Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
'Kaderin Ağı' ‘Toplumcugerçekçi yazarlara ihtiyaç var’ Öykülerinden pırıl pırıl yaşam akan genç bir yazarın ilk kitabı geçtiğimiz ay okuyucuyla buluştu. Kaderin Ağı adlı öykü kitabıyla, öykü dalında Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü kazanan Gülçin Karaş Duman ile yazarlığının gelişimini, öykülerinde işlediği konuları, günümüz edebiyatına bakışını ve aldığı ödül üzerine konuştuk. Ben, aşkı, ardındaki gerçeklerle önündeki düşlerle anlatmak isterim. Alıntıladığınız sözümle, aşk çiçekse, benim öykülerimde çiçeğin saksısına ve toprağına da yer var demek istedim. Kitabınızda yer alan öykülerin sahiden de tek bir konuyu anlatmadığını, her bir öykünün diğerinden farklı olduğunu görüyoruz? Bu durum anlık çağrışımların belleğinizden kağıda dökülmesi biçiminde tanımlanabilir mi? Herkesin bir öyküsü var. Siparişinizi getiren garsonun, bindiğiniz otobüsün şoförünün, yoldaki dilencinin, işyerindeki amirinizin… Ben bu öyküleri ve odağındaki insanları merak ediyorum. İnsanların öykülerine ilgi duymanın, beraberinde sorgulamayı, anlamayı, bilinçlenmeyi, hoş görmeyi ve uzlaşmayı da getireceğine inanıyorum. Kişinin kendi öyküsüne çakılı kalmadan, bireysellikten uzaklaşarak, başkalarının da öykülerine yakınlık duyması gerektiğini düşünüyorum. Bu nedenle, öykülerimde farklı insanlara yer veriyorum. Bu insanlar günlük yaşantımda rastlantıyla karşılaştığım ve merak duyarak gözlemlediğim kişiler olabildiği gibi, gazete sayfasında okuduğum bir haberde veya çevremdeki konuşmalarda karşıma çıkan ve yaşantısını kurgulamaya çalıştığım kişiler de olabiliyor. Benim gözümde her insan önemli ve her insanın öyküsü ilgi çekici. Hiçbir öykünün diğerine üstünlüğü yok. Köydeki Behiye’nin öyküsü, onlarca ülke görmüş bir gezgininki kadar ilginç. Sizin de belirttiğiniz gibi, kişilerin ve olayların bende bıraktığı anlık izlenimleri not alıyor ve öykülerimde bu çağrışımlardan yararlanıyorum. TOPLUMSAL BİR GERÇEK... Toplumsal konuları işliyorsunuz. Dua’da bir Alevi çocuğun zorunlu din dersinde karşılaştığı sıkıntıyı etkileyici bir biçemle kaleme almışsınız. Bu öyküyü yazarken ne tür etkileşimler yaşadınız? Dua adlı öyküde, çoğunluk tarafından görmezden gelinen bir konuya değinmek istedim. Aldıkları din derslerinde, kendi öğretilerine yer verilmeyen, kendilerine yer bulamayan bir Alevi öğrenci topluluğu var. Bu öğrenciler, ezbere dayalı eğitim sisteminde, pek çok şey gibi duaları da anlamını bilmeden belleyen daha da büyük bir topluluğun parçası. Bu toplumsal yaşantımızın bir gerçeği olduğuna göre, neden bir öyküde ele alınmasın diye düşündüm. Öykülerimde konu ve dil yönünden kendimi kısıtlamam; dokunulmazlıklarım yoktur. Bu nedenle, öykü, iyi bilinen bir dergi tarafından "konunun hassasiyeti" nedeniyle yayımlanmak istenmeyince şaşırmıştım. Dua, daha sonra Damar dergisinde KİTAP SAYI ? Coşkun ONGUN K aderin Ağı, bir ilk kitap. Bu yüzden sormak istiyorum. Yazmaya olan ilginiz nasıl başladı? Yazdıklarınızı başkalarıyla paylaşma serüveninizi bizimle paylaşır mısınız? Kişinin kendini ifade etme biçimi çocukluk çağında belirleniyor olsa gerek. Küçüklüğümde çok kitap okurdum, önümden kağıt ve kalem eksik olmazdı. Hem resim çizer, hem masallar yazar, hem de şarkılar uydururdum. Ama her nedense içgüdüsel olarak yazmaya eğildim. Sözcüklerle oynamak bana daha ilgi çekici geldi. Her sözcük, harfleriyle, sesiyle, vurgusuyla bende farklı çağrışımlar uyandırıyordu. Bu çağrışımlardan yola çıkarak bir dünya yaratmak olağanüstüydü. İlk gençlik çağında denemeler yazdım; bunlar, daha içsel yazılar olduğundan, birkaç yakınım dışında kendime sakladım. Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’ndaki yazma seminerlerine katılıncaya değin, yazmak, benim için daha çok gönlüme göre, hafif uçarı bir tavırla gerçekleştirdiğim bir uğraştı. Yazma seminerleriyle, gerek yazmanın sorumluluğunu daha iyi kavradım, gerekse de yazdıklarımı paylaşma cesareti kazandım. Bu dönemde kendime bir yol çizdim ve öykülerle insanı anlatmaya karar verdim. Kitabınızın önsözünde, “salt aşkın yazarı olmaktansa başlı başına yaşamın yazarı olmayı yeğlerim," diyorsunuz. Bazıları yaşamı, aşk olarak görüyor. Dolayısıyla aşkı anlatmakla yaşamı da anlattığını söylüyor. Neden böyle bir ayırım yapma gereği hissettiniz? Aşk, yaşamın önemli bir parçası, ancak tek hakimi değil. Aşk anlayışını, aşkın yaşanma biçimini, beğeniyi, beklentileri belirleyenler kişinin eğitimi, geliri, çevresi gibi yaşamın diğer bileşenleri… ? SAYFA 4 CUMHURİYET 891