06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? düm. İstanbul’da bir CHP organı olarak çıkan Memleket gazetesinde çalıştım. KIYISINDAN! SİNEMA Sonrasında da kıyısından sinema değil mi? Kıyısından dedik ama aslında çok önemli bir projenin senaryosuna imza atıyorsunuz; Vurun Kahpeye... Yapımcı Hürrem Erman, Halide Edip Adıvar’ın “Vurun Kahpeye” romanını sinemaya aktarmak istiyordu. Bu iş için Galatasaray’dan arkadaşım Lütfü Akad ve beni düşünmüştü. Senaryoyu biz yazacaktık. Ama tabii Halide Hanımdan izin alınması gerekiyordu. Halide Hanımla görüşmeye Laleli’deki dairesine Lütfi ile birlikte gittik. Ağabeyim Kemal Küçük’ü tanıyordu Halide Hanım, çok ilgiyle karşıladı. Sonunda senaryoyu kendisinin görüp onaylaması koşuluyla kabul etti. Senaryoyu yazdıktan sonra da çok memnun kaldı. Çekimler Adapazarı’nda yapıldı, plan plan büyük titizlikle emek verdik. Başroldeki öğretmeni Sezer Sezin oynadı. Film çok başarılı oldu. SİNEMAMIZIN İLK ÇOCUK OYUNCUSU Sinema mutfağına adamakıllı girdiniz yani. Tabii tabii.. Sinemaya ilgim Ertuğrul Muhsin zamanından başlayarak Ateşten Gömlek’in setine gitmemle başladı ve sonra da kopmadı diyebilirim. Ağabeyim tiyatro sanatçısı Kemal Küçük benden 16 yaş büyüktü, baba gibiydi. Beni Ateşten Gömlek’in setine götürdüklerinde 5 yaşımdaydım. Hatta filmde bir kuyu sahnesi vardı, orada çok küçük bir rol de aldım. Türk sinemasının ilk çocuk oyuncusu benimdir sanırım. Sonra da doğrusu kopmadı ilişkim. Sinemayı çok sevdim ama içimde asıl filizlenen tiyatroydu. Tam da bu noktada Muhsin Ertuğrul’un yaşamınızdaki yerine değinelim. Kitabınızda da genişçe yer veriyorsunuz ustaya. Hiç yadsınamaz, babadan ileri derler ya öyle. Ağabeyim 1936’da vefat ettiğinde ortaokulu yeni bitirmiştim. Maddi manevi destek oldu, velim oldu, okumamı sağladı. Sonra mezun olduğumda ona aktör olmak istediğimi söylediğimde çok kızdı ve beni Hukuk Fakültesi’ne yönlendirdi. Bir sömestr dayanabildim ve gizlice Edebiyat Fakültesi’nin Felsefe Bölümü’ne yazıldım. Hem gazete hem fakülte devam etti. Müthiş bir insandı Ertuğrul Muhsin. Onun tiyatro anlayışı ve sinemacılığının yanı sıra dönemin şartlarına da geniş yer vermeye çalıştım. Ve o zaman ki oyuncuseyirci profiline de. Cevat Fehmi de Muhsin Ertuğrul hayranıydı, tiyatroya büyük bir sevgisi vardı. Cumhuriyet’te çalıştığım dönemde çok gü zel tiyatro sohbetlerinde bulunurduk. ‘SAYIN DİNLEYİCİLER, YAYINIMIZA BAŞLIYORUZ’ 1949 yılı... Harbiye Radyoevi binasının inşası bitiriliyor ve siz dolu dolu bir aradan sonra spikerlik yaşamınıza geri dönüyorsunuz. Söyleşimizin başlarında Harbiye Radyoevi’nin ilk anonsunu da sizin yaptığınızı söylemiştiniz. Neydi bu anons? Tabii, tabii; “Burası İstanbul Radyosu, 428 metre 701 Kilosikl TAW. Sayın dinleyiciler, bugünkü akşamki yayınımıza başlıyoruz.” Hepsi dev sanatçılar olan isimlerle birlikte