Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
John Gray’den ‘Saman Köpekler’ Doğru okunduğunda huzur verecek Kısa ve öz, nükteli ve imbikten geçirilmiş bu kitap, derin bir bilgi ve merakın ürünü. Akıl yürütme olarak kolaylıkla yanlış okunabilirdi. Ama öyle değil. Daha çok düşünme biçimi öneriyor. Akıl yürütme, Gray’in yok etmeye çalıştığı sanrıları andıran bir eylemdir. Saman Köpekler ise derin düşünmenin ürünü. me ve mükemmelleştirme acayip fantezilerdir. Gray, bunların bugünkü anlayışımızca daha kabul edilebilir bir kılığa sokulmuş Hıristiyan inancının alevlendirilmesinin sonuçlarından başka bir şey olmadığını söylüyor. Hayır, doğayla Darwinci bağlantımızın gerçek etkileri en ateşli ateistlerin ya da en militan hümanistlerin zihninden geçmiş her şeyden kesinlikle çok daha köklüdür. Günümüzde bu etkiler üzerinde kafa yoran hepi topu birkaç Batılı düşünür bulunur Edward O. Wilson (her zaman değil), James Lovelock ayrıca, bildiğim kadarıyla bunu enine boyuna düşünen yalnızca bir kişi var, o da John Gray. Sizi uyarmam gerek, Gray arkadaşımdır, dolayısıyla bu eleştiri yazısı içerisinde onu biraz olsun kayıracağımı tahmin edebilirsiniz. Ama ben fazla olacağını sanmıyorum. Bu, bizden çok daha bilgili gelecek kuşakların – tabii eğer varolurlarsa– okuyacağı çok önemli bir kitap. ‘BATILI GELENEĞİ’ Gray Londra Ekonomi Okulu’nda Avrupa Düşünce Tarihi Profesörü, Oxford’da da Siyaset Profesörüydü. Onun ‘80’lerde sağdan ayrılarak şimdi her nerede bulunuyorsa oraya buna asla “sol” denemez yaptığı entelektüel yolculuk masal gibi ve olağanüstüydü. Bana kalırsa, onu buna iten insanın anlamsızlığının anlamını giderek daha çok farkına varması olmuştur. Kendimizi ya da dünyayı yönetmede serolamaz, bir tek belirli insanların yaşamlarından söz edilebilir.” Gray bu kendini yüceltme geleneğini belli başlı düşünürlerinin serinkanlı ve altüst edici inkârlarıyla aynı kefeye koyuyor. Sahte putlar arasından Platon, Kant, Nietzsche, Heidegger ve Wittgenstein’ı seçmiş. Postmodernizm ise, “insanmerkezcilikteki en son moda.” Taparcasına sevdiği anlaşılan, “Hümanizmin ilk ve henüz eline su dökülmemiş eleştirisini yapan” Schopenhauer’e dil uzatmamış Gray. Schopenhauer’in büyük ustalığı düşüncesini Batılı gelenek sınırlarının dışına taşıyabilmesiydi: Schopenhauer, Hint felsefesi üstüne kafa yormuş belli başlı ilk Avrupalı düşünürdü, üstelik onun öğretisini – Hıristiyanlığın ve hümanizmin özü olan özgür, bilinçli bireyin bizi gerçekte kim olduğumuzdan saklı tutan bir yanılgı olduğu fikrini– özümseyen ve kabul eden tek kişi olma özelliğini hâlâ sürdürür. İşte bu “özgür, bilinçli” benlik dünyadaki sözüm ona büyük ahlaki önderdir. Ancak bu benlik sanrı olduğuna göre ahlak da bir saçmalık –daha doğrusu afrodizyaktır. Gray, ahlakın “bizi daha iyi insan” yapmak yerine, kusurlarımızı arttırdığı su götürmez,” diye belirtmektedir. Kendimizle dünya arasındaki soyutlamalardan biridir ahlak. Aslında ahlaksızlığımızın meyvesi olan sıradan