06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kitaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Belgesel Sinemada bir duruş: Suha Arın Dünyayı güzellemeye çabalayan Suha Arın’dan Bülent Arınlı’ya (Ankara, 1951Bodrum, 12.11.2008) tüm belgeselciler için…” B ir gün, ilkokul birinci sınıftayken, resim öğretmeni Huriye Hanım’ın dersine bir müfettiş gelir ve serbest resim çalışmalarını ister çocuklardan. Suha da ayna önünde saçını tarayan bir adamın çöpten resmini yapar. Aynanın içine de adamın hayali görüntüsünü ayrıntılarıyla resmeder. Resmi görünce, Huriye Hanım ve müfettiş, bu yaşta bir çocuğun bunu akıl etmesine çok şaşırır. Müfettiş giderken, çocuk dergilerine bastırmak ve okullarda göstermek üzere bu resmi de yanında götürür. Bu olay, onun daha çocukken görsel dili ne kadar ustalıkla betimlediğinin bir belirtisiydi belki de. Onu, sinemayı meslek olarak seçmesine yönelten de çocuk yaşta gözlemlenebilen bu yeteneği olabilir.” Suha Arın’ın belgesel sineması böyle başlamıştır belki, kim bilir. Böyle küçük, minicik kıvılcımlar birleşip büyümüş, sonra parlayıp büyük bir yangına dönüşmüş olabilir pekâlâ… Diyelim, böylesi öncü insanların doğal yeteneklerinin ipucunu veriyor bu örnek bize. Buna benzer öteki örnekler, buna koşut veriler üzerinde de durulabilir kuşkusuz; bilimci, düşünceci, sanatçı kişilerin, sonradan kazandıkları kimlik içinde bunun ne kadar yer tuttuğuna getirilebilir konu. Ne var ki bu kişilerin, alanlarındaki duruşlarını açıklayabilmek için çok daha başka örneklere, verilere gereksinim duyulacağı açık. İnsan belgesel sinemacıysa eğer, alanda sergilediği bir duruşunun da bulunması gerekiyor kuşkusuz. Sanatın öteki alanlarında ürün verenlerle, bilimcilerde, düşüncecilerde de buna koşut duruşların aranacağı gibi… Geçen hafta Belgesel Sinema 2008 ortak kitabından söz etmiştim “Kitaplar Adası”nda… Bu ortak kitabın önemli bir bölümü Suha Arın sinemasına ayrılmıştı. Yazılarıyla bu bölüme katılan Berrin Avcı Çölgeçen, Hasan Özgen, Hakan Aytekin, Reha Arın, İsmet Arasan, Nurçay Türkoğlu farklı açılardan çeşitli yönleriyle Suha Arın’a, onun belgesel sinemasına yer açarken bu büyük belgeselcinin olağanüstü zengin, duyarlı dünyasından içeri adım attırıyordu bizi. Ancak ben, bu hafta ortak kitaptaki andığım bölümden değil, Berrin Avcı Çölgeçen’in Yaşamı ve Belgeselleriyle Suha Arın (Tablet, 2006; tel: 332.3508987) adlı kitabından söz etmek istiyorum sizlere… BELGESEL SİNEMA; BİLİMLE SANATIN KOLANINDA... Berrin Avcı Çölgeçen’in, daha önce Belgesel Sinemacı Yönüyle Sabahattin Eyuboğlu (Anadolu Üniversitesi yayını, 1996) başlığıyla verimlediği ilk kitabına da yer açmıştım bir yazımda. (Bak.: Adam Sanat, Mart 2001) Yazarın, söz konusu monografileri verimlerken, aynı zamanda belgesel sinemamızın tarihi gelişimine yönelik çok önemli kazıya giriştiği görülmüyor değil. Öyleyse belgeselci olmak isteyenlerin bu kitaplar üzerinde sıkı bir çalışma yapması zorunlu, Türk belgesel sineması üzerinde kendilerini geliştirebilmeleri için. Yazının girişindeki satırları da Berrin Avcı Çölgeçen’in bu yeni kitabından (19) aldım zaten… Berrin Avcı ÇölgeSuha çen, güzel bir biçemle Arın verimlemiş yapıtını. Bilimsel kitaplarda gözlenebilen okurla yapıt arasındaki uzaklığı ortadan kaldırıp âdeta yaşamöyküsü romanına dönüştürmüş kitabı. Böyle olunca bir belgeseli izlercesine okuyorsunuz Yaşamı ve Belgeselleriyle Suha Arın’ı. Suha Arın’ı anlatmaya yönelik en örtücü biçem bu olsa gerek. Bu nedenle Avcı Çölgeçen’in, yöntem olarak bilimci, biçem olarak sanatçı tutumuyla hem bir belgeselcide aranan duruşun ortaya çıkarılması, hem de Suha Arın için verimlenecek yapıt bakımından sağlam temellere dayalı örnekçe verilmesi anlamında önemli bir işlevi yerine getirdiği düşünülebilir. Bu açıdan yapıt, bilimle sanatın yan yana değil iç içe, birbiriyle koşut değil sarmal döngüyle yapılandırılması gerektiğinin açık biçimiyle yüzleştiriyor okuru, tıpkı doğru yapılandırılan bir belgesel seyredilirken duyulan rahatlıkla. Berrin Avcı Çölgeçen, bu tutumuyla Suha Arın’ın belgesel sinema anlayışını, bu anlayışın örneği olarak belgesellerinde uyguladığı yöntemi de gösteriyor aynı zamanda bize, üstelik birebir örneklem olarak… TEKSESLİ İDEOLOJİ ÇOKSESLİ DÜNYA GÖRÜŞÜ... Suha Arın belgesel sinemasına girmek, bunu yerli yerine oturtmak bu kavrayışın temel yönsemelerini çözümlemek anlamına da geliyor kuşkusuz. Ancak buna geçmeden önce bu yaşamöyküsünün nirengi sayabileceğimiz kimi temel uğraklarına hiç değilse başlıklar halinde değinmek gerekiyor. Çünkü Suha Arın’ın (19422004) kısa sayılabilecek yaşamı, belgesel sinemasını yapılandırışının da ipuçlarıyla bezeli… Gerçekten de anne babasıyla, kardeşleriyle, büyükannesi, büyükbabasıyla başlayıp, farklı kentlerdeki okullarıyla, buralarda tanıdığı öğretmenleriyle, arkadaşlarıyla süren ilişkilerinden damıttığı ciddi erdem sınavından geçtiği, bu yolla insansal yüklerinden, kaygılarından arınarak nasıl yükseldiği görülebiliyor onun… Yayın yoluyla kurduğu ilk ilişkiler de çocukluğunda yine ailesi aracılığıyla başlıyor zaten. Radyo Çocuk Saatinde çalışıyor, ağabeyi Süreyya Arın’ın aracılığıyla. Buradaki dikkat çekici çalışmaların ardından, bir öneri üzerine Öğretici Filmler Merkezi’nde senaryoculuk yapıyor. Bununla ilk yönetmenlik denemesi de başlıyor: “Trafik Emniyeti”. Suha Arın henüz yirmi üç yaşında. Bunu, o günlerin havasını anımsatarak şöyle anlatıyor: “Bu benim ilk yönettiğim filmdi Bülent Arınlı ve sene 1964’tü. Sonra, çok hoşuma gitti bu iş benim. Yani, gidiyoruz Kızılay Meydanı’na, kuruyoruz kameraları… Ohh millet çoluk çocuk toplanıyor etrafımıza. Yüzlerce, binlerce insan… Allah Allah! Bu ne kadar cazibeli bir şey diyorum ben. Ne kadar cezbediyor insanları! Herkes Yeşilçam’a film çektiğimizi zannediyor. Bu yönü de cazip gelmişti. Yani popüler oluşu…” (39) Öğretici Filmler Merkezi’ndeki çalışmalarının ardından bu kez Amerika’da, sinemayı temelden, ama derinliğine öğrendiği üniversite yılları başlayacaktır Suha Arın’ın. Ne var ki “Radyo Çocuk Saati’nde, tiyatroda (ağabeyi aracılığıyla tiyatro çalışmalarına da katılmıştır Arın) ve Öğretici Filmler Merkezi’ndeki deneyimlerinden, birikiminden yararlanabilir hale gelmesi” için (47) dilindeki eksikliği gidermesi gerekiyordur ilkin. İşte tam bu sırada “adının Marion McMichael olduğunu öğrendiği (.) Hoca, onun yaşamına damgasını vuracaktır.” Çünkü, “boş saatlerde sana her gün ders vereceğim” der Mc.Michael. “Hayatı boyunca unutamayacağı” hocasıyla ilişkisi böyle başlar. (46) Sonradan “okulun (girdiği öteki ortamların) en başarılı, sevilen ve sayılan öğrencilerinden biri” (61) olacaktır Suha, sürekli. Aslında dünya görüşü bağlamında oluşan, pekişen, gelişip kendini koyan çoksesli harçla bir temel de yükselmektedir Suha Arın’da. Sonradan kuracağı ilişkiler, onu işte bu geniş ufukluluğun dayandığı dünya görüşünde örse yatıracaktır. Böylelikle tek sesli ideolojinin dar hendesesinden kurtulup kapıyı aralayacak, dünya görüşünün çoksesli dünyasına doğru adım atacak, süreç içinde sinemada “derviş” olmanın hem erdemini kavrayacak hem de bilincine varacaktır… SAĞLAM DÜNYA GÖRÜŞÜ SAĞLAM DURUŞ... Suha Arın ABD’de yalnız öğrencilik yapmaz, yanı sıra kendine “usta” olarak seçtiği insanların yanına çırak da durur. Sözgelimi Kapital Film Laboratuvarları’nda makinistlik yapar, sonrasında “belgesel ve imgesel filmde, ses kayıtçısı olarak çalışmaya başlar” Mr. Clink’in yanında. (49) Sonraları kendi belgesellerine taşıdığı, ama “yaşayarak öğrenilmiş bir deneyim”dir onun için ses kaydı. Verici oluşundaki temel, bu kavrayışından kaynaklanır işte: “… Tecrübeyle edindiğim bilgileri, ben de başkasına aktarıyorum. Böylece onlar da sorunu çözmüş oluyorlar…” (50, 51) Berrin Avcı Çölgeçen’in saptamasına katılmamak elde değil: “Aklı fikri, bu işi en iyi nasıl öğreneceğindedir. (Bu yüzden) hiçbir fedakârlıktan kaçınmaz” (52) Suha Arın. ABD’de geçirdiği sekiz yıl boyunca ülkesine hepi topu iki kez döner (69), ama bu arada Silvia Beths’ten kurguyu öğrenir: “Kurgunun püf noktalarını öğretti bana. İç ritm nedir, dış ritm nedir? Filmi izlenebilir kılmak, ilgiyi ayakta tutmak için ne tür şeylere başvurulur, ne tür açılar gereklidir? Hepsini ondan öğrendim…” (53) Suha Arın, Nicholas Reed’den film yapımını, yönetimini, Edward Bliss’ten televizyon haberciliğini öğrenir bu arada. Çıraklıkları, öğrenileri hep sürer… Kaldı ki, “ders dışında da hocalarıyla ilişkisini sürdürür./ Aralarındaki saygı ve sevgiyi hiçbir zaman tüketmeden. Küçükten beri gözlemlenebilen çalışkanlığı, iyi bir gözlemci olması ve dikkati, onun kişiliğinin bir parçasıdır âdeta. Bu özelliklerini Amerika’daki hocaları da hemen fark etmiştir. Gecegündüz çalışır. (“Suha, Amerika’ya geldiği günden beri… dört beş saat uykuyla yıllarını geçirir.”) Sonu gelmez bir öğrenme merakı ve açlığı içerisinde düşün yollarını genişlettikçe genişletir SUha.” (61, 64) Sinemanın daha iyi nasıl yapılabileceğini öğrenmenin yolunun, o güne dek sarsılmaz inançla bağlanılan düşüncelerin en iyi biçimde yansıtılmaya çalışılması olarak alınamayacağını kavramıştır artık o. Süreç içinde, Suha Arın’ın belgesel sinemacılığımıza armağan ettiği “sağlam duruş” da işte bu sağlam dünya görüşünden geliyor. Bunca ermişliğinin ardından NBC Televizyonu Genel Müdürü tarafından çok büyük maddi olanaklar sunularak önerilen yönetmenliği geri çevirmekte bir an olsun kararsızlık geçirmeyecektir Suha Arın. Çünkü “tüm dünya insanlarını birer Amerikalı yapmaktı(r) ama(c)ı” oradaki ideolojinin. O ise ülkesine dönüp, yapacağı belgesellerle bu teksesliliği kırmayı, buna karşı durup kendi toplumunun çoksesli hale gelmesini hedeflemektedir. Çünkü o, bir aydındır, duruşunu da bu tutumu belirleyecektir. “Hiçbir şey öğrenemediysem Amerika’da, bir gerçeğin farkına vardım. Türkiye, bir belgeselci için dünyanın en zengin ülkesi” diye düşünür. (71) Önünde belki de karar vermesi gereken tek bir konu vardır; ya akademisyen olması gerekiyordur ya da yönetmen! Oysa o, her iki alanda da etkinliğini sürdürmek kararındadır: “Üniversitede hocalık yapmak istiyorum. Ama asıl amacım; film yönetmeni olmak.” (64) Gerçekten de “amacı, filmler yapmak ve bilgi birikimini üniversitedeki öğrencilere aktarmaktır.” (71) Ne var ki sekiz yıl sonra dönüp de o sıra yenice yayına başlayan TRT televizyonunun kapısını çaldığında, kapı çabucak yüzüne kapatılacaktır Amerikanlaşmış Türkler tarafından.” Böyle bir özgeçmişe sahip hiç kimse yok televizyonda” (72, 73) denilerek üstelik… Sonra işte o zorlu yıllar başlar Suna Arın için… Amerika’ya dönmeyi bir an olsun aklına getirmez yine de. Bereket baba tarafından yakın akrabası Çelik Gülersoy vardır da, imdadına yetişir Suha Arın’ın. Böylece, toplumumuz gerçek boyutunda Suha Arın’ı tanımaya koyulur süreç içinde… Ama gereğince yararlanamadan da göz açıp kapayana dek yitirir ne yazık ki onu, “Taşı atan ilk adam”ı. (Bak. Hasan Özgen, Belgesel Sinema 2008, 227) İşte Berrin Avcı’nın, bu gerçekliği anlattığı Yaşamı ve Belgeselleriyle Suha Arın’ı roman tadında, soluk soluğa okunan bir kitap. Belgesel sinemamıza verdiği emek, alana eklediği verimleri için yazarına ne kadar teşekkür etsek azdır… Peki biz Suha Arın’a, borcumuzu nasıl ödeyeceğiz dersiniz, toplumca? ? SAYFA 21 CUMHURİYET KİTAP SAYI 979
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle