18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kısa Kısa... Kısa Kısa... Kısa Kısa... Arturo’nun Adası Ë Pınar SÖNMEZ ugün, telaş hayat biçimimiz olmuşken Elsa Morante’nin Arturo’nun Adası ile bu romandan önceki son romanı arasında on yıl bulunması ders gibi… Elsa Morante’nin, çok sayıda eserin yanı sıra, yazar Alberto Moravia ile olan kırk beş yıllık evliliği ve bir süre de yönetmen Visconti’yle beraber oluşu onun renkli hayatına işaret etmekte. On yıl içinde Morante sadece Arturo’nun Adası’nı mı yazmıştır bilinmez; ama o uzun seneler, acelesiz yaratımın gücünü gösteriyor. Romanı çeviren Şadan Karadeniz, Bilge Karasu’nun Arturo’nun Adası’nı çevirmeyi çok istediğini, kendisinin üstadın kaybından sonra romanı çevirmeye karar verdiğini, bu aşamada da Bilge Karasu’nun varlığını hep yanında hissettiğini anlatarak hüznünü okurla paylaşıyor ve çeviriyi, Karasu’ya adıyor. Çevirmen Şadan Karadeniz’in sıra dışı önsözü, hüzünden başka bir his daha uyandırıyor: Merak. Elsa Morante, başyapıt olarak nitelenen Arturo’nun Adası adlı romanını annesini hiç tanımamış, babasının sevgisini hissedemeyen Arturo’nun gözünden anlatıyor. Arturo’nun, çocukluğunu aktardığı ilk satırlar, Marquez’in hayatını anlattığı Anlatmak İçin Yaşamak(1) adlı eserinde kendi çocukluğuna ilişkin şu sözlerini çağrıştırdı bana: “Çocuklara gerçekten ilgilerini çeken ilk öykü anla B tıldıktan sonra, başka bir öyküyü daha dinlemelerini sağlamak kolay değildir.” ARTURO’NUN İLK ÖYKÜSÜ... Arturo’nun ilk öyküsü, hiç tanımadığı annesi… Arturo anne okşamalarından, öpüşlerinden yoksun olma nedeniyle duyduğu özlemi, itmeksizin yaşamıştır. Annesi, onun deyişiyle, ‘çocukluğunun fantastik tapısı’dır. Arturo’nun kişiliği ve beklentileri anneye duyduğu özlemden doğar. Arturo, özlemini “çevresinde yalnızlığın uçsuz bucaksız bir uzam oluşturduğu yalıtılmış bir yer” olarak tanımladığı bir Akdeniz adasında, böğürtlenler ve frekincirleri arasında, gümüşlenmiş gölgelerde yaşar. İklimi, rehaveti, doğasıyla ada bir roman kişisidir adeta. Baba ise Arturo’yu mutlu etmek için hiçbir şey yapmadığı halde, onun için, “…mutlu bir ülke gibiydi çocukluğum, babamın mutlak egemeni olduğu” diyebilmektedir. Babasını mistikler gibi sevdiğinden bahseder, düşünmeden inanarak… Freud’un, “Bir çocuk babasından çok kimsenin telkini altında kalmaz”(2) sözünü doğrularcasına yazmıştır romanını Morante. Ama babanın oğluyla iletişimi öyle azdır ki, Arturo belki de içten içe rol modelini kabul etmeyerek kendi kendini yaratmaktadır. Arturo’nun saf Elsa Morante sevgi bekleme halini ise içinizde duyumsarsınız. Marquez’in sözlerinin devamını alalım: “Bu, hikâye anlatmaya meraklı çocuklar için geçerli olmasa gerek; en azından benim için öyle değildi. Ben daha fazlasını isterdim. Hikâyeleri hep ertesi gün daha iyisinin anlatılmasını umarak, müthiş bir oburlukla dinlerdim.” VE NUNZIETA... Arturo da daha fazlasını ister ve ikinci öyküsünü yaratır: Aşk. Baba, yaşı Arturo’ya yakın Nunzieta’yla evlenir. Üvey annesine âşık olmasıyla anne ve aşk aynı kişide birleşir. Nunzieta hem annedir, hem değil. Arturo’nun yalnızlığı onun adasıysa, adaya ayak basan ilk kadın Nunzieta’dır. Morante anneye duyulan yoğun sevgiyle aşkın aynı potada erimesini amaçlamış ve bunu başarmıştır. Ro Devrim ve Umut Üzerine Bir Biyografi İran Uyanıyor Ë Gamze ERBİL azı sıra dışı insanlar vardır, hayatları, anıları bir döneme ışık tutar. İran’ daki hayranlarının bir bölümü tarafından Çelik Kadın olarak tanımlanan Şirin Ebadi de bunlardan biri. Şirin Ebadi denilince akla bir sürü şey geliyor: Hukukçu, yazar, muhalif, kadın ve çocuk hakları savunucusu, Nobel Barış Ödülü sahibi... Şirin Ebadi’nin kaleme aldığı İran Uyanıyor adlı kitap, üst başlığından da anlaşılacağı gibi “Devrim ve Umut Üzerine Bir Biyografi”. Tanık olmanın sorumluluğuyla kaleme alınan kitap, eleştirisi ve özeleştirisiyle onurlu bir yaşamın muhasebesini yapıyor. Birçok İranlı kız çocuğundan farklı olarak kadınlara eşit muamele yapılan, daha demokratik bir ailede dünyaya gelir Şirin Ebadi. Çok erken yaşta henüz 27’sindeyken İran’ın ilk kadın yargıcı olur. 1979 yılında ülkesinde gerçekleşen İslam devriminin yarattığı altüst oluş Ebadi’nin hayatını da değiştirecektir. İlk önce başını kapatmak zorunda kalan, daha Şirin Ebadi B sonra kadın olduğu için çok sevdiği mesleğinden kâtiplik konumuna düşürülen Ebadi’nin başkaldırısı da bu dönemde başlar. Devrimin yarattığı hayal kırıklığını bir kenara bırakan Şirin Ebadi, mollaların yönetimine ve İslam adı altında hayata geçirilen uygulamalara karşı mücadeleye girer. Ülkesindeki birçok politik davaya bakan, kadın ve çocuk haklarının yılmaz savunucusu olan bu yiğit kadın, sistem için bir tehdit haline gelirken, dünyada ve ülkesinde sevilip tanınan bir hukukçuya dönüşür. Kitap aynı zamanda umudun ve inadın öyküsünü anlatıyor. Onlarca aydının, muhalifin ülkeyi terk ettiği, kalanların faili meçhul ölümlere kurban gittiği İran’ın en karanlık dönemlerinde bile insanlığa dair umudunu kaybetmeden ülkesini terk etmemekte inat eder Şirin Ebadi. Kitabı okurken hem yürekli bir kadının hayatına hem de İran’daki toplumsal ve siyasal dönüşüme tanık olacaksınız. Sade, insan sıcaklığıyla kaleme aldığı kitapta Şirin Ebadi, herkesi insana dair umudu ayakta tutmaya çağırıyor... ? Devrim ve Umut Üzerine Bir Biyografi: İran Uyanıyor/ Şirin Ebadi/ Çeviren: Zeynep Sönmez/ Berçem Yayıncılık/ 261 s. manın ilk satırlarında, Arturo annesi için kullandığı ‘tapı’ sözcüğünü, romanın ortasına doğru bu kez üvey annesi Nunzieta için kullanacaktır. Salt bu örnek bile, onun roman örgüsünü nasıl incelikle kurduğunu göstermiyor mu? Edebiyatın, Freud’un tezlerinden ne kadar çok etkilendiği biliniyor. Bugün yoldan geçen insanın bile bildiği gerçeği, ilk kez Freud dile getirmiştir: Çocukluğun yetişkinliğe etkisi ve bir çocuğun algılarının bir yetişkinden daha farklı olacağı tezi. Romanın bir üvey anne üzerinden yaratılması hem çocukluğun hayatı etkilemesi açısından, hem de Oidipus kompleksi anlamında incelik dolu bir buluş. Delikanlı, babayla yarışıp onu yıkıp geçecek, bir anlamda Freud’un öne sürdüğü Oidipus kompleksinden de böylece kurtulabilecektir. Yazar, hem küçük bir Oidipus yaratmış hem de onun klasik bir Freud çocuğu olmasını engellemiştir. Annenin üvey oluşuyla, aşk, sevilme ihtiyacı bilinç altından, sapkınlıktan çıkıp günlük hayata girebilmiştir. Nunzieta’nın sahneye girişiyle olabilecek en güzel kıskançlık ve aşk satırlarına kavuşuruz. Arturo, yoksunluk nedeniyle kıskançtır. Onun kıskançlığı adaletsizliğe bir isyan haline gelir. O, bu isyanı çöze çöze kendini tanıyacaktır. Romanda beni en çok etkileyen, Arturo’nun bilgisizliğini, bilince çevirme yolculuğuna dönüştürmesi, ama Nunzieta’nın bilgisizliğinin sonsuz bir bilinçsizlik olarak kalacağının vurgulanması. Nunzieta belki bunları hiç hissetmemiş olmayı dileyebilecekken, Arturo hislerini kabullenmiş, onları benliğine katmış ve onlarla büyümüştür. Romanın ilk satırlarında Arturo, ölü ev sahibinin nefretinin evin eşiğinden içeri adımını atan tüm kadınları sonsuza dek lanetlediğini söyler. Sayfalar sonra, bu sözlerle bağlantılı olarak, Nunzieta’nın ağzından, şartlanmışlığını kanıtlayan sözler dökülür: “Hiçbir şey artık saptanmış ve beni lanetleyen şu iki yasayı ortadan kaldırmaz, birincisi ona hizmet etme görevim, ikincisi ise onu koruma görevim. Bu iki yasa şunlardır: Ben onun karısı olduğum için ona aitim, o da benim kocam olduğu için benimdir.” Nunzieta’nın üzerinde çelik bir zırh vardır ve o, zırhı çıkarmayı bir an olsun düşünemez. İşte onun yaşadığı lanet, sadece yanlış evliliği değil, esas olarak bilinçlenememesidir. Roman, kendi şartlanmasını delemeyen Nunzieta’nın, kendi olamayışının romanıdır aynı zamanda. Arturo’nun adadan kurtulabilmesi için babasını çiğnemesi yetmiştir, ama Nunzieta bunu aklını özgürleştirmediği için yapamayacaktır. Arturo okuyarak, doğayla bütünleşerek, farkında olma halinin üzerine giderek bilincini açmıştır; Nunzieta ise kör kurallara göre yaşama yazgısını değiştirmek için hiçbir çaba göstermemiştir. Morante, insanlığın (özellikle kadının) bilince ulaşmasının yolunun kendini dinlemekten, okumaktan, sorgulamaktan ve yüzleşmekten geçtiğini dile getirir; bilinç ve cesareti yüceltir. Arturo şu sözleri söyleyebildiği için kendinin farkındadır ve Nunzieta söyleyemediği için kendini yaşayamayacaktır: “Böylece, yaşam bir gizem olarak kaldı. Ben de kendim için ilk gizemim hâlâ…” (1) Marquez, Anlatmak İçin Yaşamak, Çev.: Pınar Savaş, Can Yay., 2005, s.108 (2) Psikanaliz ve Uygulama, Sigmund Freud, Çev: Muzaffer Sencer, Say Yay., 2006, s. 105 ? Arturo’nun Adası/ Elsa Morante/ Çeviren: Şadan Karadeniz/ Can Yayınları/ 400 s. ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 954 SAYFA 22
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle