06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ lerinden bırakmak istemezler. MESLEĞİ: AVUKAT; GÖREVİ: TUZLUK! 12 Eylül cuntacıları kitlesel tutuklamaları ve işkencelerini yaparken, ilk el attıkları postalı dayadıkları “yargı” oldu, tamam... 12 Eylül’le adalete iliklenen apolet, kürsüye “emret komutanım”ı taşımakla kalmadı, yargıyı dönüştürüp üç maymunları da yarattı, yine tamam. Peki ya bu duruma tepki gösteren hukuk insanları? Onların başlarına gelenleri de okuyoruz… Apoletli Adalet adlı kitabımda tek suçu hukuka sahip çıkmak olan savcı, yargıç ve avukatların başlarına neler geldiğine ilişkin çok örnek var. Örneğin Diyarbakır’da bir askeri savcı iki işkenceyle ölüm vakasıyla ilgili soruşturma başlattığı için ‘komünist’ damgası yemekle kalmıyor, Lüleburgaz’a sürülüyor, hakkında soruşturma açılıyor. İstanbul’da bir askeri hâkim Behice Boran’ın tahliyesine karar verdiği için sürülüyor. Yine İstanbul’da bir askeri başsavcı, Genelkurmay’dan verilen “örgüt davaları toplu olarak açılacak” talimatına uymadığı için Erzurum’a tayin ediliyor. Adana, İstanbul, Ankara ve pek çok ilde savunma yapmak isteyen avukatlar, “sıkıyönetim emirlerine aykırı hareket ettikleri” gerekçesiyle sürgün ya da hapis cezalarına çarptırılıyorlar. Bir avukat, sıkıyönetim mahkemelerinde savunmanın rolünü işte bu yüzden şöyle tanımlıyordu: “Bizim mahkeme salonlarındaki görevimiz tuzluktan farklı değildi.” CEZASIZ KALMIŞ GASP ADALETİ 12 Eylül adaleti cezasız kalmış gasp adaletidir kuşkusuz. Ve uygulayıcılarının yanına da kâr kaldı.. Ne dersiniz, daha da kalacak mı? 12 Eylül döneminde tam 50 kişi idam edildi. Ben ve benden daha önce o süreci araştıran daha pek çok yazar, bu idamların gayri adil yargılama süreçlerinin ürünü olduğunu açıkça ispatladı. Bilmediklerimize de her gün yenileri ekleniyor. 17 yaşındayken idam sehpasına gönderilen Erdal Eren’e ölüm cezası verilmesine sebep olan olayda, er Zekeriya Önge’nin, gerçekte kaza kurşunu ile yaşamını yitirdiğinin resmi belgeleri daha yeni ortaya çıktı. Evet Erdal Eren idam edildiğinde henüz 17 yaşındaydı. Erdal Eren’in idam edilirken TBMM onayı alınmadığı için yasalar da çiğnenmişti. Erdal Eren işlemediği bir suçtan ötürü idam edilmişti. Ama tüm bunları ortaya koymakla Erdal Eren’i geri getirebiliyor muyuz? Onu ve diğerlerini geri getiremediğimize göre, hiç değilse bu yaşananlardan toplumun güçlü dersler çıkarmasını ve bu ülkeden gasp edilen adaletin gerçek sahiplerine iadesini istemek hakkımızdır. O vakit, inanıyorum ki kimsenin yaptığı zulüm yanına kâr kalmayacaktır. de eklemlemeye çalışan emperyalistler yapmışlar, iktidarlarını sağlamlaştırarak zulüm tarihlerine yeni sayfalar eklemişlerdi. Bizim çocuklar ise, yani emekçi yığınlar yapamamıştı. Sağlık olsun demekten başka çıkar yol yok. İncelemede de vurguladığınız gibi “Adalet zulümden, zulüm adaletten kendini yeniden peydahladı… Tüm bu yaşananların geometrik toplamı, o kocaman gövdesiyle ardıl kuşaklara miras kaldı…” Burada 12 Eylül darbesinin, kendinden önceki muhtıra ve müdahalelerle olan farkına dikkat çekmek istedim. 12 Eylül sadece sol muhalefetin çok büyük şiddetle bastırılmasından ibaret değil. Aynı zamanda devletin yeniden kurumlaştırılması demek. Kenan Evren kliği, o günü teslim almakla yetinmedi, gelecek kuşaklara da ipotek koydu. Bunu devletin faşist kurumlaşmasını sağlamlaştırarak yaptı. Sendikalara, derneklere, siyasi partilere, sivil hayatın her alanına getirdiği yeni kurallarla, belki onlarca yıl emekçilerin, yoksulların, gençlerin bir daha bellerini doğrultamayacakları, adaletsizliklere karşı çıkamayacakları, karşı çıkma eğilimi ortaya çıktığı anda yok edilecekleri bir devlet örgütlenmesine girişti. Kalan miras budur ve etkileri halen açıkça hissedilmektedir. Toplum bu durumla nasıl hesaplaştı, hesaplaştı mı? Toplumun bu toplamla hesaplaşabilmesi, kendi sınıfsal çıkarlarına denk düşen bir irade savaşına girişmesini gerektirmekte. Bunun için, karartılmış bilincini tazelemesi, sınıfsal çıkarları çerçevesinde örgütlenmesi ve mücadele etmesi şart. Böyle bir irade, böyle bir örgütlenme gerçekleşirse eğer, hesaplaşma da 12 Eylül’ün zulmü ile sınırlı kalmaz. O zaman, bu vahşetin asıl planlayıcısı olan, “Şimdiye kadar onlar güldü biz ağladık, şimdi gülme sırası bizde” diyerek darbeyi sevinçle selamlayan büyük sermaye de kaçınılmaz olarak hesaplaşmadan payına düşeni alır. değil mi? Asıl olan kitlelerin muhalif duruşunun önüne geçmek olduğuna göre, dün işkence ve zulümle boyun eğdirilen kitleler, bugün cüppe ve sarıklarıyla din adamı kılığında sokaklarda dolanan sahtekârların önünde, üstelik kendi rızasıyla boyun eğiyor. Peki ya sonuç? Sağırlık, körlük ve sükut tablosu değişmiş değil evet. Küçük karşı çıkışlar mı? Son iki yıldır 1 Mayıs’ta yaşananları anımsayın. Sıkarsınız biber gazlarını, sallarsınız sırtlarına copları, ertesi gün yine sessizlik... Sorun, bu umutsuz tablonun sonsuza kadar böyle sürüp sürmeyeceğinde. Ama bence böyle gitmeyecek ve yine son iki yılın 1 Mayıs’ından örnek verirsek, eylemlerdeki direnç, gelişen iradecilik, muhalefetin toparlanma eğiliminde olduğunun güçlü işaretlerini veriyor. POSTMODERN (!) MAHKEMELER 12 Eylül mahkeme salonlarını anlatın özetle... Tutuklu ve hükümlülerin avukat hasreti, salon düsturu, usulü, nizamı, getiriliş, götürülüş esnasından burada da notlar düşmemiz kaçınılmaz, hatta gerek, şart... 12 Eylül döneminde Devrimci Sol davasından yargılandım. Mahkeme salonunda, bize yönelik saldırılar 15 Mart 1982 günü ilk duruşmadan itibaren başladı. Cezaevlerinde gördükleri baskıları anlatmak üzere söz almak isteyen arkadaşlarımız TOPLUMU BOZMANIN YOLLARI Mücadele iradesinin tırpanlanması… Kayıpların başında bu geliyordu diyorsunuz. 12 Eylül bunu işkenceyle yapıyordu, AKP İslami sermayeyi dayayıp sistemi sistemlice ele geçirerek ve geniş kitleleri umutsuzluğa sevk ederek yapıyor... “Dün” ile bugün arasındaki müşterekler, “toplum nasıl sağır oldu”nun aşamalarını ortaya koyuyor aslında... Özellikle yoksul kesimlerde İslamcılığın yaygınlaşması, yıllarca depolitizasyon süreci dediğimiz olgunun ta kendisi. Gerçekte bir toplumu politikadan uzaklaştıramazsınız. Toplumun bilinç düzeyi en düşük kesimleri için politika, evde karısını, çocuklarını dövmek, kahvede futbol için televizyon karşısında arkadaşıyla küfürleşmek gibi bir şeydir. Politikayı ancak bozabilirsiniz. Bunu da toplumun yoksul kesimlerini kendi sınıfsal çıkarlarından uzaklaştırarak yaparsınız. Cunta bunu başardı. Toplumu depolitize değil, dezpolitize ederek. Sınıfsal çıkarlarından uzaklaştırmanın, uyuşturmanın yolu olarak da İslamı kullandı. Fatih Güllapoğlu’nun “Tanksız Topsuz Harekât” adlı kitabında bütün ayrıntıları var bu operasyonun. Cuntacıların nasıl Kuranıkerim bastırdıkları, elçilikler kanalıyla yurtdışında çalışan işçilere dağıttıkları, Uğur Mumcu’nun kuyruğundan yakaladığı Rabıta ilişkileri... Tümü, 28 Şubat döneminde, yani 12 Eylül’den 17 yıl sonra, balans ayarının bozulduğunu düşünen TSK’nın marifetleri. Şimdi laikliği keşfetmiş olabilirler. Şimdi AKP iktidarıyla çelişiyor gibi görünebilirler. Ama, diğer yandan AKP’nin gerçekte 28 Şubat’ın ürünü olduğu ne çabuk unutuldu. Erbakan’ı iktidardan uzaklaştırmak için bölmediler mi Refah Partisi’ni? Bu partiden kopan büyük parça şimdiki AKP lekçelerimizi ısrarla sumenaltı etti. Oysa adil yargılanma hakkı bilfiil cezaevi yönetimince çiğneniyordu. Yaşanan çok açık biçimde hukukun yokluğuydu. Cezaevi yönetimiyle mahkeme heyeti arasındaki danışıklı dövüşü kör gözler bile görebilirdi. Biz suç duyurusunda bulunuyoruz, suç duyuruları yargılamayla ilgisi yok diye geri çevriliyordu. Ama diğer yandan yargılama sürecinin cezaevlerindeki işkenceler yüzünden engellendiği apaçık ortadaydı. Kısa sürede ortaya çıktı ki, sanıksız duruşma mahkemenin işine geldiği için cezaevi uygulamaları karşısında sessiz kalmakla yetinmeyip destek bile vermiş. İşkence ile adaletin bu kadar iç içe geçmiş olduğu başka bir ülke daha var mıdır? Duruşmalarda avukatlara söz hakkı verilmezdi. Söz alan avukat birkaç dakika sonra ‘çok konuştun’ diye uyarılır, konuşmaya devam etmeye çalışırsa duruşmadan atılırdı. Üç kez duruşmadan atılan bir avukatın bir daha duruşmalara girme şansı kalmazdı. Öyle zamanlar oldu ki, gözleri önünde müvekkilleri dövüldüğü için müdahale etmeye çalışan avukatlar da dayaktan nasibini aldı. Coplandılar, itildiler, tekmelendiler, küfür yediler. Ama ilginçtir, yine de müvekkillerini yalnız bırakma onursuzluğuna düşmediler. Üç kez duruşmadan çıkarıldığı için bir daha duruşmaya almama kuralı, tutuklular için de geçerliydi. İlk üç duruşma sonrasında bir daha sonsuza kadar mahkeme heyetinin yüzünü göremeyen arkadaşlarımız oldu. Mahkeme salonlarında gerçekleştirilen çok bilinçli, boyun eğdirmeye yönelik bu uygulamalar, cezaevlerindeki zulüm politikalarının parçası olmuştu. Bu da çok doğal bir durumdu aslında. Çünkü hem askeri yargıç ve savcılar hem de cezaevleri aynı merkezden yönetiliyordu. Bu zulmün asıl komutası ise adli müşavirliklerdeydi. Mahkemelere gidiş geliş ise her zaman bir eziyet olarak tasarlanırdı. Sabah erkenden koğuştan alınmanızla birlikte dayaklar başlardı. Yeterince dövdüklerine kani olduklarında herkesi havalandırmaya toplarlar, kelepçeler takılır, saatlerce, bileklere kan oturana kadar bekletirlerdi. Tuvaletinizin gelmesi, başka bir ihtiyacınızın varlığı onları asla ilgilendirmezdi. Tektip elbise döneminde ise zulmün daha da katmerli hale geldiğini biliyorum. Tektip elbise giymedikleri için don atlet buz gibi havalandırmaya çıkarılan tutuklular bileklerine kan oturtuluncaya kadar sıkılmış kelepçelerle saatlerce üşürler, hasta olurlardı. Uzun bekleyişlerin ardından şanslıysanız mahkemeye götürülürdünüz. Ama geç bir vakitte, “araç yok”, “asker yok” bahaneleriyle koğuşa geri gönderilmeniz işten bile değildi. Eğer duruşmaya çıkarılırsanız, üstelik don atlet gelmişseniz, hemen duruşma salonundan atılırdınız. “OUR BOYS DID IT!” (BİZİM ÇOCUKLAR YAPTI!) Yanına kâr kalanlar demişken “Our boys did it!” olayını da okuyoruz tüm ayrıntılarıyla... CIA Ortadoğu İstasyon Şefi Paul Henze’nin Türkiye’deki 12 Eylül darbesini Washington’a, “Bizim çocuklar yaptı” diye bildirdiğini Mehmet Ali Birand sayesinde öğrendiğimizi teslim etmemiz gerek. Hatta Henze yıllar sonra bunu inkâr edecek gibi oldu ama, Birand işini sağlama almış, bu kez de ses kasetlerini çıkardı ortaya. Ben de Bizim Çocuklar Yapamadı adlı kitabımın adını bu cümleden yola çıkarak koydum. Onların, yani ABD’nin çocukları, yani faşist generaller, büyük sermayedarlar, kapitalist küreselleşme sürecine Türkiye’yi CUMHURİYET KİTAP SAYI 979 “Özellikle yoksul kesimlerde İslamcılığın yaygınlaşması, yıllarca depolitizasyon süreci dediğimiz olgunun ta kendisi” diyor Mavioğlu. susturulmak istendi. Elbette ki dertlerini anlatmak istiyorlardı, çünkü cezaevlerinde tutulmamız eziyet göreceğimiz anlamına gelmemeliydi. Kendi yasalarını çiğnediklerini yüzlerine vurmamız onları hayli sinirlendirmiş olacak ki, üzerimize askerleri saldırttılar. Pek çok arkadaş saldırılar sırasında yaralandı. Baktılar ki zaptetmeleri pek kolay görünmüyor, bunun üzerine davaları toplu görmeye hevesli oldukları halde sonraki duruşmalara bizi gruplar halinde götürme kararı aldılar. O günlerde cezaevinde de saldırılar yoğunlaşmıştı. Bilerek mahkemeye götürmüyorlardı. Kapı altlarında az dayak yemedik bu yüzden. Mahkeme heyeti ise, cezaevi yönetimi hakkındaki suç duyurusu di DİRENÇ AZMİ… Otorite… İbreti âlemciler… Zulüm… Zalim… Sürek avı… Yasak… Sakıncalı… Darbe… Üç kitaplık incelemenin alfabesinde en can alıcı yere sahip.. Kelime bazında gidelim, başka hangilerini sıralanabilir? İdamları, katliamları, vahşeti, işkenceyi, manyetoyu, askıyı, falakayı, cezaevi kapılarında yerlerde sürüklenen anneleri, babaları, kardeşleri, eşleri baş sıralara yazardım. Köylerde karların üzerine yatırılanları, aşağılananları, yerlerde sürüklenenleri de. Sonra suskunluğu, tepkisizliği, insanlıktan çıkmayı, bireycileşmeyi, yalnızlığı, ihaneti. Kapkaranlık duvar artlarındaki direnişleri, çığlıkları, haykırışları, hiç susmayan sloganları, direnen diğer insanlarla muhteşem bir kardeşlik duygusu yaşatan, dirence direnç katan sloganları... ? [email protected] SAYFA 11
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle