Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kitaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Okuru şaşırtmayı biliyor musunuz? ayıs boyunca üç gün ancak kalabildim İstanbul’da. Gündemime aldığım yazı tasarılarıyla buna değgin takvimi etkiledi bu durum elbette. Böyle olmasaydı, en azından iki haftadır başka yazılar okuyor olacaktınız “Kitaplar Adası”nda. Son olarak Artvin’deyim, bu haftanın “Kitaplar Adası”nı da Artvin’de kaleme alıyorum. Yazıyı istediğiniz yerden gönderirsiniz, önemli değil… Ama baştan sona, bütünüyle ilk kez verimlenecekse yazı, oldukça zor o zaman, en azından benim için böyle. Aslında her koşulda okumaya müthiş yatkınlık gösteriyorum da, yazmaya gelince iş, değişiyor. Kendimin kılabildiğim bir düzende yazmak rahatlatıyor beni, yazacağım ortamı ilkin kendime ait kılmam gerekiyor. Alışamadığım değil, ama özelleştiremediğim, başucu kaynaklarımın bulunmadığı, belirsizliklerle örülü bir ortamda yazı üretmek zor mu zor geliyor nedense bana. M Çıkmadan evden, gözüme ilişen ilk kitabı kaptım, fırladım. Abidin Dino’nun Yeditepe Öyküleri’ymiş. (Can, ikinci basım, 2007) İş Bankası Kültür Yayınları’nca 2002’de yayımlanmış ilk olarak, ben yenice görüyorum kitabı. Banka yayınevleri, kitap üzerine düşünce üretenleri pek umursamıyor herhalde, şunca yıl sonra böyle bir izlenime varmışsam eğer, bankalar da üzerinde durmalı derim bunun. Artvin’e son yirmi yıl içinde beşinci gelişim, bu kez bir hafta kalacağım. Sonrasında Samsun, Amasya, Vezirköprü, Devrek, Bartın, Amasra, Kurucaşile, Batı Karadeniz yöresinde dolaşacağım bir hafta, her gün ayrı yerde konaklayarak. Artvin’e geldiğimin ertesi günüydü, fesleğen kokulu bir kızcağızın sesi çınladı telefonumda: “Öykünün eşkıyasından aldım numaranızı. Benim de bu yakınlarda ilk öykü kitabım çıktı, göndermek istiyorum, adresinizi verir misiniz?” Dur kız, dur, dur… Kimsin sen? Seviye Merih’miş adı. Oralarda Bir Yerlerde (Kanguru, 2008) adlı kitabı yenice yer almış kitapçı vitrinlerinde. Şu bizim Hasan Özkılıç da “Öykünün Eşkıyası” olarak mı kaldı ne? Madem öyle, verdim adresimi ben de: Sadık, Artvin… İşte “Kitaplar Adası”na konuk edeceğim kitaplar böyle çıktı ortaya. “YEDİTEPE ÖYKÜLERİ” Meğer ne büyük ziyafetmiş Abidin Dino (19131993) okumak. Dino’nun öykülerini yayına hazırlayan Ferit Edgü, Yeditepe Öyküleri için kaleme aldığı “Sunu”da bunun önemini çok iyi vurguluyor: “O dönemin Türk öykücülüğünde, bu öykülerin benzeri yok.” (10) Abidin Dino, toplam sayısı beşe ulaşan bu başlık altındaki öykülerini 1930’larda yayımlıyor, ilk öykünün yayımlanış tarihi 1934. Kitabın ilk yayımlanışı sonrasında ulaşılan, bu nedenle de ancak son basımSAYFA 18 Öykülerini birbirine koridorlarla bağlıyor Dino. “Geceleri, Yeditepe rutubet ve yangın kokardı”, “Kadınların ve denizin hafızası yok” vb. söyleyişleri bu koridorların ilmekleri bir bakıma. Koral söyleyişler, bir müzikalin, daha doğrusu operanın tragedik yansısından gölgeler iniyor Abidin Dino’nun öykülerine. Yeditepe’nin kapana kısılmış insanları, öldürmeyle, yoklukla, acıyla, kahırla, çaresizlikle çevrili insanları, bunca şaşırtıcı, irkiltici bir öykülemeyle karşımıza gelirken ister istemez nefesimizi tutuyoruz. Abidin Dino’nun, şu bizim Abidinimizin öyküleri bunlar; yarı şiir, yarı senaryo, yarı oyun, Abidin Dino yarı heykel, yarı müzik, yarı resim, da yer alan üç öyküsü daha var Dino’nun. yarı çizgi. Gencecik yaşta verimlediği, heBunlardan ikisi, 1931’de yayımlanan iki pimizi kendine hayran bıraktığı yetkinlik “öykücük”. örneği; genç ustalık anıtı. Tarihleri, Abidin Dino’nun on sekiz, yirmi Özgürlüğe ulaşmanın bir yolu da yazyaşlarındayken öykü yazıp yayımlamaya mak! Siz, yazarak mı şaşırtıyorsunuz, yokbaşladığını vurgulamak için anıyorum. sa okuduklarınıza mı şaşakalıyorsunuz? Ferit Edgü’nün yargısına katılmamak elYeditepe Öyküleri, mutlaka okunması de değil. Kendi payıma, 1930’lar öykücügereken bir yapıt. leri arasında, tüm verimlerini okuduklarım da dahil, hiçbirinde görmediğim farklı bir “ORALARDA BİR YERLERDE” damarı işleyerek geldiğini, öykü severlerin Seviye Merih (d.1970, Antalya), Oralarkarşısına çıktığını söyleyebilirim Dino’nun. da Bir Yerlerde’yi gönderirken bir de kaAnlatımıyla, biçemiyle çarpıcı, içiyle yolem eklemiş yanına kitabın. Hangi kitapları ğun, ağır debili, bütünüyle şaşırtıcı, silkelehangi illerde, hangi kıyılarda, Anadolu’nun yici öyküler… Gördüm ki usta, yenilikçi, hangi ücralarında, hangi yollarda okudugeleneği devirirken bu yeniliğini devrimci ğumu bilemem tabii. Ne var ki Artvin’de temele oturtan, bundan sonrası için, kenokuduklarımın arasına, Dino’nunkiyle Medinden sonra gelecekler için sis çanları rih’in kitaplarını da eklemiş oldum böyleçalan bir yazar Abidin Dino. ce. Aynı bir öyküde sanki bir de şiir yazmış, Seviye Merih, olayı aktarırken bunu senaryo kaleme almış, çevre düzeni notla“olay öykücülüğü”ne dönüştürmeyen; rı düşmüş, diyaloglar serpiştirmiş Dino. olay anlatımını, söylen sarmalıyla yoğurup Ama sorun, kendisi geleneğe dönüşebileanlatımına anlamlandırma derinliği katan, cekken bu öykülemenin, öykücülük kavraolanak olarak bunun önünü açan bir genç yışının öykücülüğümüzdeki anadamara yazar izlenimi bıraktı bende. Soyutlayımda katılıp katılamadığı, ulanıp ulanamadığı. sergilediği incelikli, zevkli tutumuyla dikkaİstanbul öykücülerini biliyoruz; sayıları ti çekiyor çünkü Merih. iki elin parmakları sayısına ancak ulaşıyor. Merak ettiğim, böylesi başarıya ulaşmaAbidin Dino, bu öyküleriyle İstanbul öyküyı nasıl sağlayabildiği, ilk öyküsü 2002’de cülerinin en başlarına terfi ediyor kanımca. yayımlanmış biriyken? İnsan, beş altı yılda Refet Reis, Evgeniya, Koço, Suna Tokgöz, böylesi bir düzeye ulaşabiliyorsa eğer ilk Mübarek Dayı, Ahmet Efendi, Zifirî Sait, öyküsünü Seviye Cemil Baba, Nefeszade Efendi, Aslan UsyayımlayışıMerih ta, Yorgo… Kimler kimler… nın ardınDireğin tepesinde dengede İstanbul öydan, yazarı, küleri bunlar. Bir yanı denizde, öte yanı üzerinde karada. Uçan, denize, karaya karşın hep durulmayı, uçan, uçan öyküler… Bu arada buzda kakendisinden yarcasına dengesini koruyup sürdüren… İstanbul yaşantısının, İstanbul’da yaşanan, yaşanabilecek olayların, bu olayların peşinde sürüklenen, birer “uskumru” konumundaki küçük insanların, adama parmak ısırtacak ustalıkla soyutlayımı yapılarak örüntülenen öyküleri. “Kamera göz” tarafından kayda alınmış öyküler diyeceğim, değil; burkulmayla örtülmüş alaysama, incecik yoksulluklara bulanmış içlilik, gizemle cilalanmış büyü diyeceğim, değil. Hem böyle, hem değil. Değil, değil, ya ne? söz ettirmeyi hak ediyor demektir bence. Sıradan olay aktarıyormuş gibi göründüğü öykülerinde bile sonradan kalıpladığı anlamlandırmaya dayanarak bunlardaki düzeyi yükseltmeyi başarıyor Seviye Merih. Gelişmiş bir anlatım düzeyi yansıtıyor sevindirici tutumla. Parçalanmış ailelerin, ayrı ya da aykırı anne babaların öyküleri bunlar, kopuklukların, ayrılıkların, yalnızlıklarla yoksullukların olduğu kadar. Irgatlarla, madencilerle, kenar mahalle yoksullarıyla, mahpusluklarla, öksüzlüklerle çevrili bir evrende, kendi yeterlikleri içinde düzen kurup dikiş tutturmaya çabalayan insanların zenginleştirdiği öyküler. Kimi genç öykücüler, konuşma örgülerine pek yüz vermezken Seviye Merih öykü kişilerini konuşturmada ustalık gösteriyor denebilir. Öte yandan konuşma örgülerine kazandırdığı kesmeli, kaydırmalı, kademeli söylemler de öyküler içinde hoşluk yaratıyor gördüğümce. Ama arada bir önümüzü kesen şarkı anımsanışları için bunu söyleyemem doğrusu. Bu arada sürekli gözyaşı içeren, ağlamaklı kişilerin gezindiği bir anlatımın, öyküde gedikler açacağı da iyi bilinmeli derim. Yaşamdaki olgusal gerçekler böyle olabilir, ama sanatın bu olmadığını, onun hayatın dışında bambaşka temelde, başka bir gerçeklikle, sanat gerçekliğiyle örgülenmesi gerektiğini bilmek zorunda bir genç öykücü. Komiklik nasıl aykırı kaçarsa, acıklılık da o ölçüde irkiltir öyküyü. Oysa acıklılık, gözyaşı Seviye Merih öykülerinin olmazsa olmaz öğelerine dönüşüyor neredeyse. Öykü, melodramatik evrenle içli dışlı olunca bu ölçüde, öykü sanatının kendi giysisinden soyunmasına yol açıyor anlatıda. Kimileyin nahif, güzel bir okuma tadı bıraksa da yazınsal tat bağlamında henüz olgunlaşmamış ürünlerine rastlanabiliyor genç yazarın. Bu, olağan; öyle ya, yer yer belirgin yükselişler göstermekle birlikte, türdeş bağlamda henüz ipi göğüsleyebildiği söylenemez sanıyorum genç yazarın. Ama değil mi ki dikkat çekici öyküleri var Merih’in, yalnızca bu üç beş öykü bile onu, birden belirli düzeye ulaşmış öykücü yapmaya yetiyor elbette. Çünkü okuru şaşırtmanın ne anlama geldiğini öğrenme yolunda Seviye Merih. Oralarda Bir Yerlerde, bunu ele verip gösteren önemli bir ipucu. Öyleyse, artık genç öykücüler arasında onun da anılması zorunlu. Dileğim, öykünün kiracısı değil, yerleşiği olması onun. SANATTA ŞAŞIRTICILIK... Sanatta şaşırtıcılık dediğimiz, bir yaratı sorunsalı aslında. Yaratıcılıkla birebir giden didişmenin dışavurumu, sanatla at başı sürdürülen bir gizli verimleyişin yol haritası… Büyülemek, ama şaşırtmak; aykırılamak, ama şaşırtmak; oynamak, ama şaşırtmak! Bunu şaşırtıcılık olarak uygularken müsamereye sırt dönmek, bu arada yeniyetmelerin heyecanıyla savrulmak yine de… Demem o ki, amuda kalkılarak, parende atılarak şaşırtmaya sapılmaz sanatta. Sanatta şaşırtmaca, olgusallıkta değil, bunun yansıdığı sanatsal gerçekliğin ele alınıp işlenişinde bin bir hileye, oyuna dalınarak yapılabilir ancak… Ferit Edgü, andığım “Sunu”sunda, Abidin Dino’nun öyküleri için, “Abidin, ölümünden sonra da, bizleri şaşırtmaya devam ediyor” (11) diyor. Gençler de elbette böylesi yapıtlarla bizi şaşkınlığa uğratabilir, gözümüzü kamaştırabilir. Bu çerçevede ilk, hatta tek kalabilen öykü kitaplarıyla Abidin Dino’yu, Oğuz Atay’ı, farklı açıdan öykünün temel taşlarından biri bağlamında kabul edilebilecek Onat Kutlar’ı kendine örnek alabilir genç öykücüler. Tek öykü kitabıyla yazında ölçüt oluşturabilmek kolaymış gibi görünse de pek güç aslında. Bu çerçevede andığım örnekler, bunun somut verileri olarak alınabilir sanıyorum. Abidin, şaşırtmayı biliyor. Ya siz, genç öykücüler, siz şaşırtabiliyor musunuz öykünüzde bizi, siz şaşırtmanın, şaşırmanın öyküsünü yazabiliyor musunuz? Artvin, 2 Haziran 08 ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 956