çalıştığınızı da ifade ediyorsunuz kitabınızda. Zeki Müren, Hamiyet Yüceses, Müzeyyen Senar.... Bize onları anlatır mısınız? Zeki Müren, önceleri çok utangaçtı. Fakat her zaman terbiyeli ve kibardı. Bir o kadar da espriliydi. Hamiyet Yüceses, ağzında bir bergamot şekeri eritmeden kesinlikle şarkı söylemezdi. Müzeyyen Senar’ın şarkı defteri ünlüydü. Yüzlerce şarkının daktiloyla yazılmış olduğu kalınca bir defterdi bu. Necmi Rıza Ahıskan’ın en büyük korkusu şarkı söylerken gıcık tutmasıydı. Bir gün ne yazık ki başına geldi de. ‘İKTİDARIN BORAZANI OLDUK’ Ankara ve İstanbul radyoları Türkiye’de en çok ve tek dinlenen kurumlardı diyorsunuz kitabınızda. Popülerliği... Tabii, sadece radyo vardı ve herkes radyoları canla başla dinliyordu. Radyo eğlence, eğitim ve haber kaynağı durumundaydı. Özellikle radyo üzerine çıkan dergiler ardı ardına yayımlanmaya başlamıştı. Büyük ilgi de görüyordu. İlgi görünce de siyaseten kullanılma azmi baş göstermiş.. Maalesef basın ve radyo, iktidardaki değişimlerden en çok etkilenen kurumlar oldu. Gericiliğe göz kırpanlarca kullanılmak istendi. Tiyatrodan da başladı. Bir de 1939’da, İzmit’te açılan bir resim sergisindeki çıplak tabloların müstehcen sayılıp toplatılmasıyla başladı ve adım adım ilerledi. Sonra ihtilaller.. Tabii çok ağır etkileri oldu, tüm radyo yaşantımda beni çok rahatsız etti. Baskıyı ilk elden hissedenlerden biriydim. Hatta not aldım, ‘1960 yılında radyolarımız tam anlamıyla iktidarın borazanı oldu’ diye bir sözünüz var. Tabii devletin resmi ağzıydı, medyasıydı. Demokrat Parti zamanında bilhassa abartmışlardı. Milliyetçi Cephe diye bir şey kurdular o zaman. Bazen mezarlıktaki kayıtları bile ele alıp ölmüş kişiler için Milliyetçi Cepheye katıldı filan diye anons ettiriyorlardı. 27 Mayıs devriminde İstiklal Marşı’ndan sonra bir dua ile başlıyormuş yayın.. Maalesef gericilerin bir adımıdır o da. İrtica şeytan tırnağı gibi can sıkmaya başladı. Kitabımda da irticanın adım adım nasıl geldiği görülmektedir. Demek ki dini siyasete karıştırmanın o kadar etkisi oldu ki, askerimizin içinde bile yer alabilmiş, onların dimağlarına işleyebilmişti. Kitabımda bu anlamda 50 yıl önceki Türkiye’nin bütün görünümü de var. ‘RADYO DÖNÜŞTÜ, ARTIK LAİK RADYO DEĞİL’ 50 yıl sonrasında radyo olayını değerlendirir misiniz? Artık radyo bildiğimiz özgür düşünceye dayanan laik radyo değil, dönüştü. Doğrudan doğruya irticai bir radyo haline geldi bu da beni çok üzüyor ve bazı sancılı dönemleri acıyla anımsatıyor. Radyoda sadece sunmaktan öte her aşamasıyla ilgilenmişsiniz, radyo oyunları… Çok yönlü bir sanatçı kişiliğim vardı o yüzden diye düşünürüm. Tüm spikerlik hayatımda Türkçeyi en düzgün konuşan spikerdim. Kitabımda da belirttiğim gibi İstanbul Türkçesi, Yunanca, İtalyanca ve Latince bileşimi var İstanbul Türkçesinde, bunun Türkçedeki diyalekti İstanbul’da çok güzel gelişti, pekişti. Yeni alınan spikerlere diksiyon dersleri de verdim. Kitabımda da Türkçenin, Osmanlıcanın üzerine pa sajların yanı sıra, müzik üzerine düşüncelerim, değerlendirmelerim de yer alıyor. Standartlar, disiplin nasıldı? Radyo kuruluşundan beri disiplinli bir müesseseydi, hele ki TRT olduktan sonra daha modern bir teşkilat, kurum haline geldi. ‘İRTİCA HER ŞEYİ BOĞDU’ TRT’nin TRT Kanunu ile özerkleşmesini anlatıyorsunuz, neler değişmişti yeni yasa ile? Olumlu bir tepki almış önemli bir adımdı.. Tabii bir kere kurum kuruluş değişti, bölümler, yeni donanımlar getirildi, prodüktörlük kavramını getirdi, idare ayrı oldu, program ayrı oldu, programın içindeki kuruluşlar ayrı. Müdürlükleri ayrıldı. Teknikte de yenilikler getirdi onun için çok güzeldi ama bu irticai olay gelince başa o da boğuldu. İrtica her şeyi boğdu. Radyo tiyatrosu konusunda da epey emeğiniz var... Toplumda da özel bir yeri var radyo tiyatrosunun? O çok önemli, bir kere tiyatro ile sinema arasındaki farkı güzel açıklıyor radyo tiyatrosu. Radyo yaşanan bir olay, perde açılınca bir yaşantı başlıyor, kapandığında bitiyor. Aynen Behçet Necatigil’in dediği gibi ‘oyunlar doğar, yaşar ve ölür’. Radyo tiyatrolarının, yazın hayatımıza da girmesi lazım ama maalesef roman ve hikâyeden sonra ona çok itibar edilmedi. Ama Behçet Necatigil sayesinde yapıldı yine de. RADYO TİYATROSU VE UYARLAMALAR Evet tiyatro müdürlüğüne atandıktan sonra pek çok romanın uygulamalarını çok usta yazarlarımıza yaptırma olanağı bulduğunuzu da okuyoruz kitabınızda. Anlatır mısınız? Evet, Behçet Necatigil, Salah Birsel, Fazıl Hayati Çorbacıoğlu, Orhan Hançerlioğlu, Mehmet Seyda gibi değerli yazarlarımızın roman uyarlamaları yaptı. Necatigil radyo oyununu en seven yazardı. ‘Mikrofonu daha çok seviyorum, radyo oyunu yazarken daha özgür oluyorum’ demiştir. Haklıydı da radyo oyunlarında salt tiyatro olması, müziğin tek yardımcısı olması, bu biçimiyle tiyatronun mekândan, sürekli zaman mantığından kurtulup, kendi anlatımında sonsuzluk kazanması söz konusuydu ki Necatigil de bunu çok iyi kavramıştı. ? [email protected] Radyodaki Büyülü Ses/ Selahattin Küçük/ Gürer Yayınları/ 162 s. “Eşref Şefik 1940 yılında İstanbul Belediyesi Neşriyat Müdürü’ydü. Ben de Galatasaray Lisesi’ni o yıl bitirmiş, Edebiyat Fakültesi’ne gidiyordum. Çalışmak zorundaydım. Ve Neşriyat Müdürlüğü’nde çalışmaya başladım. Bir gün Türkçeyi çok güzel konuştuğumu ifade ederek bunu değerlendirmemi ve İstanbul Radyosu’nun sınavlarına girmemi önerdi. Ben de 1942’de Galatasaray Lisesi’nin karşısındaki Beyoğlu Postanesi’nin ikinci katında deneme yayınlarına başlayan İstanbul Radyosu’nun sınavlarına girdim ve kazandım. Böylece meslek yaşamıma profesyonel olarak başladım. “ CUMHURİYET KİTAP SAYI 937 SAYFA 17
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle