25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Adalet Ağaoğlu 1969’dan 1996’ya kadar 27 yıllık bir zaman diliminin sorumluluğunu taşıyor. Günlüklerinde roman çalışmaları da irdelendiğine göre; Atatürk’ün ölümünden günümüze doğru, geniş bir zamanın toplumsal çalkantılarına tanık oluyoruz. N eden günlük tutarız? Kimi insan kendini, kimi insan da zamanı denetlediğini sanır günlük tutmakla. Günlük tutmak, anı yazmaya benzemez. Daha günün ayrıntıları silinmemiştir. Kimi gerçekleri yorumlamak zorunda kalsa da, bir edebiyatçı duyarlığının tanıklığıdır anlatılan. Adalet Ağaoğlu 1969’dan 1996’ya kadar 27 yıllık bir zaman diliminin sorumluluğunu taşıyor. Günlüklerinde roman çalışmaları da irdelendiğine göre; Atatürk’ün ölümünden günümüze doğru, geniş bir zamanın toplumsal çalkantılarına tanık oluyoruz. Tek bir gün bile insana kısa bir zaman parçası gibi gelir. Oysa bir ânın içinde nice geniş zamanlar vardır. Kaldı ki çağrışım gücü geriye dönüşlerle zamanı çoğaltır. Adalet Ağaoğlu iç gerçekleri de anlattığı, el yazısıyla kaleme aldığı bu günlüklere “Dert Dökme Defterleri” adını koymuş. Sonra bir de bakmış ki “günler eriyip gidiyor damlaya damlaya” (III559), “Damla Damla Günler”i yitirmemek gerektiğine inanmış (DAMLA DAMLA GÜNLER, IIIIII, 19691996 Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2007), RADYO GÜNLERİ Bir yandan TRT’de çalıştığı dönemdeki savaşımı, oyun yazarlığıyla edebiyata girişi; yazarlığı meslek edinerek öyküden romana, denemeden incelemeye dek yoğun bir yazı çalışmasına yönelmesi; günlük yaşantısında, okumalarında, gezilerinde, insan ilişkilerinde hep yazacaklarına nasıl bir doku kazandıracağının çabası içinde olması; günlüklerindeki ayrıntılar yumağından ayrımına varabildiklerimizdir. Oyun yazarlığı yalnızca dilin doğal akışını geliştirmek işi değildir. Sözcük tutumunu, kurgu sağlamlığını da gerektirir. Yaşar İlksavaş’ın “Çok Uzak Fazla Yakın” için söyledikleri, gerçeğin ayrıntılarını gören bir yazarın sözleridir. “Adalet Ağaoğlu’nun tadına doyulmaz Türkçesiyle, gerek anlatım, gerekse kurgu olarak şiirsel bir dünya yaratılmış sahnede”(III 517). Oyun dilinin doğallığından edebiyata girmek, dilin gücünü anlamak demektir. Ancak, iyi bir yazarın TRT’de çalışması, kendini tüketmesi anlamına da gelebilir. Yapımcısından yönetmenine kadar TRT’de çalışanların sağlam bir kültür birikimi içinde olması, yaratıcı bir güçle çalışması gerekir. Böyle iyi yetişmiş TRT’ciler azınlıktadır. Çoğu boş kişiler laf üretmeyi sever. Adalet Ağaoğlu’nun radyoda, televizyonda çalıştığı zamanki koşullar, günümüzde daha çok bozulmuş olarak sürüp gidiyor. Adalet Ağaoğlu bir “kadın yazar” değildir. Kişiliğini koruyan bir kadın olması ayrı, yazarlığına kişilik kazandırması, birbirinden ayrı oluşumlardır. Üstelik güzel insandır. Ama, 20 yıl önceki Paris gezisini anımsar da, boşverir o geçmiş zamana: “Güzel bir kız olduğumu gittiğim her yerde yanımda özgür ruhlu bir delikanlı bitmesiyle keşfettiğim, ‘aaah o günler’”(III 145). Radyo günlerinde imzasız sövgü mektupları gelmektedir. Radyoevindeki 1 numaralı büyük stüdyoda bir toplantı yapılır. Sövgü mektubu alanlar arasında Emil Galip, Muammer Sun, Mahmut Öngören, Semih Tuğrul, Rıdvan Çongur da vardır. Toplantıyı yöneten Emil Galip Sandalcı Adalet Ağaoğlu’na söz verir: “Oraya gidip, bana gelen mektubu havada sallaya sallaya: ‘Aranızdan hanginiz benimle yatmak istiyor acaba? Merak edi Mustafa Şerif ONARAN Değinmeler “Damla Damla Günler”: Çağdaş edebiyatımızın gizli tarihi yorum. Bana bu ihtiyaç dilekçesini, yumurtalıklarımın durumuyla yakından ilgili biri yazmış ve adıma postaya vermiş olabilir”(I 67). Yıllar sonra bir “Yüzbaşı yazar” “Göç Temizliği”nde geçen bir söze değinerek diyor ki: “...’Bir şey elde edeyim diye kimsenin sırtını okşamadım’ cümleme parmak basarak; ‘Ya nerelerini okşadınız hanım?’ diye yazabilmesi, bunun basılabilmesine karşı Zeynep Avcı’dan başka kimsenin, hele hele ‘feministlerimizin’ gıkının bile çıkmaması... ‘Aydınlarımızı’ ölçüp biçmenin peşine gel de düşme!” (III 274). “Ben kadın yazar değil, yazan bir kadınım. Yazabilen bir insan” (III 431) diyen Adalet Ağaoğlu TRT’den ayrılışını şöyle açıklar; “30 Mart 1970 gününden itibaren TRT’de bulunmayacağımı hepinizin önünde bildiriyorum. Yokluğum, umarım turnusol kâğıdı yerine geçer de, esrarengiz mektup sahiplerinin yüzlerinin ortaya çıkmasını sağlayabilir. (I 68). DAR ZAMANLAR Adalet Ağaoğlu’nun “Dar Zamanlar Üçlüsü” diye anılan “Ölmeye Yatmak”, ‘’Bir Düğün Gecesi”, “Hayır...” adlı romanları; Atatürk’ün ölümünden günümüze doğru, çalkantılı dönemlerin tanığıdır. “Ölmeye Yatmak”, 19381967 arasındaki dönemin “aydın kadınlar” üzerindeki etkisini anlatan bir roman. Fethi Nacı diyor ki: “Ağaoğlu, anlattığı dönemi, kendi kişisel görüşlerine göre değerlendirerek anlatıyor; bir başkası, aynı dönemi, büsbütün başka bir açıdan ele alarak, Ağaoğlu’nun yorumlarının tam karşıtlarını ileri sürerek anlatabilirdi”(Yüz Yılın 100 Romanı, Ölmeye Yatmak, Adam Yayınları 2000). “Ölmeye Yatmak” Adalet Ağaoğlu’nun ilk roman denemesidir. “Toplumcu özü bakımından bir aydın tedirginliğinin dile getirilmesi” de az şey değildir. Fethi Naci “Bir Düğün Gecesi”ni “sevAdalet Ağaoğlu Ağaoğlu’nun günlüklerinde onun da yeri var; “Rükzan Günaysu Robert Kolej’de ders vermeye başlamıştı. Hatta beni de öğrencileriyle baş başa bir konuşma yapmaya çağırmıştı.” “... Derslerinde halk şiir ve türkülerini anlatırken öğrencilere Ruhi Su’dan da parçalar dinletmiş. Vaay, bu solcu öğretmen demek ki! Atalım bunu burdan gitsin. Rükzan Hanım’ın öğretmenliğine böylece ‘el konuldu’. O da böylece 12 Eylül kurbanlarından biri daha oldu” (III 234). Rükzan Günaysu dava açtı, aylar sonra davayı kazanarak görevine döndü. İKİ ÖNEMLİ İNSAN Adalet Ağaoğlu’nun günlüklerinde işlerini kolaylaştıran iki önemli insan var. Biri “İçimdeki öteki” diye andığı Fatma İnayet. Yanlışını doğrulayan vicdanının sesi. Fatma İnayet diyor ki: “Ne yani, sen ona hemen hemen her romanın coğrafyası roman yazarının hayat coğrafyasıdır; oysa roman hayatının coğrafyası olmalı, diye söylenip duran sen değil misin?” (III 303). “Ben Cumhuriyet’in uslu çocuğu olmadım; 12 Eylül Anayasası’na da açıkça ‘Hayır’ dedim. Genelgeçerle uyumlu değilim. Çevremle dahi uyumlu olamamaktayım”(III 588) diyen Adalet Ağaoğlu’nun iç sesi, “içindeki öteki” Fatma İnayet, onu hep yatıştırmaya çalıştı. Ama onun asıl sığındığı insan eşi Halim Ağaoğlu olmuştur. Elli yılı geçen evliliklerinde dargın günleri yok muydu? Büyükada, 11 Eylül 1991 günlüğü şöyle başlıyor: “Önceki gün buraya pek kırık dökük bir halde geldik. Halim’in ‘gelecek hayatımız’ bağlamında benimkine karşı kayıtsızlığını epey önceleri anlamış bulunmaklığım aramızdaki bütünlükte bir çatlak açmadı değil. Ne kopabiliyor, ne birlikte olabiliyoruz. Son biriki yıldır birbirimizi çok yorduk; yoruyoruz; birbirimizden başka içinde dinlenilecek temiz bir köşe yok” (III 399). Nitekim 15 Aralık 1994 tarihli günlükte şunları yazacaktır: “Evliliğimizin 40. yılı. Demek ki, Halim’le olmasaydı bu kadar olmazdı. Birliktelik üstüne emek vere vere, dayanışa dayanışa, anlamı güzel, öğütlemeye layık bir dostluk kurduk” (III 555). BASKI DÖNEMLERİ “6l Anayasası”nın hazırladığı özgürlük ortamı kargaşa ortamına dönüşünce 70’li, 80’li yılların baskı yönetimleri geldi. Adalet Ağaoğlu’nun günlüklerinde akıl almaz ayrıntılar var. “Çağrışımlarla yüklü bulunan zihnimiz hiçbir şeyi kronolojik bir biçimde hatırlamıyor” (III l68). Her şey unutulabilir. Nice öldürülmüş yazar, nice işkenceler, nice haksızlıklar geride kalır Daha iyi bir dünya adına yapılan kötülükler bağışlanabilir. Ama hayır... Adalet Ağaoğlu’nun Barış Derneği duruşması sanıklarını bir anlatışı var ki, onların bakışları, duruşları düşlerimize girecek. Madımak yangınının külleri soğumayacak. “Bu bir siyasi davadır ve siyaset adaletle hiçbir ilişkisi bulunmayan bir mekanizmayla işler” sözü (III 256) bize görmeyi öğretecek. Ferruh Doğan istediği kadar, “Göç Temizliği” anı romanı için Adalet Ağaoğlu’ya “Erkekler mahallesine girmeseydin bu böyle olmazdı; cahillik ettin” desin (III218). Fatma İnayet onu yatıştırmaya çalışsın, bu böyle sürüp gidecek; Çağının sorumlusu olan bir yazar kendince bir ödeşmenin içine girecek. Belki de önemsiz görünen bir ayrıntı yarınki Türkiye’nin kurtuluşu olacak. Bu günlüklerde son elli yılın gizli tarihini görmek; yalanlarla beslenen, yönlendirilen insanların güdümlü bir gerçeğe bağlandıklarını düşündürüyor. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmeniz için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz. gisizliklerin, yıkılışların, kuşkuların, kaçışların, kendinden hoşnutsuzlukların romanı” olarak tanımlar: “Toplumsal çözümsüzlüğün ağır bastığı bir dönemde, umarsız ve yalnız bireylerin umarsız ve yalnız bireylere bel bağlamaya çabalamalarının romanı; nicedir bekleyen bir eleştirinin romanı; yer yer Sartre’ın ‘Cehennem başkalarıdır’ sözünü anımsatan bir roman” (Yüz Yılın 100 Romanı, Bir Düğün Gecesi, Adam Yayınları 2000). “Adalet Ağaoğlu duygusallıklardan kurtularak bakabiliyor insan gerçeğine, toplum gerçeğine.” “ ‘Bir Düğün Gecesi’nde 12 Mart’ın ‘surat’ı değişiyor; fark, bir nitelik farkı. Ve Adalet Ağaoğlu bunu büyük bir yüreklilikle yapıyor.” “ ‘Bir Düğün Gecesi’ sadece 12 Mart döneminin değil, bir sürecin eleştirisi.” Roman Tezel’in bir sözüyle başlıyordu: “İntihar etmeyeceksek içelim bari!” Adalet Ağaoğlu “Bir Düğün Gecesi”nde çağdaş romanın gizlerine varmıştı: “Roman bu işteçok seslilik. Bireyin çok seslilikte kendini bulması. Uyumlu bütünlük” (III 42). Burhan Günel’in “Bir Düğün Gecesi”nin A. Huxley’in “Ses Sese Karşı”sından “intihal” olduğunu öne sürmesi değişik tepkilere yol açmıştı. Adalet Ağaoğlu’nun günlüğünde bu olay şöyle yer alıyor; “12 Eylül darbesi sonrası, Milliyet Sanat’ın 1 Aralık 1981 sayısında Ferit Edgü, yüzbaşı rütbeli bir yazarın, Bir Düğün Gecesi gibi sahiden sevilip benimsenmiş romanımı kirleterek gözden düşürme manivelasına karşı, ‘Adalet Ağaoğlu’nun Bir Düğün Gecesi’nde A. Huxley etkisini arayanları ancak ruh doktorları paklar’ diye yazmıştı da, boğulma halimden çıkıvermiştim. ‘Birleşmiş Yazarlar’ dergisi YAZKO ‘söz hakkı’ yutturmacasıyla kirletmeye kucak açmışken hem de, başka bir yazar tepkisini gösteriyor Mina Urgan gibi. Sahici aydınların varlığı. Beni boğuntudan çıkaranlar. Unutmam mümkün değil tabii. Bu arada, olup bitenlere karşı havaya bakanlar...”(III35). Adalet Ağaoğlu Susan Sontag’ın bir sözünü anımsatıyor: “Öfkeyle yazmak sevgiyle yazmaktan daha kolaydır”(III 419). BİRKAÇ OLAY “Damla Damla Günler”de bir insan ormanı var. Değişik toplumsal koşullarda şaşırtıcı konuşmalar geçiyor. Örnekse Cemal Süreya Adalet Ağaoğlu’ya diyor ki: “Size bir sır açıklayacağım Vecihi sakın duymasın, Timuroğlu. Sakın bunu yüzüne karşı söylemeyin, ‘Ölmeye Yatmak’ üstüne Barış’ta onun imzasıyla çıkan yazıları aslında ben yazdım.” Vecihi Timuroğlu Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ndeki öğrencilik yıllarından Adalet Ağaoğu’yu tanır. Ağaoğlu’nun romanlarını da sever. Üstelik araştırmayı seven bir yazardır, Neden kendi adını Cemal Süreya’ya ödünç versin? Bu olayın arkasında nasıl bir hinlik var? Ankaralı günlerimizin yıldızlarından biri de içi sevinç dolu bir öğretmen, Rükzan Günaysu’ydu. MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sk. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 SAYFA 22 CUMHURİYET KİTAP SAYI 912
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle