Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
OKURLARA Yıl’, Maksim Gorkiy’nin son ve en önemli, aynı zamanda üzerinde en çok tartışılan yapıtı. Kitap, 1870’li yılların ortalarından başlayarak 1917 Devrimi’ne kadar çelişkilerle, kavgalarla ve düşünsel çatışmalarla geçen dönemin, ruhsal ve entelektüel yaşamını ortaya koyuyor; zamanın barometresi sayılan, toplumdaki siyasal kamplaşmaları ve sınıf bilinci gelişimini çok kesin olarak yansıtan orta sınıf Rus aydın kesimine özel bir yer veriyor. 1970’li yıllarda Gorkiy’in dört ciltlik bu romanı, iki ayrı yayınevimiz tarafından yayın programlarına alınmış ancak ilk cilt yayımlandıktan sonra devamı gelmemişti. Evrensel Yayınları yapıtın tamamını dört cilt olarak bir defada yayımladı. Luan Starova, Türk okurunun yakından tanıdığı yazarlardan. Makedonyalı ve baba tarafı Türk olan Starova, elli yaşından sonra yazarlığı kendine asıl iş olarak seçti. Bu kararından sonra da Balkan Destanı adını verdiği ve on ciltten oluşan roman dizisini yazmaya koyuldu. Türkçede de Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan bu romanların şimdilerde dördüncü cildi okurla buluştu. Yazarın ‘Kül Kalesi’ adlı son romanı Osmanlı mahkeme sicillerinin ortaya çıkması ve bunun aile içinde, özellikle de baba üzerindeki etkisini konu alıyor. Starova’yla yazarlığı ve romanları üzerine söyleştik. ‘Asılmayıp Beslenenler’, ‘Apoletli Adalet’, ‘Bizim Çocuklar Yapamadı’ adlı üç kitaptan oluşan ‘Bir 12 Eylül Hesaplaşması’ üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik Ertuğrul Mavioğlu ile. Kitapların yazılış amaçlarından birinin, birbirinden bağımsızmış gibi yaşanan acılar arasındaki, dikkatle bakılmadıkça asla görünemeyen organik bağın herkesçe bilinir hale getirilmesi olduğunu belirtiyor Mavioğlu. Bol kitaplı günler… ‘K lim Samgin’in Yaşamı 40 ENİS BATUR Pervasız Pertavsız TURHAN GÜNAY eposta: turhangunay@cumhuriyet.com.tr cumkitap@cumhuriyet.com.tr ir “suç” yükleyemeyiz “merkezi dil”lere, şüphesiz; gene de, hükümranlıkları irkiltiyor. İngilizce, Almanca, Fransızca, İspanyolca, Rusca, biraz daha düşük düzeyde İtalyanca, kabaca ‘Batı Dünyası’ diye andığımız kültürel coğrafyanın güçlü iletişim kanalları olmuş. Başka bir coğrafyada, kabaca ‘Doğu Dünyası’ diye yaftaladığımız coğrafyada Arapça, Acemce, Sanskrit, Çince, Türkçe ve Japonca gelgit ağını belirlemiş. Bir vakitler, hem de uzun bir zaman diliminden söz ediyoruz, Eski Yunanca’dan başlayan, Latince üstünden Yenidendoğuş’a dek giden iki bin yıllık bir süreçte koşulların daha elverişli olduğu söylenebilir: Düşünce adamı ya da Edip, eğitimi gereği bu iki eski dili, okurken ve yazarken kullanabiliyordu. Neyse ki, “çeviri” etkinliği zamanla ağırlığını iyiden iyiye koymuş yoksa, bugünün Babil’inde yollar tıkanıverirdi. “Merkez dil”ler, “çevrel dil”ler ve ötesi Manière de Voir’ın son sayısında konuyu eşeleyen önemli metinler yer aldı. Derrida’nın, Adorno üzerine denemesini belli bir aradan sonra yeniden okudum. “Tehlike”nin etrafında dönüyor Adorno, o dönüşün etrafında dönüyor Derrida da. Sürgünden dönüş gerekçelerinin başında geliyor Almanca’da yıkanmak, güç değil Adorno’nun hissettiklerini anlamak. İyi ama, bir de üstünlük konumu görülmüyor mu söylediklerinde? Neredeyse, bu nedenle üstüne gitmiş olduğu Heidegger’e yaklaşıyor bir yerde. Almanca bilmeden felsefe yapmanın olanaksızlığı hem alabildiğine doğrudur, hem de gerisin geri püskürtülmesi kolay savlardandır. Eskiden düşünülemezdi: İnsan, artık, yalnızca kendi dilini bilerek felsefe yapabilir. Düşüncenin bütün geçmişi, bunu edebiyat ya da sanat için de ileri sürebilirim şurada, yük fazlalığı olarak elin tersiyle itilebilir. Bir yanımız tersini savunurken, öbür yanımızla bu cümleyi kurabilmemizi “modern zamanlar”ı kat etmiş olmamıza borçluyuz. Nereden bu noktaya geldim şimdi ben! Stanislas Przybyszewski’nin Ölüler Âyini’ni okuyorum, bu gecikStrindberg miş keşifle ilgili temrine ola ki yanlış ucundan başladım. Metin, 1893’den. Berlin’in dumanaltı Kara Domuz gece klübünde piyano çalarken, yan masada dostları oturuyor: O yıl “Çığlık”ı yapan Munch ile ağabeyleri Strindberg. Üçünün biribirilerinin eşlerini ve sevgililerini de paylaştığı, tutkuyla nefret arası kadından kadına sürüklendiği, intihar provalarının eksik olmadığı günler. Stanislas, işi ucuna kadar götürüp orada durmayı başarmış biri. Bir yakın dostu, Gdyka, 1884’de son adımı atarak intiharı seçmiş. Kara Domuz üçlüsünü Garip bir Polonyalı B darmadağın eden femme fatale, Dagny Juel’i kimbilir kaçıncı sevgilisi, bir Rus, 1901’de Tiflis’te alnından vurmuş. Munch, hem Dagny’nin, hem Stanislas’ın portrelerini yapmış, onları bulmaya, fotoğraflarla karşılaştırmaya çalışacağım bende hep böyle olur, yüzün içyüzüne yönelmek isterim. Przybyszewski’yi 115 yıl sonra okuyabiliyor olmak beni rahatsız ediyor. Ölüler Âyini, Dostoyevski türevi bir metin sayılmış, oysa farklılığı benzerliğinden çok daha fazla. Bende, asıl, Lautréamont tadı bıraktı. Lehçe bilmedikçe bir Polonyalı yazarı nasıl okuyabiliriz? Çevrilmesini beklemek tek çare. Türkçede, bu bağlamda, son yıllarda aşılan mesafeye karşın, çok gerilerdeyiz. Caydım Ölüler Âyini’nden, XIX. yüzyılın birçok temel metni çevrilmedi Türkçeye; geri gittikçe kararıyor tablo, ayrıca. Neden cayacak mışım, kaldı ki, Ölüler Âyini’nden gerçek çeşitlilik için birçok uca savrulmak gerekmez mi? Asıl cümle en sona: Agamben, yazdıktan birkaç ay sonra çevrilip yayımlanıyor; Przybyszewski’yi Cendrars on yedi yıl sonra keşfetmiş (bir Polonyalıyla birlikte olduğu için), çevirmiş, yayımlayamamış: Ölüler Âyini, 1893’ün metni, Fransızcaya 1995’de gelebilmiş Anılar hâlâ çevrilmemiş. * Sıcağı sıcağına, La Hune’de ve Taschen’de iki koyu Munch seansı yaptım. Önce, ilginç düzenlenmiş bir ‘tanıyanlarının gözünden Munch’un kitabıyla karşılaştım ve Przybyszewski (böyle olmayacak bu, hayatımda böylesine kök söktürtücü soyadı duymadım! Nasıl okunduğunu öğrenmek için Librairie Polonaise’e uğrayacağım) elinden sıkı bir ‘iç’ metin buldum, oracıkta okudum. Karısına (“Ducha” diye anılan Dagny Juel Przybyszewski’ye) ikilinin (Munch ve Strindberg) nasıl delicesine tutulduklarını, pek konuşmayan Munch’un “Kıskançlık” tablosunda kendisini yemyeşil bir yüze dönüştürdüğünü serinkanlı bir üslupla aktarıyor. Stanislas Przybyszewski portresi (Munch). “Kıskançlık”tan iki versiyon buldum; biri yağlıboya, ötekisi litografi. Aynı mizanseni tekrarlamış. Ön planda Stanislas, gerçekten de yemyeşil (biz “mor”u yeğleriz nedense) bir yüz, arkada Ducha’yla halvet içinde bir siluet (Munch mu, Strindberg mi?) kadın yarı çıplak bu arada. Ducha’nın bir portresi var kitapta: Peygamberböceğini çağrıştırmıyor o haliyle, aklı baştan çelici bir görünüşü de yok açıkçası. Gelgelelim, öyleymiş! Munch’a hiçbir dönemimde özel bir yakınlık duymadım. En ünlü tablosu, “Çığlık”, pek çok kişinin ona atfettiği etkiyi yaratmadı üzerimde. Gene de, dün, tanımadığım bir ressam olduğunu farkettim. Yapıtlarından bir ikisini güçlü bulduğumu eklemeliyim; özellikle otoportreler sardı beni, malum zaaf alanım! Tanımamaktan ne anlıyorum, açık: Sanatla pek sıkı fıkı olmak gerekmez “Çığlık”la tanışmış olmak için, öylesine çoğaltılmıştır ne var ki, çok ünlü bir tablo, bazı durumlarda yaratıcısının başına belâ olur, serüvenini gölgeleyebilir. Tam tersi beklenmez mi oysa? “Çığlık”, tanışanı Munch’a çağırmaz mı? Kural koyamayacağımız ortada: Beni çağırmadı. Bu ‘vesileli yönelişler’i ondan pek seviyorum. Ölüler Âyini, aldı beni Munch’a sürükledi. Yarın öbür gün, Chopin’in, fa minör diyez, op. 44 nolu polonezini gidip bulacağım yazar, metninin ilk sayfasında andığı için. Hayatımın büyük çoğunluğu bu ilişkilendirme hikâyelerinin arasında geçti. ? “Kıskançlık”tan iki versiyon. Aynı mizansen tekrarlanmış. Ön planda Stanislas, yemyeşil bir yüz, arkada Ducha’yla halvet içinde bir siluet (Munch mu, Strindberg mi?) kadın yarı çıplak . İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk?Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız?Yayın Yönetmeni: Turhan Günay? Sorumlu Müdür: Miyase İlknur?Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı?Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.?İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0(212) 343 72 64?Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri, Hoşdere Yolu, 34850 Esenyurt İSTANBUL.?Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden/ Reklam Müdürü: Eylem Çevik?Tel: 0 (212) 25198 74750 (212) 343 72 74?Yerel süreli yayın?Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 979 SAYFA 3