yaşamlarımızla ilgisi yoktur. Ahlak felsefesine gelince, Gray bu konuda öfkesini dışa vurmadan edemez: Ahlak felsefesi kurgunun çok geniş bir dalıdır. Buna rağmen, bir filozof en sonunda büyük bir roman yazmalıdır. Gerçek şaşırtmamalı. Felsefede insan yaşamıyla ilgili hakikatin önemi yoktur. TAOCU GÖRÜŞ... Gray, ahlakbiliminin bir soyutlamadan çok kullanışlı bir beceri olduğunu söyleyen Taocu görüşe yakın duruyor. Bu görüşe göre yüzme ya da bisiklete binme gibi ahlakbilim de düşünmeden ne yapacağını bilmenin püf noktasıdır. Ahlaklı adam kendiliğinden ve duygularına kapılmadan iyi bir yaşam ¥ Ë Bryan APPLEYARD* G enellikle gelişigüzel bir yaklaşımla Charles Darwin’i özümsediğimiz varsayılır. O bizim doğal dünyayla ilişki mekanizmamızı kurarak Kopernikus ile başlamış projeyi tamamlamıştı –insan türünü yaratılışın odak noktasına çıkaran tahtından edilmesi. Richard Dawkins, Darwin’in ateist olmaya entelektüel saygınlık kazandırdığını ileri sürmüştür. Dawkins’in hatası ve onunla birlikte nasılsa ansızın geliştirdiğimiz Darwinsonrasının hatası, Darwin’i fazla önemsemek değil, tam tersine onu alabildiğine küçümsemektir. Eğer Darwin’in tek yaptığı ateizmin sorumluluğunu üstlenmekse, hiçbir şey başaramamış demektir. Çünkü ateizm, John Gray’in sözleriyle, “Hıristiyanların hakikat tutkusunun geç filiz vermiş bir ürünüdür.” Ateizm her zaman Hıristiyan tanrısıyla elbirliği içinde olagelmiştir. Sekülarizm gibi o da “inkâr ettiğiyle tanımlanan bir koşul.” Ateist olmak daima “entelektüel açıdan saygınlık” getirmiştir ya da en azından Darwin’e kadar öyleydi. Dahası ateizm, ilerlemeye ve mükemmelleşmeye inanan çağdaş hümanizmin temelini oluşturur. Ama Gray’in dediği gibi, “Balinaların ya da gorillerin kendi yazgılarının efendisi olduğu bir çağdan söz etmeyiz. Peki insanlarınkinden neden söz edilir?” Bu gezegenin dört milyar yıllık tarihi açısından bakıldığında ilerle Gray, ahlakbiliminin, kullanışlı bir beceri olduğunu söyleyen Taocu görüşe yakın... gilediğimiz gözle görülür beceriksizlik, öyle ufak çaplı bir sorun değil, gülünç, hiç değil; bilincimiz ve doğal düzendeki gerçek yerimizle beslenen sanrılar arasındaki başlıca kopukluğun kendini belli etmesidir. Gray’e göre, bu kopukluğun ve sanrıların en çarpıcı biçimde görüldüğü yer bizim “Batılı Geleneği” dediğimiz bağlam. Platon’dan itibaren kendimizle dünya arasına bir dizi soyut kavram koymamıza neden oldular. Doğru, güzel ve iyi olmadık bir arayışın varolmayan hedefi haline geldi. Hıristiyanlıkla birlikte başı, ortası ve sonu bulunan bir hikâye olarak tarih fikri de listeye eklendi. Onunla birlikte yüksek sanrı da büyüdü: Benliğin akılcı, sürekli bir varlık; dünyadaki diğer bütün oyunculardan farklı bir oyuncu olduğu sanrısı. Darwin’den sonra bütün bu fikirler sapır sapır dökülmüşlerdi, çünkü “Eğer insanların hayvan olduğuna inanıyorsanız, insanlığın tarihi diye bir şey söz konusu Kant Nietzsche Wittgenstein Schopenhauer Platon SAYFA 10 CUMHURİYET KİTAP SAYI 956