03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Değinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN Yeni bir İlhan Selçuk bu yanıtı: “Yazarlık budur. İstediğini, doğru gördüğünü özgürce yazacaksın, her türlü eleştiriyi çekinmeden yapacaksın, ama yasaların karşısında yine de suçlu duruma düşmeyeceksin.” Ama görevini yerine getirmenin sevinci içindeki “Jurnalci yazar”, aklanan yazarın yüreğindeki acıyı hiç mi duymayacaktır? Oysa İlhan Selçuk gibi bir bilge–yazar, yazdıklarından aklanmaya değil, başka yazarların yazamayışına yazıklanıyordu: “Bir yazar için kendi yazdıkları önemli değildir; başkasının yazamadıkları önemlidir; hapishanesinde bir tek fikir suçlusunun bulunduğu ülkede yaşayan yazar kendini özgür sanıyorsa vay haline!” “CEMAL SAHİBİ” BİLGE Eskilerin “Cemal sahibi” dediği insan; hoşgörülü, iyimser bir tutum içindedir. Kişilere, olaylara bakışında; gülmeceye sarılmış bir yergiyle taşı gediğine koymuşsa, “soytarı” değil, “bilge”dir. Yazıdaki dokundurmada kişiyi inciten değil, insanı düşündüren bir incelik olmalıdır. Ama kişi “ham ervah” birisiyse, kaba övgüden başkasına aklı ermez. “Kalem erbabı”, kaba övgüde nasıl dokunduracağının da ustasıdır. Yazıda insan önce kendini öğrenmeye çalışır. Sözcüklerin çağrışım gücü bir iç geziye çıkarır yazarı. Bir yazar, bilinmeze doğru, gerçeği anlamaya çalışır. İlhan Selçuk kendinin gerisine çekilerek bakıyor yazdıklarına: “Kendimi bir amatör yazar olarak düşünüyorum ve bir öğrenci gibi duyumsuyorum. Her gün yeni bir şey öğrenmenin heyecanını yaşıyorum.” Gene de yazılarının üç boyutlu olmasına özen gösteriyor. Belli bir zaman içinde, yaşadığımız ortama anlam kazandırarak, olaylara tarihsel bilinçle bakmak! Köşe yazısına deneme anlayışını yakıştıran bir yazarda yazı kurallarının özelliklerini aramak gerekmez. Bilgi birikimini erteleyerek, anımsamaz görünerek, dağınık çağrışımları sağlam bir düzenceye sığdırmanın ustası olmak yeter. Aydınlanmaya doğru, “uzun yola çıkmaya hüküm giymiş” olan insan, önce kendini aşmaya çalışacaktır. Hapislerde, işkencelerde sınanmış olan İlhan Selçuk, kendini tanımaya çalışacaktır. Gerçek benliğimizi aramak, onu bulmaya çalışmakla geçer yaşama serüvenimiz. Kendi benliğindeki “ben”i arıyor İlhan Selçuk: “Bizler, kendi yaşamlarımızın da ötesindeki yaşamların insanlarıyız, aynı zamanda kendimizden öncekilerin insanlarıyız.” Yalçın Pekşen’in tanımı gerçekçidir ama yeterli midir? “İlhan Selçuk, felsefi aydınlanmacıdır. Yani inançların karşısında aklın ışığını izleyen insandır” (Babıâli’nin Onur Penceresi). Ama o, İslam’ın gülen yüzünü de tanıdı. Bağnaz bir dinci gibi değil, o “Sonsuz Güç”ün hoşgörüsüne sığınarak, iç gerçeklerin belirsizliğine, aklın özgürlüğüyle baktı. Kirli paranın gücü insan onurunu lekelemeye çalışır. Belleksiz toplumlar sarı ağızlıdır. Her şeye inanır. Bir kavgadan yara almadan çıksanız bile, belleksiz toplumun bakışı kuşkuludur. “Ve ruh atılan oklarla delik deşik.” Hayır, yaralı yüreğini umuda yatırmıştır o! Yüreğin duvarlarını öpen yeni bir kan dolaşıyor o damarlarda. İnsandan umudunu kesmeyen “Yeni bir İlhan Selçuk”, belki de “Yeni bir Mehdi” dönüyor aramıza. Kirli paranın gücü; “iyi, güzel, doğru” olanı “kötü, çirkin, yanlış”a dönüştürebilir: İnsan onurunu lekelemeye yetmiyor. Atılan ok, bumerang gibi dönüp ok atanı yaralayabilir. Yeni bir İlhan Selçuk’a değmez. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: azarlık biçem oluşturma işidir. Biçem, yalnızca yazının kişilik kazanması değildir, bir yazarın insana, yaşamaya nasıl bakacağını da bilmesidir. Toplumsal değişimlerin kökeninde insan vardır. İnsana bakmak, onun ruh dokusunu bilmek anlamına gelmelidir. Goethe’nin gözüyle bakarsak, “İnsan bildiği kadar görür.” Yeter ki soyut belirsizliği somut yalınlığa dönüştürebilsin. Ama gerektiğindn yalın olmasın. Y “Yaşar iyi, güzel, doğru olan” denmiştir. İslam anlayışından geçtiği söylense de, “iyi, güzel, doğru” arayışı “Aydınlanma”nın da erdemidir. Aydınlanma; iyiyi, güzeli; doğruyu kapsayan yeni bir değerler bütünüdür. Bu değerlere inançla değil, akılla bağlanmak gerekir. Sömürü düzeninin kalkması olarak da yorumlanacak bu sözleri, cumhuriyete karşı olanlar, kendi çıkarlarına kullanıyorlar. Karmaşık yapı içindeki bir topluma, İlhan Selçuk’un, yalnız aydınlanma bilinciyle değil, İslam’ın güler yüzüyle de bakması, o bakıştaki biçem özelliğidir önemli olan. Muzaffer İlhan Erdost bu bakışı şöyle yorumluyor: “Öyle günler olur ki, ne diyeceği bilinse de, nasıl diyecek diye de aranırız. Çünkü o basınımızda bir nirengi noktası gibidir” (Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin 1989 Onur Ödülü’nü İlhan Selçuk adına alırken yaptığı yazılı konuşma). ZAMANIN TERAZİSİNDE İlhan Selçuk’la ilgili görüşler, bir uzun söyleşi, seçilmiş yazıları onu anlamayı kolaylaştırıyor (Aydınlanma Bilgesi İlhan Selçuk, hazırlayan Alpay Kabacalı, Portreler, Gürer Yayınları, 2007). Geleceğe ışıklı bir “Pencere” açan İlhan Selçuk’u “Aydınlanma Bilgesi” olarak tanımlayan Alpay Kabacalı’nın çalışması, belli bir görüşte birleşmemizi sağlıyor: “ ‘Zamanın terazisinde’ tartılan İlhan Selçuk, her zamanki gibi, kendisine veriSAYFA 24 len ‘bilge’ sıfatını hak ediyor.” Bilge olmak zor iş, her türlü açmazın içinde olacaksın, kendinle barışık kalabileceksin. Karmaşık bir konuyu yalınlaştıracak, kavganın içinde bile, “Cemal sahibi” olmayı bileceksin. Ümmetçi bir toplumda yaşamak, yüzyıllar boyu o kültürün izlerini taşımak, böyle bir toplumda kişiliğini oluşturmak anlayışı; yeni bir topluma geçildiği zaman, nasıl bir değişime uğrar? İnsanın duruşuna, bakışına, davranışlarına sinmiş olan bir yaşama biçimini yeni bir dünya görüşüne alıştırmak kolay mıdır? Bu yüzden, aydınlanma devriminin benimsenmesi için bilge yazarlara gereksinim var. Onlar kesin bile söylese, sorar gibi bir ince davranış içindedir. İlhan Selçuk’un yazılarındaki biçemde bu anlayışın izlerini aramalıyız. Aydınlanma kültürüne geçmenin en önemli özelliği Osmanlıcadan kurtulan Türkçeyi yazı diline alıştırmaktır. Osmanlıca özlemi çekenler bile artık o dilin yaşatılamayacağını biliyorlar. Geleneğe bağlı töreleri yeni bir dilde canlı tutamazsınız. İyiyi, güzeli, doğruyu “aydınlanma”da aramak gerekecektir. İlhan Selçuk belli konular üzerinde durdukça kendini yineliyor sanılır. Oysa belli bir konunun ayrıntıları üzerinde durmak, sezilmeyen nice inceliklerin belirtilmesine yarar. Kendini hazırlamayan bir yazar her gün yazmak zorunda kalırsa yazısını gereksiz ayrıntılarla doldurur. Gereksiz ayrıntılar yazıyı okunamaz duruma sokar. İlhan Selçuk diyor ki: “Her gün yazmak için her gün düşünmek, her gün araştırmak, her gün çalışmak gerekir. Yirmi dört saat form tutmak zorundasınız. Belirli saatte yazıyı ortaya çıkarmak zorunluluğu itici güç oluyor. Tembelseniz ve bu çalışmayı yapmazsanız, o zaman içi boş bir çuvala dönersiniz. Köşe yazarlığını sürdürmek, bir kemancının her gün sekiz saat antreman yapmasına benzer.” TARİH BİLİNCİ Bir sözün, bir yazının çağrışımıyla, kimselerin ayrımına varmadığı bir olaya nasıl bakacağını bilen köşe yazarı, bize de görmeyi öğretir. İlhan Selçuk bir olaya dilin gücüyle bakılacağını bilir. Cemal Süreya o dili şöyle tanımlıyor: “Her şeyi anlatabilen, yalın, görgülü, sağlam bir Türkçesi var. Çoğunca mizah öğelerinden yararlanır.” “Mizah öğesi” İlhan Selçuk’ta “yergi”yi yumuşatmaya yarar. Yumuşak görünse bile, taşı gediğine koymasını bilen bir yergi ustasıdır İlhan Selçuk. Bu ustalığın ayrımına varan gene Cemal Süreya’dır: “Yergi, toplum sözcüsü İlhan Selçuk’un işlevine uymakta, hatta yakışmaktadır. Güldüren değil, cezalandıran bir mizahtır onunki. Kahreden bir alay gücü karşısındayızdır. Toplumun öcünü komayan, unutmayan, bağışlamayan.” Toplumun öcünü komamak, unutmamak, bağışlamamak ne anlama geliyor? İlhan Selçuk bunu insanın tarihsel bilince erişmesi olarak yorumluyor: “Yeryüzünün tarihi, haklıların iniltileriyle doludur. Her haklı yenilgi, tarihin bir sayfasını açar. Bu sayfalar birikir, yenile yenile, en sonunda yengiye ulaşır insan. Ve belki bizim ömrümüzde olmayabilir, bunu belki görmeyebiliriz, ama biliriz ki tarihsel bilinci olan insan bilir” (İlhan Selçuk’un TÜYAP Onur Gecesi Konuşması). Peki, yenilgi nedir? İlhan Selçuk’un Onur Gecesi Konuşması’na açıklık getirmek isteyen Oktay Akbal bu sorunun yanıtını arıyor: “İlhan için yazılacak bir kitaba verilecek en güzel, en yakışan başlık bu olmalı: ‘Yenilgilerden Yengiye’... Ama yenilgi derken neyi anlatmak istiyoruz? Kimin yenilgisi, neden yenilgi? Gözaltılar, tutukluluklar, hatta mahkum olmalar, sürgünler mi yenilgidir? Nâzım Hikmet on beş yıl yattı, şimdi onu yaşamın güçlüklerine yenik düşmüş biri mi sayacağız?” (Yenilgiden Yengiye). Abdülhak Hamit bu anlayışı bir dizeye sığdırmış: “Galip sayılır bu yolda mağlup.” İlhan Selçuk nice yargılamalar geçirdi. Hiçbirinden ceza görmedi. Yargıca verdiği yanıtta: “Hayır benim sabıkam yok. Ben hiç mahkum olmadım, her duruşmadan aklanarak çıktım” diyebilmiştir. Oktay Akbal yazarlığın onuru sayıyor MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11 236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 956
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle