27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Gündüz Vassaf’la ‘Türkiye Sen Kimsin?’ ‘Her ayna başka Türkiye gösteriyor’ Türkiye’nin önde gelen psikologlarından, Cehenneme Övgü, Cennetin Dibi adlı kitaplarından tanıdığımız Gündüz Vassaf’ın köşe yazılarından oluşan “Türkiye Sen Kimsin?” adlı yeni kitabı geçenlerde yayımlandı. Vassaf’ın makaleleri Türkiye’de tabu haline getirilen kavramların, aslında tümünün de sorgulanabilir olduğunu anlatıyor. Vassaf’la kitabını konuştuk… Ë Erdem ÖZTOP ayın Vassaf, gazete yazılarınızdan derlenen “Türkiye Sen Kimsin?” kitabınız yayımlandı. Yazılar gazetede yayımlanırken ilerisi için böyle bir kitaplaştırma planınız var mıydı? Üç yıl önce bir destan yazacağım diye yola koyuldum. Bitmediği gibi, belki daha birkaç yıl alacak. Belki de hiç bitmeyecek. Yazarken bitsin istemiyorum. Tersi de oluyor. Cehenneme Övgü içimi boşaltırcasına yazmamla başladı, birkaç ay sonra kendi kendini bitirdi. “Artık bırak beni” dedi. Kitap oldu. Türkiye Sen Kimsin?’in kitaplaşması ise belki bir yazar bencilliğinin, “ben artık kitap oldum” diyen köşe yazılarının on bir yıllık birikiminin ifadesi. Böyle bir derlemede zaman gözetilir mi, yayını açısından? Yani kendi adıma söyleyeyim: Yazılarınız zaten güncelliğini hiç kaybetmeyecek türden ama şu zamana da öyle çok uyuyorlar ki… Bir anlamda da zamana hiç uymamasını istediğim bir adı var kitabın. Türkiye’nin kimliğini o denli sorgulayanlar var ki, yüz yaşına yaklaşmış bir cumhuriyete yakışmıyor. Annesinden babasından özgürleşmek isteyen ergenlik çağında çoSAYFA 10 S cuklar gibi kimimiz hâlâ Cumhuriyet’e isyan halinde. Kimimizse Cumhuriyet’in kurucusunu putlaştırmış, onun arkasına sığındığı yerden önünü göremiyor. Bu kargaşanın içinde bize dışarıdan bakanlar da kimliğimizi tanımlar oldu. İşimizi ciddiye alacağımıza kendimizi ciddiye alıyoruz. Türkiye’nin hallerinden kesitler sunuyorsunuz diyebilir miyiz makaleleriniz için? Günümüzde bizlere sunulan Türkiye’ye bakmak bir lunaparkın aynalar odasında dolaşmak gibi. Her ayna başka bir Türkiye gösteriyor. Oysa lunaparkın aynalı odalarının giriş ve çıkışlarında insanı olduğu gibi gösteren ayna da vardır. Dışarıdan da sunulan Türkiye’nin çarpık görüntülerine o denli alışıldı ki, bizi olduğumuz gibi gösteren aynaların eksikliği bile hissedilmiyor. Hatta Türkiye’de bizler bile, zaman zaman kendimizi bu çarpık aynalarda görür, bu çarpık aynaların görüntülerine kendimizi uydurur olduk. Kâh darbe yapan cuntacılarımızı “bizi kurtardılar” diye övdüğümüz oldu, kâh birileri Türkiye’yi örnek İslam ülkesi diye öne sürünce biz öyleyiz diye övündük. Ressam arkadaşım Altan Adalı, “En zoru kendi portreni yapmaktır. Yalan söylediğini hemen anlarsın” demişti. Kendimize başkalarının gözünden baktığımız sürece, ne onlar bizi anlayabilecek ne de biz, yüzümüze tuttuğumuz aynalarda kendimizi görebileceğiz. YÜZEYSEL YAKLAŞIMLAR Bugünkü sosyal bilimlerin Türkiye’yi anlama şansı yok gibi bir sonuç çıkartıldığından söz ediyorsunuz. Bu kadar karmaşık bir hale mi büründük? ABD’nin sosyal bilimlerinde egemen olan yüzeysel yaklaşımlar artık Türkiye dahil bir çok ülkede kullanılır oldu. Zekâmızı Amerikan ölçütlerine göre ölçüyor, delilerimizi Amerikan ölçütlerine göre tanımlıyoruz. Alan araştırmasını terk eden sosyal bilimciler, yıllardır geçerlik ve güvenirlikten yoksun, üstelik sordukları soruların çoğu zaten kendi görüşlerine angaje anketler üzerinden toplumlarını yorumluyorlar. Artık tanrıya inancımız gibi metafizik sınırında konuları anlamak için bile anketler kullanılıyor. Çıkan sonuçlardan, körlerin fili tanımlaması gibi, herkes kendine göre bir şey buluyor. Uzun nefesli, analitik, karşılaştırmalı sosyal bilim çalışmalarının yokluğunda, sosyal bilimcilerin tembelliğinde, ‘popsosyoloji’, ‘poptarih’, ‘poppsikoloji’ egemen bir dünyada yaşar olduk. Ortaya günün aktüalitesine uygun, “İmam öğretmeni yendi” diye bir laf atılıyor, çok satar CD şarkısı gibi bir süre sohbetlerimizi turluyor, yazılarımıza konuk oluyor. ğumuzu anlamaya, onları aşmaya çalışmaktır. Simgelere sarıldıkça, başkalarının simgelerine saldırdıkça, bugün Türkiye’de olduğu gibi, bize karşı oynanan oyunların oyuncuları oluyor, düğmeye basarcasına simgelerimizi manipüle eden toplum mühendislerinin, provokatörlerin varlığını unutuyoruz. Evrenselliğimizi unutturan aitliklerimizin peşinde birbirimizle mücadele ederken, çeşit çeşit mazlum kimliklerimizde ayrışırken dünyayı örümcek ağı gibi saran sessiz, görüntüsüz iktidarların farkında olamıyoruz. Bu minvalde bir sorgulama mekanizmasından söz edebilir miyiz? Neden bu mekanizmayı inşa edemedi insanlar? Tarihimiz boyunca bizden olmayanları, düşmanlarımızı sorgulamaya alıştık, alıştırıldık. Kendimizi, inandıklarımızı sorgulamaktan kaçındık. İnsan asıl kıymet verdiğini eleştirir. Bu da güven gerektiriyor. Tarihini ezberleyenler, onu eleştiremezler. İnançlarını sorgulayamayanlar kul olmaya mahkum. Herhangi bir yere ait olma arzumuz, dışlanmak korkumuz, olaylara, kendimize mesafe alıp bakabilmemize ağır bastığında edilgenleşiyoruz. Psikologların yaptığı bir deney var. Biri diğerinden az daha uzun iki sicim vardır. Deneklerden, uzun olanı göstermesi istenir. İlk on denek, kendilerine psikoloğun önceden gizlice verdiği talimat doğrultusunda, kısa olan sicime uzun der. Gerçek denek olan on birinci kişi, kendisinden öncekilerin dediklerine uyar, o da kısa olanı uzun diye gösterir. “YA SEV YA TERKET...” Ülkenin gittikçe muhafazakârlaşması, bunun yanında aşırı milliyetçileşmesine, hal böyle olunca da iki kutbun aynı cümle altında, “Ya sev ya da terk et” şiarı altında buluştuklarını imliyorsunuz… Yanılmıyorum, öyle değil mi? Türümüzün tarihinin bu aşamasında her ikisi de bize yakışmıyor. Hele ikisini birleştirip apoletli tarikatçılar yaratıyoruz. Rejim karşıtlarını düşüncelerinden çok ülkelerine bağlı olmamakla, ülkelerini sevmemekle, hatta Nâzım Hikmet örneğinde olduğu gibi vatan haini olmakla suçlarız. Egemen güçler bayrak, din ve kahramanlarımız gibi ortak değerlerimizin arkasına gizlenip özgürlüklerimizi kısıtlayarak diktalarını kurar, çıkarlarını kollar. Peki sizce bu durumdan Batı nasipleniyor mu? Batı’nın faydalanmacı, çıkarcı bir yapısından söz edebilir miyiz? Batı, böl ve yönet politikasıyla içişlerine karışıp altüst ettiği ülkeleri bir yandan da medyası aracılığıyla aşağılıyor. “Doğulu rüşvet alır” diyor, rüşvet verenin kendisi de olduğunu es geçiyor. Ancak Batı’ya yüklenmenin aldatıcı kolaylığı sorunlarımıza sahip çıkmamızı engellemiyor mu? Türkiye gibi birçok ülkede milliyetçilik ve din sarmalının kolaycı aitliğinde infiale sürükleniyoruz. Mesele Batı’ya karşı çıkmak, Batı’dan kurtulmak değil. Tersine özgürlük, insan hakları kavramlarının oluşmasında, din ve devletin ayrışmasında, Batı’nın da kritik katkısı olduğu evrensel kültürümüzü birlikte sahiplenebilmek. ABD’den uzaklaşalım derken, totaliter ideolojilerin, dini ve milliyetçi provokasyonların tuzağına düşmemek. Dünya öyle bir noktaya geldi ki, günümüzde iyice raydan çıkmış ABD’de demokrasisinin esenliği ABD’lilere bırakılmayacak kadar önemli. Doğu konusuna nasıl bakarsınız? DoğuluBatılı ikileminde kalan ya da kasten bu eşik yapı içersinde tutulmak istenen bir durum var mı sizce? Dünyamıza hâlâ DoğuBatı ikilemiyle ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 961 Gündüz Vassaf’ın kitabı on bir yıldır yayımlanan köşe yazılarından oluşuyor. Sanıyorum amacınız tabuları yıkmak değil, neyi kimi nasıl tabulaştırdığını anlayabilmek… Tabuları yıkmakla yetinmek bizi başka başka aitliklilere teslimiyete götürüyor. Rejimlerle bütünleştirilen simgeler özgürlük yanlılarını da aldatır, hedef şaşırtır. Simgeler tabulaştıkça özgürlük yanlıları da tabuları yıkmak için o simgelere odaklanır. Oysa özgürlük simgelerle kalıplaşmak değil, onlardan özgürleşmek. Simgelerin nasıl kalebentleri oldu
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle