Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? çok dışında kalmıyor mu? Aslında tiyatrocu yazı yazar mı veya yazmalı mı gibi konularda kesin kurallar öne sürmek pek anlamlı değil. Mesela Ferhan Şensoy'un tiyatro dışı yazılarından da tiyatrosundan da özel bir tat alıyorum. Birini yaptığı için öbüründen vazgeçmesini ciddi bir kayıp olarak değerlendiririm. Benim bakış açımda, tiyatro, senteze en açık sanat dallarından belki de birincisi. Tiyatronun içinde söz var, dans, şarkı, müzik var, resim, heykel var, yorum yeteneği var, hem oyuncuya hem seyirciye yönelik stratejiler oluşturma kaygısı var, çağına tanıklık etme isteği var, 2500 yıl önce yazılmış bir metnin içinden de, bugün yazılmış bir metnin içinden de gününe seslenme isteği var. Çağının fikir, edebiyat, sanat akımlarından etkilenme dolayısıyla onları bir şekilde takip etme eğilimi, ihtiyacı var. Kültürel köklerini, yaşadığın coğrafya üzerindeki uygarlık miraslarını sahiplenme güdüsü, onları öğrenme ve yeniden yorumlama isteği var. Yani bir tarih bilinci sorunu var. Tiyatroya bu perspektiften bakıp bu derece total bir sanat olarak görüp, ona tarihinizle, kültürünüzle, çağınızla birlikte bakma ihtiyacı hissettiğinizde bir süre sonra belli bir birikim oluşuyor. Bu tarz birikimleri aktarmanın en geçerli yolu da yazmak. Ben de bu yüzden yazıyorum. Kitabınıza "Giriş"i Metin And için yazdığınız bir yazı oluşturuyor. Metin And'ın sizin için önemi, meslek hayatınızdaki yeri nedir? Sorunuza cevap verirken, öncelikle bu yılki TÜYAP Kitap Fuarı'nın onur yazarı olarak Metin And'ın seçilmesine çok sevindiğimi, bundan kültür yaşamımız adına çok gurur duyduğumu belirtmek isterim. Metin And tabii ki Türk bilim hayatının en üretken yazarlarından biri, ama daha da önemlisi: Onun "oyun alanı" diye Huizinga'dan da esinlenerek Anadolu kültüründe araştırıp tasnif ettiği birikim, tiyatronun ve genelde sanatın olduğu kadar yazılı edebiyatın da dayandığı gelenekleri, mitosla ritüelin, kutsalla oyunun buluştuğu alanı kapsar. Anadolu'nun "yaşayan oyun arkeolojisi"ni yıllardır iğneyle kuyu kazarak gün ışığına çıkaran ve "koruma altına alan" Metin And'ın çalışmaları, Tanzimat'tan beri körükörüne Batı hayranlığı yüzünden koptuğumuz derin kültür katmanlarıyla, ortak çağrışım zeminleriyle bağların nasıl yeniden kurulabileceğinin ipuçlarını verir. YÖNETMENİN YAZARA KARŞI BAĞIMSIZLIĞI Metin And "Başlangıcından 1983'e Türk Tiyatro Tarihi" adlı kitabında sizi, Mehmet Ulusoy'la birlikte "gerçek yaratıcı tiyatroyu kuran en seçkin iki örnek" diye niteliyor. Aslında tiyatroda yaratıcılık, geleneklerle, kültürel zeminle, mirasla ilgili uğraştan beslenir. Meyerhold'un bir sözü var, "gerçek teatral gelenekler devrimcidir" diyor. Coğrafyanızın imgelem dağarcığını yeniden yorumlayarak sahneye taşımakla uğraştıkça, sahne estetiğine de yeni zenginlik kaynakları sunarsınız. "Kurban", Fransa'da oynandığında gelen tepkiler genellikle bu yöndeydi. "Sanatsal açıdan bu yeni bir zenginlik kaynağı" diyorlardı. Mehmet Ulusoy ise bence Türk tiyatrosunun yetiştirdiği en yaratıcı ve bu yaratıcılığı en uzun süre korumuş yönetmenlerdendir. Onda da hep kültürel birikiCUMHURİYET KİTAP SAYI mimizden, renklerimizden, seyirliklerimizden yola çıkma, sahnede yeniden yorumlama isteği vardı. Üstelik Mehmet birçok sahne metnini de kendi oluşturdu. Nazım'ın şiirlerinden, Marx'ın metinlerinden yaptığı kolajlar, çeşitli oyunlaştırmalar, bunlar Mehmet'in tiyatro çalışmasında hep çok önemliydi. Yönetmenin yazara karşı bağımsızlığı yaratıcı bir tiyatro yapılabilmesi için kesin bir şart bence. Bakın, metne karşı bağımsızlığı demiyorum, yazara karşı bağımsızlığı... Ne fark var arada? Her tiyatro çalışmasını bilinmeze doğru çıkılan yeni bir yolculuk olarak görürüm. Her yeni yolculuk mutlaka bir metinle başlar. Ortada yazılı hiçbir şey olmasa bile her oyunun, sanat eserinin bir metni, izleyiciye söyleyeceği bir şey mutlaka vardır. Bu anlamda metne karşı bağımsız olamazsınız. Yoksa kendi içinizde, çıktığınız yolculuk içinde tutarlılığınızı koruyamazsınız. Ama bir metni seyirciye iletmenin tek yolu, tek ifade aracı asla söz değildir. Tiyatro birçok ifade aracından oluşan, bunların hepsini bir araya getirerek bir sahne dili oluşturan total bir sanat dalıdır. Burada total sanat dalı derken, terimden sadece Wagner'in kullandığı manada söz etmiyorum. Daha çok göstergebilim verilerini düşünüyorum. Son derece yalın, tek kişinin oynadığı, dekorsuz bir oyun bile yapsanız tek ifade aracınız söz olamaz; sahnedeki oyuncunun bedenini, duruşunu, sesini, uzuvlarını şekilleyecek bir sürü ifade aracı, bir sürü farklı sanat disiplini devreye girmelidir. Bizde bazı yazarlar, kendilerini oyunun tek sahibi sanmak yanılgısından bir türlü vazgeçemiyorlar. Oysa bir oyunun telif hakkının sahibi olmakla, sahnede ortaya çıkan yapıtın dilinin sahibi olmak arasında dağlar kadar fark var. Aslında, yazarlar başka metinlere karşı kendilerini ne denli bağımsız ve özgür hissediyorlarsa, örneğin John Gay'in "Dilenci Operası"nı alıp "Üç Kuruşluk Opera" yapmakta, Sofokles'in "Antigone"sinden Anouilh'un "Antigone"sine varmakta, Saxo Grammaticus'un metninden "Hamlet" yaratmakta veya Medea'dan esinlenip oyunlar yazmakta nasıl sakınca görmüyorlarsa, bence yönetmenlerin de onların metinlerini yorumlamasını doğal karşılamaları gerek. 20. yüzyıl başında, "yönetmen tiyatrosu" diye bir kavram oluştu ve tiyatrodaki yenilenmeler ya doğrudan yönetmenlerden ya da çok üretken yazaryönetmen ortaklıklarından kaynaklanmaya başladı. Bunun asıl öncüsü de Vsevolod Meyerhold'dur. MEYERHOLD’UN YERİ BAŞKA Meyerhold kitapta da önemli bir yer tutuyor. Aslında onunla birlikte, Yuri Liubimov, Dario Fo, Peter Brook, Peter Stein, Eugenio Barba, Manfred Wekferth gibi önemli tiyatro yönetmenleriyle olan kesişmeleriniz de kitabın içinde "20. Yüzyıl Tiyatrosu" başlığıyla önemli bölümlerden birini oluşturuyor. Evet, kitap benim meslek yaşamımda belirleyici olmuş sorgulamalara, arayışlara göre şekillendi biraz da. 20. Yüzyıl tiyatrosu üzerine araştırmalar da bunun gerçekten önemli bir bölümünü oluşturuyor. 12 Eylül'den sonra yurtdışında Halk Oyuncuları'nı kurduğumuzda, "yeni bir tiyatro" yapmayı amaçlamıştık. Bu nedenle çok yönlü bir araştırma etkinliği sürdürdük. Bir yandan özellikle 20. yüzyılda tiyatroda 912 ? SAYFA 5