27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K. Doğan Dirik’le “Vali Paşa Kâzım Dirik”... 1881’de Manastır’da doğdu Kâzım Dirik. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Birinci Dünya Savaşı’nda “Menzil Teşkilatı”nın kurucularından. Gün geldi Mustafa Kemal’in kurmay başkanı oldu. Ve karalık günlerde Bandırma Vapuru ile Samsun’a çıktı. Artık yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları arasındaydı, Menzil müfettişiydi, ordunun, askerin her türlü ihtiyacını halkın desteğiyle karşıladı. Batum, Bitlis, İzmir Valiliği yaptı. Şeyh Sait isyanının Bitlis’e sıçramasını engelledi, İzmir Atatürk suikastına mani oldu. İzmir vali paşasıyken yakılıp yıkılmış şehri yeniden yarattı. Vali Paşa’nın torunu Kâzım Doğan Dirik, yazdığı kitapla dedesinin kim olduğunu anlattı. Dirik’le kitabını konuştuk… ‘Dedeme vefa borcum...’ şı’nda faydalanmışlar. Dedem, Kurtuluş Savaşı’nda Konya’da Batı Orduları Menzil Teşkilatı’nın başındayken bütün ordunun iaşesi, daha doğrusu Tekalifi (teklifler, vergiler) Milliye ile toplanan bütün emtianın dağıtımının yapılmasından sorumlu. Fahrettin Altay kitabında da yazıyor. Paşa olunca, paşalık için “Bu benim hakkım değildi, Kâzım’ın hakkıydı” diyor. Ayrıca, “O, benim atımın nal ve mıhını yetiştirmeseydi bu savaşı kazanamazdık” diyor. Böylesi lafları görünce dedemin neler yaptığını anlıyorum. Okuduklarımdan, dinlediklerimden yaşananları görüyorum... 19 Mayıs öncesine dönmek istiyorum: Samsun’a gidilmeden önce yaşananları öğrenmek istiyorum. Bu olay amcamın kitabında da var. Zaten bizzat yaşamış... Ve herkes tarafından bilinen bir gerçek... Bir gün dedemin Pangaltı’daki evinin telefonu çalıyor. Tabii o zamanlar manyetolu telefon. Arayan Atatürk, “Ziyaretinize gelmek istiyorum” diyor. Dedem, “Paşam lütfederseniz ben geleyim” diyor. Atatürk, “Hayır ben geleceğim” diyor, ziyarete geliyor ve “Gidiyoruz, var mısın” diyor. Galiba o sırada evde çocuklar da varmış. Evet, çocuklar da var. Babam, halam, amcam evdeler. Daha Atatürk gelmeden çocukları hemen evin en üst katına çıkarıyorlar, “Sakın aşağı inmeyin” diye tembih ediyorlar. Fakat odanın kapısını kilitlemeyi unutmuşlar. Atatürk geldikten sonra çocuklar odadan hemen dışarı çıkmışlar, ancak aşağı inmeye cesaret edememişler. Amcam anlatıyor, “Abim Turan (Kâzım Doğan Dirik’in babası) beni tırabzandan aşağı ayaklarımdan tutarak sarkıttı ve ben de oradan Atatürk’ü gördüm” diyor. Enteresan bir olay ve neticede yolculuk başlıyor, 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkılıyor… Yanılmıyorsam dedeniz Batum Valiliği de yaptı. Dedemin Batum Valiliği 1520 gün kadardır. Kısa bir dönem ama Batum’un tesliminden önceki son Türk valisidir. Ruslarla, Rus komutanla karşılıklı yazışmış. Batum’dan ayrılmadan “Gidiyorum allahaısmarladık” diye yazmış. Onlarla ne kadar dost olduğunu gösteren yazılar. Rusçayı çok iyi bilirmiş. Kitapta yer alan yazıları tercüme eden kişi, “Hayret ne kadar iyi Rusça biliyormuş” dedi. Bir de çok iyi Fransızca biliyormuş. Batum Valiliği’nden sonra ne oluyor?.. Batum Valiliği’nden sonra bir boş zaman var, sonra tümen komutanı oluyor, Bitlis’e giderken paşalığa terfi ediyor ve Atatürk’le biriki yazışması var. Atatürk’ün tebrik mesajı, dedemin Atatürk’e yazdığı teşekkür mesajı var. Ondan sonra da Bitlis Valiliği var. Zaten K. Doğan Dirik Ë Deniz TEZTEL edeniz Kâzım Dirik’le tanıştınız mı? Hayır, tanışmadım. Kendisi 1941 de vefat etti, ben 1946 doğumluyum. Ancak ailede çok konuşulur, babaannemle çok uzun süre birlikte yaşadık. Babaannem, amcam, babam, annem yani ailede tanıyan herkes dedemi anlatır. Ağabeyim tanımış... Aslında “Ağabeyim tanımış” diyemeyiz, çünkü o 1940 doğumludur... Ağabeyiniz tanımamış, dedeniz torununu görmüş… Evet, daha doğrusu dedem tanımış onu. Zaten bizim kuşakta dedemle en fazla birlikte olan halamın kızı Tunca Hanım. Tunca Turna, dedem Genel Vali olarak Edirne’deyken konutta uzun süre kalmış. Zaten kitabımda halamla ilgili bir bölümü Tunca Hanım’a yazdırdım. Biliyorum, Tunca Turna’nın yazdığı o bölüm çok güzel, ancak kitabın sonunda yer alan o bölüme sonra değineceğiz. Şimdi yanılmıyorsam amcanız Orhan Dirik te bir kitap yazmış galiba... Evet, “Babam General Kâzım Dirik ve Ben” diye yıllarca önce bir kitap yazdı ve Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı. O kitap, tamamen amcamın hatırladıklarına dayanır, yani hatıralarıdır. Amcanız Orhan Dirik kendi anılarını yazdı, siz niye dedenizi yazdınız? Efendim, bu kitap birkaç yıl öncesine dayanıyor. İzmir’de 9 Eylül Üniversitesi’nin Radyo Televizyon Bölümü öğretim üyesi hem Kâzım Dirik’i tanıtmak hem de bir dönem ödevi için benimle röportaj yaptı. O çekimler sırasında bildiklerimi, aile hatıratı birkaç şeyi anlattım. Sonra amcamla röportaj için İstanbul’a geldik. Tunca Hanım’la iki gün çalıştık. Ancak amcam çok heyecanlandı, ilk gün gelemedi, ikinci gün geldi ve konuştuk. SAYFA 20 D Daha sonra tanıdığım Atatürk İlke ve İnkılapları Enstitüsü’nden Prof. Ergun Aybars’a dedemi ayrıntısıyla anlatmak istediğimi söyledim. Prof. Aybars destek oldu, asistanı Doçent Dr. Kemal Arı Bey’le beni tanıştırdı, çalışmaya başladık. Herhalde çalışmalar oldukça uzun sürdü... Üç seneden fazla sürdü, ciddi bir çalışma yaptım. Kemal Bey’in çok yardımı oldu, öğrencilerini görevlendirdi, çok fazla doküman, belge vardı... Hepsini tek tek inceledik, tercümeler yapıldı... Eh bence fena olmadı... MENZİLCİLİK VE DİĞER GÖREVLER Menzilcilik ne demek? Menzilcilik ordunun her türlü ihtiyacını, iğnesinden ipliğine, nalından mıhına, silahından ekmeğine, şekerine, tuzuna, suyuna kadar her türlü ihtiyacının hazırlanması. Hem bu ihtiyaçları temin eden hem de nakliyesini organize eden kişi, yani her şeyi yapan kişi... Yani lojistik… Bir anlamda arka plandaki kişi ve ordunun bütün ihtiyacı önemli bir sorun, hele savaş sırasında... Tabii ki bu sistemi kuran, planlarını yapan kişi dedem... Cemal Paşa’nın bu konuda mektubu var, diyor ki: “Siz Menzil Teşkilatını kurmamış olsaydınız sefer yapamazdık.” Bu çok önemli çünkü Şam’dan kalkıyor, çölü geçiyor ve Mısır’a gidiyor. O günkü koşullarda oradan oraya intikal etmek çok önemli, inanılmaz bir şey... Gerçektende bugünden bakınca inanılmaz bir olay. O kadar uzun bir yol ve yaşananlar... Evet, İzmir Valiliği sırasında dedemle yapılan bazı söyleşileri okudum, şöyle anlatıyor: “O günün şartlarında Arabistan’daki develeri kullanmayı denedik ve Arap develeri dayanamadı. Türkiye’den deve getirttim, bunlar iki sene hizmet verdiler, sonra da develer Türkiye’ye geri döndü. Bunu bildiğim için de bu develerden daha sonra Kurtuluş Savaşı’nda da faydalandık.” Yani o develerden Kurtuluş Sava tümen komutanlığı rütbesinde kalmak kaydıyla vali oluyor… Ve o dönem de Şeyh Sait dönemi değil mi? Gerçekten de Şeyh Sait isyanı. Ve bu isyan Bitlis’e sıçramıyor. Çünkü halkla çok yakın ilişkisi var ve isyanın Bitlis’e sıçramamasında da bu çok etkili. Halkla ilişkileri hep ön planda. Mesela Bitlis’e gitmeden önce Siirt’e gidip bir yol yaptırıyor. Babama yazdığı bir mektup var, “Oğlum burası, yurdun her tarafı aynı ve burada hizmet vermekten mutluyum” diyor. Nasıl mutlu olduğunu ayrıntısıyla anlatıyor... Sonrada Bitlis’e geliyor. Bitlis’te şu anda kullanılan stadyum, dedemin döneminde yapılan stadyum. O dönemde yapılan bir ilkokul var, hâlâ kullanılıyor. Kâzım Paşa Caddesi var. Bir arkadaşım bana “İzmir’de Kâzım Paşa tanınıyorsa, Bitlis’te de tanınıyor” dedi. Bitlis’te kısa süre valilik yapmış ama çok etkinliği var. Tabii ki herkesle ilişkisi çok iyiymiş, örneğin Musevilerle… Evet vali olduktan sonra ikinci gün haham başını ziyaret etmiş. Gazetelerde bu ziyaretin haberi var. İzmir’de Atatürk suikastı… O olay dedemin İzmir valisi oluşundan iki, iki buçuk ay sonra oluyor. Ve bir ihbar üzerine hepsini yakalatıyor dedem. Galiba bu olaydan sonra ittihatçılarla arası açılıyor gibi geliyor bana… Çünkü bunu bilenler, aslında herkesin bildiğini demeyeyim ama bu konuyla ilgilenen insanların bildiği bir olay var. Aslında İzmir suikastından bir sene önce aynı suikast Ankara’da tertiplenecek. Ancak bu olay grup liderleri tarafından ortaya çıkarılıyor. Suikast sonrasında İstiklal Mahkemeleri’nde bazı kişiler mahkum oldu ancak bunlar suikastı yapacak kişiler değildi. Çünkü bu kişilerin ihbarı yapılmadı. Suikast tam anlamıyla önlenebilseydi, yetkililer tarafından önlem alınsaydı, Ankara’da suçlular yakalansaydı, o zaman İzmir suikastı söz konusu olmayacaktı. Ama Ankara olayından sonra, daha doğrusu o konuda yazılanları okuduğum kadarıyla, “Kol kırılır yen içinde kalır, biz kendi içimizde hallederiz, bu olmamalıydı, olmaması lazımdı” denildi… Ankara suikastına mani olunuyor ancak suikastın tertipçileri kol kuvvetlerine ihbar edilmiyor. Dedemse öyle yapmıyor, mani olmanın ötesinde hepsini derdest ediyor ve olayın sonu bunların asılmasına kadar gidiyor. Olayı yapanlar içinde ittihatçılar var, suikast sonrasında ittihatçılar tasfiye oluyor. Aslında ben bu konuyu bilmiyorum, ancak bilenler ittihatçıların tasfiye edildiğini söylüyorlar. Hissettiğim kadarıyla, tahminime göre dedemin yaptığı o günkü ittihatçıların çok hoşuna gitmiyor ve dedemi siliyorlar… Dedenizin ittihatçılar tarafından silindiğine gerçekten inanıyorsunuz herhalde… Bu olayı böyle yorumluyorum. Mesela bir kanıt vereyim size; Büyük Cemal Paşa’nın emrinde, dedem inanılmaz hizmet verir. Şam’da yaptıkları çok etkindir. Dedemle ilgili Cemal Paşa’nın kitabında birçok malumat bulacağımı sandım ama dedemle ilgili bir kelime bile yok. Bu doğrudur yanlıştır bilmiyorum ama İzmir olayından sonra ilişkiler kesilmiş... Kitabı hazırlarken kim bilir nasıl olaylarla karşılaştınız? Şimdi aklıma geldi... Erzurum’da kaldıkları bir ev vardı. Sıvas Kongre¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 954
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle