06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Hasan Ali Toptaş, yirmi yıl boyunca verimlediği toplam sekiz kitapla belki görece çok üretmiş biri gibi alınabilir, ancak andığım yapıtların herhangi birinden içeri adım atıldığında bunların hiçbirinin de hafife alınmadığı, üretimin hiç de şıpın işi olmadığı görülebilir kolayca, üstelik daha ilk birkaç sayfada varılacaktır bu yargıya. Hasan Ali Toptaş’ı okumamış olmayı yakıştırmayın kendinize, eksiltmeyin kendinizi, okuyun onu! M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası Roman Zamanı F ethi Naci’nin, eleştirmen olarak yazarlara karşı tutumuna bakıldığında, onun “herkese eşit uzaklıkta durmak”, “yazılanları yazınsal niteliğine göre değerlendirmek” gibi bir ilkeyi benimsediğini söylemek olanaklı. Hoş bu, hiç dile getirilmemiş de değil! Ne ki zaman öylesine örtücü, unutturucu ki, bilinse bile bilinenlerin kimileyin altını çizmek yararlı görünüyor bana. Tutumu bu olan bir eleştirmen ne yapar o zaman? Yazarına, kaynağına aldırmaksızın kitaplara değerlerine, neliklerine göre bakmaz mı? İşte Fethi Naci de tüm yaşamı boyunca bunu yaptı denebilir. Nitekim yazın kamuoyu henüz kendilerini tanımazken, Cemil Kavukçu’nun Temmuz Suçlu adlı öykü kitabını, Hasan Ali Toptaş’ın Sonsuzluğa Nokta ile Kaan Arslanoğlu’nun romanlarını ilkin onun önayak oluşuyla tanıdı. Gerçekten andığım yazarlar, sonraki yıllarında Fethi Naci’nin yapıtları için yazdığı değerlendirmeleri kendi verimlerine dönük önemli gönderme olarak aldılar hep. Cemil Kavukçu’nun neredeyse tüm kitapları üzerinde durdum çeşitli dergilerde, bu arada “Kitaplar Adası”nda. Hasan Ali Toptaş’ın tüm romanları için ise Adam Sanat’ta yazdım geçmiş yıllarda. (Bak.: Ekim, 2002, sayı 200) Şu önümüzdeki bir iki hafta içinde, şimdiye dek üzerinde duramadığım Kaan Arslanoğlu’nun tüm romanlarına da eğileceğim “Kitaplar Adası”nda, meraklısına iletmiş olayım şuracıkta. Ne var ki Toptaş’ın Uykuların Doğusu (Doğan, 2005) adlı son romanı üzerinde duramadım henüz. Öte yandan yanılmıyorsam, “Kitaplar Adası”nda ilk kez değineceğim Toptaş’a. Kaldı ki önemli bir öykücümüz de aynı zamanda o. Bugüne dek yayımladığı üç öykü kitabı, onun öykücülüğümüzdeki yerini göstermeye yetiyor bence: Bir Gülüşün Kimliği (İz, 1987), Yoklar Fısıltısı (Yazıt, 1990), Ölü Zaman Gezginleri (Çankaya Belediyesi yayını, 1993). Bir fırsatını bulduğumda öykü kitapları için de yazacağım onun. Ama sıra ilkin romanında… BİR SOY YAZAR: HASAN ALİ TOPTAŞ... Uykuların Doğusu, Toptaş’ın beşinci romanı. Öncekileri de sıralayalım: Sonsuzluğa Nokta (1992 ?), Gölgesizler (Can, 1995), Kayıp Hayaller Kitabı (Can, 1996), Bin Hüzünlü Haz (Adam, 1998). Hasan Ali, yirmi yıl boyunca verimlediği toplam sekiz kitapla belki görece çok üretmiş biri gibi alınabilir, ancak andığım yapıtların herhangi birinden içeri adım atıldığında bunların hiçbirinin de hafife alınmadığı, üretimin hiç de şıpın işi olmadığı görülebilir kolayca, üstelik daha ilk birkaç sayfada varılacaktır bu yargıya. Toptaş, ilk önce bu yanıyla, yani yazınsal tutumuyla dikkati çeken bir yazar. Yazına değerini veren bir emekçi; dil, anlatı beğenisi alabildiğine gelişmiş, kurguyla oyunsu süreçleri birbirine düğümleyerek roman evrenleriyle okura yazınsal şölen sunan bir soy yazar. Önü sıra akıp giden olaylar zincirini, bunların içinde debelenen kahramanlarını, yer yer olayların, kişilerin dıştan tanıklığını yaparcasına yer yer de olayların içinde, onların kahramanlarından biriymişçesine kaleme alan, odak kaydırma yoluyla sürekli bunlarla oynayan, bir gizli alaysamayı da anlatısının peşi sıra sürükleyen, sonuçta olay etkinliğinden ya da karakter Doğunun masal saati baskınlığından çok anlatının lezzetiyle, büyüsüyle okuru kuşatıp saltık anlamda yazınsallığı önceleyen bir yazar Hasan Ali Toptaş. Bu nedenle onun romanlarından özet vermek, bunların konularını, romanlarda geçen olaylar zincirini aktarmak yerine doğrudan yazının kendisine gelmek; okura da mutluluğu ancak bu yazınsal hazzı tadarak yaşayacağını kavratıp öyle yaklaşmak gerekiyor konuya. Toptaş, yazınsal anlamda eksiksiz bir anlatım kuruyor romanlarında. Bu anlatımın, eylemi aktararak ilginç bir kıvraklık sergilediği gözleniyor. Yani döngüsel bir huniden çıkıyormuşçasına işitsel uğultuya yol açmıyor yazarın anlatısı kesinlikle. Bu nedenle şırıl şırıl içe dolan bir incelik, güzellikle ötesinde ilgiyle, merakla okunuyor Toptaş. Onu okurken insanın hem okuma iştahı kabarıyor, hem de yüzyılların birikimine dayalı bir yazınsal haz bahçesinden içeri adım atıyor kişi. Gerçekten de onun hemen her romanında büyüleyici güzellikte bir anlatım dizgesiyle karşılaşılıyor denebilir. TOPTAŞ’IN ROMAN EVRENLERİ... Bu romanlara bakarak, yazınımızdaki toplumsal ilişkilenişte yazarın yerini belirlemek kolay. Çünkü süregiden, hep de gidecek olan bir toplumsal depremin romancısı Hasan Ali Toptaş. İlk üç romanında bu toplumsal deprem, köy toplumu yarılması biçimindeydi daha çok, son iki romanında ise kent toplumu yarılmasıyla karşılaşıyoruz. Ancak gerek köyü gerekse kenti oluşturan doku ile gereçler şaşılacak bütünlük sunuyor denebilir. Hatta kahramanların da sessiz gölgeler halinde dolaşan aynı kişiler olduğu söylenebilir. Ustalıklı geçişlerle karşılaşılıyor romanlarda. Bu geçme yöntemindeki biçimsel değişiklik arayışları, uygulayımda gösterdiği farklılıklar, birbirine aykırı geçme yöntemleri, buna özgülenen tutumlar Toptaş’ı, neredeyse tam bir yetke konumuna taşıyor. Yazar, romanlarında, yazdıklarını birbiri nin içinden geçirip yeni yapılanmalar yaratırken, içinden geçilen öyküleri de birbiriyle vuruşturuyor. Toptaş’ın ilk romanlarına oranla son iki romanında başka bir düzlemde anlatı kurmaya koyulduğu görülüyor. Nitekim Uykuların Doğusu’nda anlatıcı, demir parmaklıklar gerisinden yaşanılanları yazmaktadır âdeta. Özellikle kimi anlatı bölümleri de dikkate alındığında, Bin Hüzünlü Haz’la Uykuların Doğusu’nun neredeyse bire bir örtüştüğü, ancak bu tutumun, kimi açılardan yazarı başka yazarlarla da bir ölçüde aynılaştırdığı görülmüyor değil. Son iki romandaki anlatılar, kimi yazarların benzer aktarımlarıyla birleşirken düşsel ufuklara doğru yolculuğa da çıkarıyor okuru. Bu bağlamda Toptaş’ın, özgünlüğünü koruyan yazar olarak kendine dikkat etmesi gerekiyor herhalde. Önceki üç romanında daha çok toplumsal olayların baskın durduğu dönüştürümle karşılıyordu bizi yazar. Oysa son iki romanında Toptaş’ın bütün kısıtlardan, bağlardan arınıp düşlemlere, fantezilere açılarak, önceki izleklerini, yalnız birer gereç bağlamında kullandığına tanık oluyoruz. Ayrıca kesikli, kırık anlatımın da daha bir uçlarına doğru yol alıyor sanki. Biçemce düşlerle, fantezilerle tam bir sarmaş dolaşlık da yansıtıyor bu arada. Bu açıdan öncekilere oranla son romanları daha çok masal gerçekliğiyle örülü, bununla içlidışlı. Böyle olunca roman evreni alımlamada ister istemez bombelenip şişiyor ya da içe çekilip büzülüyor. Çünkü roman evreninin bütünselleşmeye olanak tanımadan ayrıştırılıp kesintilere uğratılması, sanat yapıtından beklenebilecek etkileyici havanın dağılmasına yol açıyor. TOPTAŞ ROMANLARINDAKİ TOPLUMSAL DOKU... Toplumsal sorunları, ilişkilenişleri soyut layımında ilginç, farklı bir açılımla karşılaşıyoruz bu son yıllarında yazarın. Toptaş, toplumsal gerçeklikleri yazınsal gerçekliklere dönüştürürken, bunlarla soyutlayım bağlamında ilişki kurarken dürbünün tersinden bakılıyormuşçasına alabildiğine uzaklaştırıyor bunları bizden. Bu ise gerçeklik duygusunun zayıflamasına, romandan yayılan gerçektenlik duygusunun da zedelenmesine, gücünü yitirmesine neden oluyor kanımca. Ancak, önemli bir değişimin de altını çizeyim onun yazdıklarında. Bir Doğu söylenleri deltasında yol aldığı gözleniyor çünkü Toptaş’ın. Örneğin şu satırlar bir Doğu bilgeliğinden izdüşümler gibi alınabilir pekâlâ: “…İnsan herhalde uykudan kalkınca hemen uyanamıyor da, bir şeyleri gördükçe, o gördüğü şeyler kadar parça parça uyanıyor, diye düşünüyordum. Masayı görmüşse masa, kitapları görmüşse kitaplar, giysileri görmüşse giysiler, duvarları görmüşse duvarlar kadar uyanıyor, diyordum sözgelimi. Bir bakıma, insan gördüğü şeylerin toplamı kadar uyanık, görmediği şeylerin sonsuzluğu kadar uykuda oluyor, diyordum.…/ Sonra, o halde biz sürekli, sınırlarını algılayamadığımız kocaman bir uykunun içinde uyuyup uyanıyoruz, diyordum…” (83) Kaldı ki “efendime söyleyeyim”, “doğrusunu söylemek gerekirse” vb. söylemler de, bir Doğu anlatısı biçeminin verileri zaten. Bu çerçevede kimileyin Doğunun önemli, ilginç, şaşırtıcı budunsal değerleriyle de yüzleşiyoruz elbette. Bu arada Doğu söylenleri kadar masallarla da kol kola giriyoruz. Masal ya da uyku, bütün bunların Doğusu bağlamında “kıyamet günü” çerçevesinde ilişkileniş, bir “tebliğ” toplumu koşullanmışlığı bizi de içine alıyor. Daha önce Bin Hüzünlü Haz’da enikonu tanıklığını yaptığımız kıyamet olgusunun bu kez uykuyla, masalla bütünleşerek önümüze gelişi, Toptaş’ın romancılığı içinde yazarın ulaştığı doğal bir evre, uğrak olarak düşünülebilir. Hatta bu evredeki anlatının, çağımızdaki kötücül bukağılanmaya denk düştüğü de öngörülebilir. Ne var ki bu Doğu masalı, uykusu, söyleni saltık anlamda öylesine oyunsu süreçlerle örtüşüyor ki, Toptaş romanları Binbir Gece Masalları’nın değişkesi olarak karşımıza çıkıyor âdeta. Nitekim Uykuların Doğusu, İran, Türkistan, Hint, Arap vb. söylenleri gibi de okunabilirmiş gibi geliyor bana. Ancak bu romandaki anlatımın, çağdaş meddah kalıbına uyan bir yan taşıdığını da söylemeliyim. Artık dünya toplumları, emperyalizmin emrinde buyurganlara uyan bir sanat anlayışı yönünde yeniden yeniden biçimlenirken alımlayıcının gide gide öz niteliklerini yitirip eski yapıya döndüğü, buna uyacak biçimde saltık oyuna yöneldiği görülebiliyor. Okur da toplumsal sorunlara sırt dönüyor artık. Gerçeklikle değil masalla, saltık oyunla, söylenle ilgileniyor. Bu çerçevede yazarlar da Doğu söylenlerine yöneliyor elinde olmaksızın. “Uykuların Doğu”sundan kalkılıp okurluğun sonuna geliniyor neredeyse. Ancak yine de şunu söylemekten çekinmeyeceğim kendi payıma: Hasan Ali Toptaş, yazınımızı yücelten az sayıdaki yazarlardan biri. Onun roman evrenlerine yakınlık duyun duymayın, öne sürüşlerine katılın katılmayın, roman kahramanları aracılığıyla söylediklerine kulak asın, kulak tıkayın, Hasan Ali Toptaş, yazdıklarında yüksek düzeyde bir estetik hazla buluşturuyor bizi, romanlarıyla da güçlü bir gerçektenlik duygusu yayıyor. Onu okumamış olmak, yalnız bireysel değil, yazınımızı tanımamanın da eksikliğine dönüşüyor bence. Bu yüzden Hasan Ali Toptaş’ı okumamış olmayı yakıştırmayın kendinize, eksiltmeyin kendinizi, okuyun onu! Uykuların Doğusu ise, onu tanımak için güzel bir fırsat doğrusu! ? KİTAP SAYI 937 SAYFA 22 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle