Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Günhan Kuşkanat’la ‘Evvel Aşklar Masalı’ üzerine Günhan Kuşkanat’ın yeni kitabı, XVI. yüzyılda III. Murad, kız kardeşi Nagehan Sultan ile dönemin büyük bilgini Mihran Takiyüddin arasında geçen bir öyküyü anlatıyor. Romanı için, “Felaketlerin ve onlarla gelen aşkın, nefretin, korkunun, yanılgı ve hayal kırıklıklarının, masumiyet ve kirliliğin yüz binlerce yıldır hiç yorulmadan bizimle, hep aynı biçimde oynadığını hatırlatmak istedim” diyen Kuşkanat’la Evvel Aşklar Masalı’nı konuştuk... Ë Nursel DURUEL ‘Kahramanlarım, ruhumun hastalıklarını taşır’ si arkasından görünsün istedim. Eğilip bükülmüş bir gerçeklik kullanabilme özgürlüğünü biz romancılara hoşgörüyle bağışlanmış bir yetki gibi anladığım için, küçük değişikliklere cesaret edebildim. Bu da yazdıklarıma o büyülümasalsılığı verebilmeme yetti. Ama fazlası tehlikeli olurdu. Bu tehlikeden kaçmak için tahmin edileceği gibi sabırlı bir çalışma gerekti. Becerebildiğimi sanıyorum. Romanın omurgasını oluşturan olay ve olgular üç ana çizgide akıp gidiyor: İmkânsız daha doğrusu çıkışsız bir aşk üçgeni; döneminin önde gelen bilim adamlarından biri olan Mihran’ın diğer adıyla Takiyüddin’in hem aşkı hem bilimsel arayışları çerçevesinde kendisine ve çevresindekilere karşı verdiği mücadele ve İstanbul’daki amansız veba salgını. Bu üç eksen sarmal olarak ilerliyor. Dolayısıyla romanın ana temalarını, uğraştığı sorunsalları kurduğunuz dramatik yapının öğeleri belirliyor ya da siz o temaları enine boyuna irdeleyebilmek için dramatik gerilimi en uca götürebilecek olayları ve çatışmaları seçmişsiniz. Hangisi? Neden? İkincisi. Yani beni acıtan şeyleri iyice anlatabilmek için, kurup yeniden yarattığım o insanların canını çok acıtmam gerekiyordu. Kara katran o duyguları onların gırtlağına yavaş yavaş akıtmalıydım. Onları kıvrandırıp oraya buraya savurmak, aslında kendi içimde kendimle verdiğim kavgaların beni zorladığı bir şey. Benim kurup ruh verdiğim insanlar aslında benim ruhumun hastalıklarını taşır, yollarda enseme yapışmış kadar yakın benimle yürür. Onlarla konuşurum ve onları yazarken, içimde ne olduğunu bilmediğim o şey usul usul kalemime dokunur ve artık yazan ben değilimdir. konuda neler söylemek istersiniz? Oryantalist tavırla anlatmak istediğiniz, saraya ve Osmanlı yaşam biçimine bakışımdaki uzaklık ve yabancılık ise bunu incelikle yapılmış bir eleştiri olarak kabul ediyorum. Özellikle sarayı yeterince derin ve gerçekçi ayrıntılarla değil de bir Batılının hayaliyle yazdığım doğrudur. İtiraf etmeliyim ki bu bilinçli yaptığım bir şey değildi. Bu belki, sarayı ve Osmanlı yaşayışını bize istediği gibi ezberleten resmi tarihin olanaksız saydığı durumların, pekâlâ yaşanmış olabileceği konusunda farkında olmadan benimsediğim temelsiz bir inanış; belki bir karşı duruştu. Oysa uğraştığınız asıl konular bun dövüşüp bunları haykırıyoruz. Yaptığımız bütün savaşlarda döktüğümüz kanda, bıkmadan bozup yeniden yaptıklarımızda, sanat diye adlandırdıklarımızda, yarattığımız iyi kötü ne varsa hepsinde söylediğimiz aynı türküdür, hepsi ne yazık ki cevaplarını hiç bulamayacağımız sorular sorduğumuz içindir. dınızı 2005’te Cevdet Kudret Öykü Ödülü’nü kazanan Kış Leylekleri’yle duyurmuştunuz. Onu 2006’da çıkan romanınız Kıyısız Gemiler izledi. Şimdi, masalsı öğeler taşıyan tarihi bir romanla çıkıyorsunuz okur önüne: Evvel Aşklar Masalı. ‘Tarihi roman’, 1990’lardan bu yana edebiyat dergilerinde hatta gazete sayfalarında epeyce tartışıldı. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? Bence roman, doğası gereği belirli biçimler içinde sınırlı kalmayı reddeder. Bu yüzden tarihi romanın nasıl olması gerektiğini tartışmam. Çünkü biz tartışırken biri, düşlere masallara sarılıp geçmişi eğip bükerek hiç beklemediğimiz güzellikte bir şeyle çıkagelir. Bir kere yazılmış ve değişmez görünen geçmişi yeniden yazar ve biz yeniden yazdıkça çoğalırız. Yani düşler, masallarla besleriz içimizdeki eşsiz çokluğumuzu. Romanınızı tarihsel bir zemine oturtarak kurgulamak yazma sürecinde size ne gibi olanaklar sağladı, ne tür zorluklar çıkardı? Romanımı evvel zamanlarda bir yere yerleştirmem, kurmak istediğim büyülümasalsı dünyanın bizden uzak ama yine de tanıdık olmasını istediğim içindi. Vebanın, bizim sokaklarımızda dolaşırken bir ortaçağ Avrupası felaketi olarak sanatta çoklukla işlenmiş olan vebanın, aslında bizim de felaketimiz olduğunu hatırlatmak istedim. Tek başına yaşanmış ve tek bir insanı değiştiren acılarda olduğu gibi, yaşanan toplu acıların, koca kalabalıklarda da benzer değişimlere yol açacağını ve böylelikle geçmişte yaşanmış ne varsa aslında bugünkü bizi kurup yarattığını hatırlatmak istedim. Felaketlerin ve onlarla gelen aşkın, nefretin, korkunun, yanılgı ve hayal kırıklıklarının, masumiyet ve kirliliğin yüz binlerce yıldır hiç yorulmadan bizimle, hep aynı biçimde oynadığını hatırlatmak istedim. Ama yine de bütün bunlar bizden artık uzakmış gibi, bir sis perdeSAYFA 8 A Günhan Kuşkanat’ın kitabı masalsı öğeler taşıyan tarihi bir roman. ÖRTÜŞMELER, AYRIŞMALAR 16. yüzyılda II. Selim döneminde başlayıp III. Murad’ın saltanatı boyunca devam eden Evvel Aşklar Masalı’nda İstanbul, daracık sokakları, yeraltındaki dehlizleri, çarşıları, farklı inanç ve etnik kökenden insanlarıyla, vebanın kararttığı yüzüyle romanın mekânı olmanın ötesinde, kahramanlardan biri adeta. Saray yaşamına da geniş yer verilmiş. Belirli bir zaman dilimi ve gerçek tarihi kişilikler söz konusu olunca, ister istemez, tarih yorumu da giriyor devreye. Özellikle dönemin gündelik yaşamını ören ayrıntılar bağlamında romanın iç gerçekliğiyle geçmişte kalmış yaşam gerçekliği arasındaki örtüşmeler, ayrışmalar önem kazanıyor. Saray yaşamına ilişkin betimlemeler sanki oryantalistlerin yaklaşımıyla ya da bizde yazılmış bazı popüler tarih kitaplarıyla buluşuyor. Bu lar değil. Pek çok kavram dibine kadar kurcalanıyor; insan ruhunun kuytuları, karanlık bölgeleri yoklanıyor: En başta insanın arayışları, öğrenme, bilme tutkusu; bilimle inanç arasındaki mesafe, bilimsel bilgiyle hurafenin çatışması, bilim insanının yalnızlığı; aşk, aşkın içindeki diğer duygular, Mihran’da olduğu gibi derin şefkat yahut kin, nefret, yanılgı… Güzellik, çirkinlik; masumiyet, kirlilik; derinlik, yüzeysellik; soytarılık, ciddiyet; delilik, akıllılık; sorumluluk, aldırmazlık vb… Bütün bu söylediklerinizi bir romanda eksiksiz anlatabilmek olanaksız elbette. Ama sonsuz bir arayış saklı içimizde. Koca bir hiçliğe yenikliğimiz saklı. İşte onun için hepimiz binlerce yıldır başka başka biçimde içimizde yanıp duran ama yandıkça bizi yoğurup oluşturan bu ve buna yakın duygularla ROMANIN KURGUSU Romanı yazarken nasıl bir ön çalışma yaptınız? İstanbul’a geldiğinde genç bir hekim olan Mihran’ın o zamana kadar İslam dünyasında ve Batı’da ulaşılmış bütün bilgilere, ama bütün alanlardaki bilgilere sahip olabilme, ötesine geçme tutkusuyla okuduğu kitaplar ve İstanbul’un topografyası, dokusu hakkında öylesine ayrıntılı bir döküm çıkıyor ki ortaya, sormadan edemiyorum... Mihran’ın birkaç dil bildiğini ve öğrenme açlığını düşünürsek döneminde Avrupa’da olup bitenlerden uzak kalamayacağını ve Doğu’nun zengin mirasından besleneceğini tahmin etmek zor olmaz. Ona kitaplar vermeliydim. Yaşadığı şehir hakkında da kimselerin bilmediği şeyleri bilmek istiyordu. Görevli olduğum üniversitenin geniş kütüphanesinde, sahaflarda, kitapçılarda bulduğum yüzü aşkın kitapla aylarca çalışmam gerekti. Evvel Aşklar Masalı, aslında bir gün içinde geçiyor, ama büyük bir zaman dilimini kapsıyor. Çember gibi, başladığı noktada bitiyor ya da bittiği noktada başlıyor. Böyle bir kurgu yapmanızın özel bir nedeni var mıydı? Daha en başından beri romanın kurgusu böyleydi. Doğrusunu isterseniz neden böyleydi, ben de bilmiyorum. Biraz da kahramanlarınızı konuşalım. Romanınızın baş kişisi Mihran (Takiyüddin), doğumundan itibaren olağanüstü farklılıklara sahip birisi. Yalnız fiziğiyle değil, ruhsal, zihinsel yapısıyla da en uç, en üstün niteliklerle donatılmış. Olağanüstü çirkin, olağanüstü güçlü, olağanüstü duyarlı vb. Bir yanıyla destan kahramanlarını, bir yanıyla da dünya romanının bazı ünlü kahramanlarını çağrıştırıyor. Daha doğrusu onlardan akıp gelen bazı nitelikleri kendinde topluyor. Onun dışındaki bütün kahramanlar olumlu, olumsuz yanlarıyla olağan insanlar. Kahramanlarınızı yaratırken sizi neler esinledi? Dediğim gibi onlar benim kendimde bilip tanıdığım hallerim. Ama Mihran hepsinden daha yakın bana. Onu yazarken biraz Quazimodo, biraz Faust, biraz Leonardo, biraz Rasputin, biraz Hızır kattım. Ve onu koca bir yalnızlığa bıraktım. Bu kadar uçlarda hallerin insan aklını nasıl oradan oraya savurduğunu, savurabileceğini yazdıkça görmek istedim. Mihran içimde varlığını hep duyduğum ama ne olduğunu bilmediğim o ılık kımıltının sesi. Öteki karakterler tamamen insan. ? Evvel Aşklar Masalı/ Günhan Kuşkanat/ Doğan Kitap/234 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 979