06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Düzgün, tüzgün bir adam olarak Halit Çelenk’i belleğimize katmamız zorunlu. Gerek bireysel gerekse toplumsal bellek bu doğrultuda kalıcı kayıtlar yapmalı. Böylesi anıtlaşmış bir insanın çağdaşı olduğumuza göre, görev üzerimize düşüyor demektir. M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası T ürkçenin, çatlamış nar güzelliğindeki zenginliğini ele veren sözcüklerinden biri de “düzgün”dür derim sorarsanız. Hem de ne has! Her kezinde durup sözcüğün bize duyurmaya çalıştığı yüceliği alımlamaya girişirim derin bağlanmayla. Gerçi “adam gibi adam”, “insan adam” deyişleri de yabana atılamaz, aynı şekilde “adam değil cudam” söyleyişi de… Ama “düzgün” sözcüğünden yükselen dervişçe, bilgece tutumu sezmemenin olanağı var mı?… Sözgelimi biri için “Düzgün adam” deyin de görün, sanki akan sular durmuş gibi ceketler nasıl iliklenip saygı gösteriliyor? Neden, çünkü çiğ süt emmiştir insanoğlu, kolayına yakıştırılmaz ona bu nitelik de ondan… Yunus Emre’nin Taptuk Emre’ye taşıdığı söylenen “düzgün odun” nitelemesi de ilginç… Koca Yunus’un kırk yıl boyunca hep böyle yaptığı, şeyhine hep düzgün odun taşıdığı söylenmiyor mu?… “Düzgün odun” deyişi de ilginç, neden düzgünü aranıyor odunun, eğrisi götürülse olmayacak mı? Ne derler, bir keramet havası döneniyor sanki sözcüğün üzerinde… Bu çerçevede Anadolu’da “Düzgün Baba” adıyla anılan yatırların, türbelerin varlığından güç alıyor belki yaklaşım… Bir yakıştırma yalnızca bu, ne var ki sözcüğün, anlamsal yoğunluk taşıdığı de ortada. Bu yoğunluğu kavrayabilmek için İsmet Zeki Eyuboğlu’nun hazırladığı Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü’ne (Sosyal, 1988) göz atmak yeterli sanıyorum. Eyuboğlu, “Düz” sözcüğünün karşılığında şunları aktarıyor: “Eski Türkçede tüz (doğru, soy, kuşak, döl, kök, budun, topluluk, düz, kural bildiren kök)den düz…” Düzgünlüğün, kutsanmış yanıyla belki de Alevi, Türkmen geleneğinden geldiği, bununsa bizi Eski Türkçeye çıkardığı düşünülebilir bu durumda. Nitekim Atatürk’ün Türk Dil Kurumunca yayımlanmış olan Derleme Sözlüğü’nde (1969) “düz” sözcüğünün de, bundan türeyen düzgün vb. öteki sözcüklerin de Anadolu’da çok geniş bir coğrafyada kullanıldığı anlaşılıyor. Belli ki “tüz” sözcüğü de buna yakın kullanıma sahip. Anlamı “düz”le örtüşüyor: ”Töreye, yasaya uygun davranan, adil.” Bunca uzatışımın nedeni, sözü bir “düzgün”, “tüzgün” adama getirmek… Kim o düzeci, tüzeci, düzemen, tüzemen, düzgün, tüzgün adam? Halit Çelenk… HALİT ÇELENK BİR YAŞAM ORMANI Rona AybayÜmit Altaş ikilisinin yayına hazırladığı önemli bir kitap var masamda: Yaşamda ve Yargıda Devrimci Duruş/ Halit Çelenk (Çınar, 2007). Düzenlemesiyle, içeriğiyle, biçemiyle etkileyici bir albüm kitap. Rona Aybay, sunuş yazısında şöyle diyor: “Her kişi gibi, Halit Çelenk de çeşitli açılardan değerlendirilebilir tabii… (Kitapta) 70’e yakın yazıda, her yazar kendi açısından bir değerlendirmesini yapıyor Halit Bey’in… Kimi yazar daha duygusal, kimi yazar daha yalın ve gerçekçi… Yazıların bazısında Halit Bey’in ‘hukukçu’ yönü vurgulanıyor, bazısında ise ‘insan’ yanı öne çıkıyor. Kimi yazar da, Halit Bey’in ‘sosyalist’ kimliğine ağırlık veriyor. Ama bu yazıların hepsinin toplamının vardığı bir tek sonuç var: Halit Çelenk, ciddi, Bir düzgün tüzgün adam: Halit Çelenk dürüst, tutarlı, en zor koşullar altında bile güvenilir bir insan ve nice çilelerle dolu aşamalardan, çetin sınavlardan geçip, çelikleşmiş dört dörtlük bir hukukçu…” “Halit Bey’in Şekibe Hanım’la evliliği de, bu saygın yaşamın bir başka örnek yönünü simgeliyor.” (11,12) Şekibe Çelenk farklı bir örnek oluşturuşun altını çiziyor sanki: “Evlilikte sevgiyi ve inancı beraber yaşamak gibi çoğu kişinin tatmadığı bir ayrıcalığımız oldu.” (97) Halit Çelenk, bu olup bitenler karşısında ne diyor, bir de ona bakalım mı: “Ben bir savunmanım. Güzel insanları savundum. Halkını seven, onların ‘Bir orman gibi kardeşçesine’ yaşaması için gencecik yaşamlarını veren insanları… Ben bu güzel insanları savunarak, onlarla beraber, insan sevgisini, barış dolu, özgür ve mutlu bir dünyayı savundum. Bu güzel insanları seviyorum. Bir yaşam bu sevgiyle geçti. Kendilerini tüm insanlığa adayanlara bir yaşam vermek çok mu?” Yaşamda ve Yargıda Devrimci Duruş/ Halit Çelenk adlı kitap, Çelenk’in yaşamını içine alırken uygarlık tarihimiz için notlar oluşturacak ölçüde zenginleştirilerek düzenlenmiş ansiklopedik bir yapıt izlenimi bırakıyor insanda. Bu yanıyla hem işlevci hem de yararcı görebildiğimce kitap. Okumayı film izlercesine kolaylaştıran bir yaklaşım da aynı zamanda… Halit Çelenk, bir anlatıcı konumunda olduğunu düşünüyor yalnızca: “Ben romancı veya öykücü değilim. Ben olayları gördüğüm gibi, ne bir harf katarak ne bir harf eksilterek, yazdım. İleride filmciler, romancılar yararlansın dedim.” (71) Bunun anlamı şu: Halit Çelenk, tanıklıklarından kalkarak herhangi kurmacaya yönelmiyor, tanıklığını aktarıyor yalnızca. Işık Kansu, Çocukluğa Yolculuk’ta (Bilgi, 2002), onun anlattıklarını öykü balına dönüştürürken bakın neler diyor: “Çelenkler’in (Antakya’daki aile) evi, hayat denilen (.) bir avluya açılıyor. Avluda yaşlı, yaşlı olmasına karşın her yaz inadına meyve veren üretken nar ağacı var. …Nar ağacının gölgesinde de küçük bir masa. Halit Çelenk’in aydın bilinci, nar çiçekleri ile birlikte pıtrak veriyor(.) bu masada:/ ‘Sıcakta Jean Jacques Rousseau’nun ‘Du Contrat Social’ini (Toplum Anlaşması) okuyorum. Rousseau, şöyle başlıyor kitaba:/ ‘İnsan doğaya özgür geldi, özgür doğdu, ama bugün her yerde zincirler içindedir.’/ ‘Çok çarpıcı gelmişti bu tümce bana. Zaten birtakım fikirler kafamda dolaşıyordu. Artık sorular birbirini kovalıyor, soru soruyu getiriyordu.’/ Genç Halit, soru işaretleri haritasında ilk dönemeci buluyor:/ ‘İnsanın sorunu işte bu çelişkiyi çözmek galiba.’” (98) 912 nizi benden ayırmayın’ diyordu. Hafif öksürerek başladığı konuşması, sanki şiir okur gibiydi. Kelimeler düzgün bir ahenkle birbirini izliyordu. O ne güzel bir Türkçe idi. Arada bir ince bir hareketle gözlüğünü çıkarıyor, elindeki gözlüğü öylesine sallayarak anlatmasını sürdürüyordu ki, gözlük de savunma yapıyordu sanki. Sık sık gözlüğünü takıp elindeki kâğıtlara göz atması, tekrar gözlüğünü çıkarıp elinde orkestra yönetir gibi hareketler yapması, gerçekten görülmeye değerdi.” “Halit Ağabey ile savunduğu tüm kişiler arasında köklü bağlar vardır. Bu bağların başında; insan sevgisi, yurt sevgisi, toplum sevgisi, meslek sevgisi, çalışma sevgisi, özveri sevgisi, özgürlük sevgisi ve akla gelebilecek tüm güzel sevgiler gelir.” (115, 116, 117 A.Tuncer Sümer’den) Attila Aşut, şu eklemeyi yapıyor buna:“Halit Çelenk, haksızlıklar karşısındaki tepkisini yalnızca ülke içinde değil, ülke sınırları dışında da aynı duyarlılıkla göstermiş bir hümanisttir.” (128) ORMANI IŞIKLAMAK Düzgün, tüzgün bir adam olarak Halit Çelenk’i belleğimize katmamız zorunlu. Gerek bireysel gerekse toplumsal bellek bu doğrultuda kalıcı kayıtlar yapmalı. Böylesi anıtlaşmış bir insanın çağdaşı olduğumuza göre, görev üzerimize düşüyor demektir. Örneğin kızı Ferda Çelenk Özyurda şöyle selamlıyor babasını: “İnsanın insanca yaşadığı bir dünyaya ulaşmada inançlı, dirençli, sonsuza dek mücadeleci, onurlu, daima başı dik, bir o kadar da duygusal, romantik, sevgi ve hoşgörü dolu abide insan Halit Çelenk’in kızı olmanın onuru, kıvancı, yükü ve mutluluğunu iliklerimde hissediyorum.” (103) Son olarak kitapla birlikte sunulan Halit Çelenk belge filmine de değineyim birkaç satırla: Halit Çelenk ile Bir Gün (ESR Yapım, 2006), kitaplaşmışlığın görselliğine yaslandığı, düz bir söyleşiye dayandığı halde zevkle, duyguyla izlenen bir belgesel olmuş. İncelikli, içli, duyarlı bir belgesel çıkarmış kurgucu yönetmen Ender Yeşildağ. Özgün müziği Seyithan Uraz’a, görüntüleri Yasin Ali Türkeri’ye, yönetmen yardımcılığı İnci Ekin’e ait yapımda söyleşiyi Ümit Altaş gerçekleştirmiş. BSB’li (Belgesel Sinemacılar Birliği) arkadaşlarımı gönülden kutluyorum. Böylesi düzgün, tüzgün adamı düzgün,tüzgün kitapla belgeselle selamlamak gerekirdi.Hakkıyla başarılmış bu. Kitabı hazırlayan Rona AybayÜmit Altaş ikilisini, tasarımı üstlenen Sadık Karamustafa’yı da kutluyorum bu arada. İnsanların çok büyük bölümü doğumla ölümün arasını dokuyamadan geldikleri gibi gidiyorlar, iz bırakmadan. Kimileriyse, bir bakıyorsunuz, gelişi öncesiyle sonrasını ayırıvermiş bir çarpıda, ayrıştıranı olmuş çağının hatta, bir tür sınıflandırmayla karşı karşıya bırakmış bizi. Belki bundan ötürü söz konusu insanlar, birer kamu vicdanına dönüşüyor süreç içinde. Artık dünyaya geldikleri zamanın değil, dünyayı değiştirdikleri zamanın göstergesi olarak kalıyorlar öylece… Birer düzgün, tüzgün adam olarak, yanarcalar halinde dağlara çıkıyorlar… Bundan ötürü olmalı Aydın Çubukçu, onu şu sözlerle esenliyor: “Erdemli bir yaşam, özgür bilincin ürünü olduğu kadar bu bilinci taşımanın onurunun ve sorumluluğunun gereklerini yerine getirmekle kazanılabilir. (…) …O, sosyalizmin tek bir insanda vücut bulmuş halidir.” (145) İnsanlığın yolunu aydınlatan işte bu düzgün, tüzgün adamlar… Düzgün, tüzgün olmayı bir türlü başaramayan milyonlarca, milyarlarca insan bunu yapamadığı için. İyi de Halit Çelenk, tarihsel çağlardan bu yana kaçıncı Sisyphos acaba? Mustafa Kemal’in sekiz buçuk milyon cudamı adam yaptığı ülkede seksen beş yıl sonra seksen beş milyon insanı biz nasıl cudamlaştırdık, anlamak mümkün değil! ? SAYFA 23 Çelişkiyi çözmenin temeli çocuklukta atılıyor demek ki. DÜZGÜN, TÜZGÜN ADAMI BELLEĞE KAZIMAK Nasıl biri bu düzgün, tüzgün adam? Gelin suluboya resim yaparcasına lekelerle onu tanımaya çalışalım. Kızı Serpil Çelenk Güvenç, bakın nasıl bir resim getiriyor önümüze: “6 Mayıs sabahı Ulucanlar Cezaevi’nden döndüğü zaman, ağarmış saçlarının çevrelediği yüzünün kül gibi olduğunu anımsıyorum. Daktiloya kâğıt takmamı söyledi; çünkü görevi bitmemişti, Denizler’in son sözlerinin unutulmadan kaydedilmesi gerekiyordu. Balkonda ağlayan Mükerrem Erdoğan’ı çağırdı ve son sözler iki tanığın belleklerinden beyaz kâğıda döküldü. Babam yatak odasına gitti ve uzun bir süre yanımıza gelmedi. “Ne kayıplarımız, ne kendisine ve ailesine yapılan baskılar, ne siyasal yaşamında karşılaştığı ihanetler, ‘dost’ bildiklerinden inanç dolu yüreğine çarpan ‘güller’, ne de her geçen gün hızla ilerleyen astımı babamı durdurabildi. O, arkasına bakmadan, paranın imparatorluğunun doludizgin yaşanmakta olduğu günümüz dünyasında, satılmadan ve savrulmadan, gelecek güzel günlere ve sosyalizme olan o bükülmez inancını, insana ve sevgili Metin Demirtaş’ın deyişiyle ‘umudun ordusuna’ olan güvenini bir an olsun yitirmeden doğru bildiği yolda yürüdü, savunmanlığını ve sosyalist mücadelesini sürdürdü… ‘Bizim taraf’ta olmanın bedelini hızla bozulan sağlığıyla, ama hiç yakınmadan öde(yerek)…” (107, 108) O, bu satırları kaleme alan kızına, 1972’de Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşundayken şunu diyecektir: “Baba ile evladın dost olması, kan ilişkisine bir başka ‘insanlık’ katar.” (111) Savunmanlığını sanata dönüştürürken Sokrates erdemliliğine parlak anlağını da ekliyor o: “Halit Ağabey konuşmuyor, dinletiyordu. Onun savunma yapması büyük bir sanattı. Konuşmak için ayağa kalkışı bile farklıydı. Sandalyesini öylesine bir geriye çekişi vardı ki, bu hareketiyle daha söze başlamadan ‘sakın dikkati CUMHURİYET KİTAP SAYI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle