercin Curnatası” (YKY, Hazırlayan: Nursel Duruel, üçüncü basım, 2007), bunun yanısıra Cemal Süreya’nın yine YKY tarafından yayımlanan öteki verimleri anılabilir: Günler (günlük, 1996), Onüç Günün Mektupları (1998), Toplu Yazılar I (2000), 99 Yüz (2004), Toplu Yazılar II (2005) ile çocuk yazılarından oluşan Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi (1996). Sanatın hemen tüm dallarında öne sürüşler getirdiği, bu arada yaşama, sonuçta bilgeliğe dönük filozofça yaklaşımlar sergilediği, ama yazınımızda bu yönüyle dikkate alınmadığı söylenebilir onun. Oysa derinliğine, çok katmanlı bir okuma, Cemal Süreya’nın yazınımızda öyküden romana, oyuna, eleştiriden denemeye, kurama hemen her alanda yaratıcı düşünceler ürettiğini gösterecektir bize. Peki yazınımızın Cemal Süreya’dan bu bağlamda gereğince yararlandığı öne sürülebilir mi? Sözgelimi Cemal Süreya’nın 1966’da, yeni öykümüz üzerine şöylesi bir görüşe sahip olduğunu günümüz öykücülerinden bilen kaç kişi çıkar acaba? Diyor ki örneğin Cemal Süreya: “Bugünkü hikâyeyi dünkü hikâyenin yöntemleriyle görmeye çalışmayalım.” “…Günümüz hikâyecisi yeni bir şey yaptığının farkında. Bunun eski hikâyeyle karıştırılmamasını, onun yöntemleriyle adlandırılmamasını istiyor.” (“Güvercin Curnatası”, 34) Yalnız öykü mü, değil, roman için de çok değerli açılımlar getiriyor gününde Cemal Süreya. Üstelik erkesini Türk yazınına akıtan bir yaklaşım sergileyerek… Şu sözleri de şairlerimiz için olsun: “Türkçe’de dünya şiirinin bir laboratuvarı yaratılmıştır. (…) Bugün Türkiye’de öykünme dönemi bitmiştir. Üretici bir şiirdir bizim şiirimiz.” “Türkiye gibi ülkeler Batı’ya karşı ilk rövanşlarını edebiyatla alacaklardır.” (1973/aynı, 45, 46) Ya yazın dergileri: “Dergilerin tarihi, ülkemizde, bir bakıma büyük ve küçük burjuvazinin düşünsel çelişkilerinin de tarihidir.” (1977, aynı, 54) Eleştirmen mi Cemal Süreya? Hayır, müthiş bir birikime yaslandığını ele veren yaklaşımıyla yine de denemeci yalnızca. Behzat Ay’ın sorusuna verdiği karşılıkta bunu açıkça dile getiriyor: “Benimkiler eleştiri değil. Ben bir şair ve bir deneme yazarıyım. Yazdıklarıma yazar eleştirisi denebilir belki. Ama eleştirmen olmak başka şey.” (1976/ aynı, 50) Ne var ki dilimizin en büyük deneme yazarlarından biri olarak görebileceğimiz Cemal Süreya’dan, bu yanıyla yaygın olarak yararlanıldığını söyleyebilmek çok güç. Oysa yeni görüşlere, bireşimlere varırken yazınımızda, onun bu alanlardaki erkesini yanımıza alıp bunlardan yararlanmak zorunda değil miyiz? CEMAL SÜREYA’NIN ŞİİRBİLİNÇ KERMESİ... Şiirden denemeye, entelektüel donanım, siyasal duruştan aydın tutumuna bütün bunların yapıcısı, kurucusu niteliğine sahip sıra dışı bir Cemal Süreya o. Ne diyebiliriz bu yanı için; bir şiirbilinç kermesi, şiirin kırk gözü kırk çeşmesi, tükenmez sebili. Şair Cemal Süreya, denemeci Cemal Süreya, aydın Cemal Süreya. Şu siyasal duruşa değinelim mi ucundan kıyısından biraz olsun örneğin… Tomris Uyar’ın sorularıyla Edip Cansever, Cemal Süreya, Turgut Uyar üçlüsünün katıldığı “Yaş ve Şiir Üstüne Söyleşi”de şöyle noktalıyor konuşmasını: “İnsan, gericitutucu bir aşamadan ilerici bir aşamaya geçebilir, ama ilericiden tutucuya dönmesi, yaşla bile açıklanamaz.” Süleyman Demirel’in incilerinden biriyle dile getirelim, bu sözün, “başka türlü izahı” olabilir mi? Nitekim o alaycı gönderme de buradan kaynaklanıyor belki: “…Bu konuşma, birimiz ölünce yayımlansın da, para etsin bari.” (“Güvercin Curnatası”, 85) Kaldı ki o, insanın “kendini eleştirmenin buruk neşesini tatma”sı gerektiği kanısında, ta Mülkiye yıllarından bu yana… Öte yandan, “DP’nin Türkiye’yi Amerika’nın kucağına iten iktidarı, askeri anlaşmalar, üsler; içerde diktatörce uygulamaları, gençliği antiemperyalizme ve demokratik haklara sahip çıkmaya yöneltir. Cemal Süreya’nın hayat boyu izleyeceği politik tavır, bu yıllarda biçimlenir.” (PerinçekDuruel, 65) Günü içinde çok seçkin sözcük ayıklayıcı olduğunu da gösteren bir yetke örnek aynı zamanda o. Iralanmak, öke, ağıntı, verim vb. ille kendine yakışacak olanı arayıp bulan dil emekçisi… Burada bırakacak değilim Cemal Süreya’yı. Üzerinde hemen hemen hiç durulmayan denemeciliğine ileriki haftalarda farklı yazılarla yeniden döneceğimi şimdiden söyleyebilirim. Evet Üvercinka’nın üzerinden elli yıl geçmiş. Bu elli yıl ne mi? Abi, abla erişkin şairlerle yazarların yeniden yeniden öğrenilecek şiirlerle yazılarının yaşı bilinsin de yeni yeni ellilik dilimlere ulaşılsın diye… Ne diyeyim, şiiri parıldıyor hep onun, soluyoruz ama Cemal Süreya’dan uzaklaştıkça biz. ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 961 R ichter ölçeğine göre kaç şiddetinde bir şiir olarak çıkageldi Cemal Süreya yazın dünyamıza, bilemem elbette, ama peşi sıra denizler de sökün etti, bunu biliyorum işte, gördüm. Bu kadar şiir, o kadar derin… Öyle derin ki, yanında uçurumlar açılıyor, gözlerimizi içine çekip bizi yutarak…Hayır, bu çocuk başka işte. Şiirleri kadar yazılarıyla, yapıp ettikleriyle, kılgılarıyla, şairliği kadar hayatıyla da; hepimizden çok, hepimizden önde… Çocuğun adı, Cemal Süreya. Üvercinka’nın (YKY, 2008, ellinci yıl özel basımı) ilk yayımlanışının ellinci yılında bir kez daha kendini gösteriyor bu gerçeklik, herkesin gözü önünde. Bazı şairlerin öncesi, sonrası olmaz mı? Nâzım Hikmet’te, Orhan Veli’de görüldüğünce. Bu şairlerden biri de Cemal Süreya. Cemal Süreya da öncesi, sonrası farklı olanlardan. Öncesi farklıydı, sonra kendisi geldi. Önce kendisi geldi, sonrası farklı oldu, birlikte gözledik. Bakan, gören sezebilir hemence. Önce oda kapıları açıldı onunla, ardından sofalara çıktık birlikte, apansız bir saatte geniş okyanuslarla kucaklaştık. Şiirin kuşları havalandı, tavandaki işlemelere kondu, pul pul kabarıp ışıklandılar. Şiirbilinç, sarhoş ama ayık, ayık ama sarhoş bizi, biz Amerikan tıraşı edilmiş SAYFA 20