Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kısa Kısa... Kısa Kısa... Kısa Kısa... ¥ Ë Kaya ÖZSEZGİN Sanat Tacirleri anat yapıtının alımsatımıyla ilgili gelişmeler ve yaşananlar, sanatın gizemli ve bir o kadar da karmaşık yapısı kadar olmasa bile, ilginç tanıklıkları kapsar. Galeriler ve koleksiyoncular, satıcılar ve alıcılar arasında geçen olayların dökümü, birbirinden meraklı anekdotları barındırır içinde. Genellikle tablo tacirleridir yaşanan olguların tanıkları. Sanatçılarla birlikte alıcıların uğrak yeri olan galeriler, aynı zamanda tacirlik mesleğini olgunlaştırıp yayan kişiler olarak hem sanatçılara hem de tablo meraklılarına karşı sorumlu mevkide bulunduklarından, işlerinin ya da mesleklerinin ehli olmak için, bir dizi deneyimden geçmek ve meslekte pişmek zorundadırlar. Avrupa’da 19. ve 20. yüzyıl, bu tür kişileri yetiştirmiş ve piyasanın çoğu zaman ters dönen çarkları arasında öğüterek anıtlaştırmıştır. Hemen akla gelenler, biri Alman, öteki Fransız asıllı Kahnweiler ve Vollard’dır kuşkusuz. Başkaları da var elbet; İsimleri, sahibi oldukları galerilerle birlikte anılan tacirler tayfasının nasıl olup da piyasanın egemen güçleri haline geldikleri, sanatçıları keşfedip üretimlerini yönlendirici bir işlev elde ettikleri, anılarını içeren kitaplardan izlenebiliyor. Ancak her şeye karşın, anlatılanlarla yaşanan olguların akışı arasında, tacirlerin lehine bir parantez açmak gerekmiştir her defasında. Bu parantezin içinde, taciri dönemin simgeleri arasına katan talihin payı hesaba katılsa da ailenin muhalif tavrına direnen ve kendini yaratmayı başaran ayrıntılar da var ki, bu ayrıntılar ortamlara ve koşullara göre faklılıklar gösterecektir. Kendi içlerine kapalıdırlar tacirler genellikle; sırlarını pek açığa vurmazlar. Onları konuşturmayı başaran kişilerdir bu sırları sanat kamuoyuna ulaştıranlar. Nathan’ın torunu, Georges’un oğlu “Bay Daniel” (Wildenstein) de böyle birinin çabası sonucunda seksen şu kadar yıllık yaşamını ve dünyadaki güçlü tablo tacirleri imparatorluğunun üçüncü halkasını oluşturan biri olarak bilinmezlerle dolu dünyasını anlatabilmiştir. Böylece yarım yüzyıldır sürmekte olan suskunluk çözülmüş ve L’Express dergisinin bir sorumlusuna (Yves Stavridres) yaptığı ayrıntılı açıklamalarla ünlü bir tacirin bugüne kadar gölgede kalmış olan kimliği aydınlanabilmiştir. Dokuz seanslık bir görüşmenin dökümünü kapsayan kitap (*), Stavrides’in önsözde belirttiği gibi, “doğrusal anlamda eksiksiz bir tarihi” yansıtmayı amaçlamıyor. “Görünen, sonuca bağlanan ve yaşanan birkaç küçük şey” yalnızca... Yaşam içinde bir sıcak gezi, yaşamında tanıdığı kişiler, anlatılar ve daha da önemlisi “aydınlatılan sorunlar, açığa vurulmuş konular ve düşünceler..” Bu sonuncular, kitap boyunca tacirlik mesleğinin inceliklerini öğrenip bilmek isteyenlere Wildenstein’ın öğrettiklerini de kapsıyor kuşkusuz. Olayları ve bu olayların baş aktörlerini tanıdıkça, bir dönemin tarihsel gelişmeleri içinde yaşananlar ete kemiğe bürünebiliyor. S Bir filmin “başa sarılması”yla başlıyor her şey. Alsace’lı bir aileden geliyor Daniel Wildenstein. Büyükbabasının Felix, 1905’te New York’ta öğüdü kulaklarında hep GimpelWildenstein Galerisi’nin önünde. çınlamıştır: “Fransa’yı sev ve Louvre’u sık Jane ve Georges. sık gezerek sanatı anlamaya çalış.” Büyükbabasının gözünü eğitmesi gibi Daniel de yaşamı boyunca gördüklerinden güç alarak yetişiyor. Ailenin karmaşık kökeni bir yana, büyükbabadan toruna aktarılanlar, zamanla bu kökeni ikinci plana itecek, büyükbabanın eline ulaşan tabloların Georges Wildenstein’ın, 1918’de sayısı arttıkça tacir Bayan Picasso tarafından yapılan portresi. (Wildenstein Arşivi) lik mesleği de biçimlenecektir. Her ulustan alıcı, onlaterle’den Durın kapısını çalmak bourg’a, Dugereğini duydukça randRuilgi alanı genişleyeel’den Seligcektir. 1917 doman’a, Duveğumlu Daniel, aileen’den Volnin Paris’ten sonra larda’a, döLaure, New York’tabaşka nemin yol 1925’e Nathan, 1925’e doğru. doğru. bir galeri açarak açıcıları, Dasavaş yıllarının yıniel’in yokıntısı içinde varlık gösterdiğine tanık rumlarıyla tanıtılıyor. Rouault ve Bonolaaktır. Büyükbabası onun elinden tunard hayranı Ambroise Vollard’ın porttup Louvre’a götürdükçe, torunun dünresi ilginçtir. Onun “Bir tablo tacirinin anıları” yası renklenir, sanatçıları yapıtlarından adıyla yıllar önce dilimize çevrilen kitatanıma becerisi kazanır. bında kendi anlattıkları, Daniel’in göz(*) Sanat Tacirleri/ Daniel Wildenslemleriyle bütünleşince bu portre daha ÜNLÜ TACİRLER tein/ Çeviren: Kaya Özsezgin/ Rh+Sabir somutlaşıyor sanki. Kitabın ünlü tacirler bölümünde Dienart Yay. No. 2, İstanbul/ 262 s. “Bay yüzde beş” Gulbenkian’ın Wildenstein ailesiyle ilişkisi, 1929 ekonomik krizinin sanat piyasasını sallaması, sanat basınıyla ilişkiler, savaş süresince küçük bir Seurat tablosunu yanında gezdiren Daniel’in, Fransa işgal altındayken yaşadıkları, Almanların koleksiyona el koymaları, canlanmaya başlayan New York piyasasında yaşananlar, savaş sırasında kaçırılan tabloların savaş bitiminde geri alma komisyonları aracılığıyla sahiplerine iadesinde yaşananlar... 1940’lı ve 1950’li yıllarda Amerika ile Fransa arasında gidip gelmeler, Dr. Gachet’nin oğluyla tanışma, eşinin ölümünden sonra Bonnard’ın yaşadığı miras sorunu... Daha da ilginci, Angkor tapınağının rölyeflerini çıkarmak için Uzakdoğu’ya giden De Gaulle’ün kültür bakanı Malraux’nun oradan getirdiği heykellerin kopyalarını yaptırarak pazarlamak istemesi, Malraux ile baba Wildenstein arasında geçen sürtüşmeler, papa VI. Paul’ün üçüncü dünya ülkelerinde yaygın olan yoksulluğu yenmek amacıyla Vatikan kasalarında bekletilen Michelangelo’nun ünlü heykeli Pieta’yı satmak için Wildenstein’ın görüşüne başvurması. Eksperlik sorunu, sertifikalı yapıtlar ve kayıp tablolar üzerine tacirin düşündükleri de yer alıyor kitapta. Bir tablo tacirinin at ve at yarışları konusundaki tutkusu ise ilk bakışta aykırı görünebilir. Wildenstein, anılarını anlattığı kitabın son bölümünde gene ilk çocukluk yıllarına dönüyor ve Marienthal şatosundan fotoğraflarla nostaljik bir son söz kurguluyor. Eski ahşap bir tribünde annesiyle at yarışını izlerken birden merdivenlerden düşüverir elinde sıkıca tuttuğu biletiyle. Daniel Wildenstein’ın tablo taciri olarak yaşadığı anılar, bir tacirin serüven dolu yaşamının roman tadında rahat okunan öyküsü olduğu kadar, sanat pazarlamasının arka bahçesinden yorum ve değerlendirmeleri de içeriyor. Özellikle galericilerin, tablo alımsatımcılarının okumasını önermekle yetinelim şimdilik. ? Balkon Yalnızları Ë Yusuf ALPER slıhan Tüylüoğlu’nun Balkon Yalnızları adlı şiir kitabı yayınlandı. Şiirlerini çeşitli dergilerde izlediğimiz Tüylüoğlu’nun 30 şiirini bir arada görmek, şairle ilgili oluşturduğumuz imgenin daha da netleşmesini sağladı. Tüylüoğlu, şiirin sözcüklerle yazıldığının ve dizenin öneminin bilincinde. Bu tutum, onu şiirin bütünlüğünü düşünmekten alıkoymuyor. Bütünlük kaygısı taşıyan bir şair. Eksiltili bir dilinin olduğu görülüyor. Sözcük ekonomisi belirgin bir şairle karşı karşıyayız. Bu kaygıyı duyan genç şair sayısı oldukça az. Bu tutumu dikkati çeken bir özelliği. Genel olarak ince bir hüznü barındıran, bağırmayan, oldukça sessiz ve derinden akan bir söyleyişi var. Şiirin disiplin gerektirdiğinin bilincinde. O nedenle sözcüklerin dizgin A lerini oldukça sıkı tutuyor. Sözcükler alıp başlarını gitmiyorlar. Bu bakımdan genç şairlerin bir çoğunda görünen düşünce, imge uçuşmaları yok. Bu da onu imge yığıştırarak şiir yazmaya çalışan birçok genç arkadaşından ayırıyor. Yaşadığı toplumla, insanlarla ilgili kaygıları, sorunları olan bir şair kimliği var. Büyük laflar etmiyor, şiire çok ağır sorumluluklar yüklemiyor. Derdini anlatmak (tabii ki herkesi ilgilendiren, insani olan), söylemek istediğini güzel dillendirmek istiyor. Bunu da çoğu şiirinde başarıyor. İnsanlar arası iletişimsizliklerden, çatışmalardan oldukça yılmış görünüyor. Bir kırgınlık, sitem var bazı şiirlerinde: “Sana susacak bir çığlık borcum olsun/ Ne yapalım ciddiyetin rengi hep koyu/ Bir sürü tanrı var aramızda, egosuyla gezen/” (s.39) Yeri gelmişken, pek fazla yok ama, ego vb. kavramlardan uzak durmak gerektiğini de belirteyim. Bir de tanrılara boş vermesini önerip Necatigil’in dediğini diyeyim: “Biz işimize bakalım.” ? Balkon Yalnızları/ Aslıhan Tüylüoğlu/ Etki/Dize Yay./ Nisan 2008/ İzmir/ 64 s. ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 954 SAYFA 24