04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? ki Bask ülkesi için savaşan ETA’lıların yattığı Iker Heredia de Elu Fresnes zindanı… Ebu Garipleri, Guantanamoları anlatmaya gerek bile yok, dünyanın gözleri önünde kameralara poz veren hapishaneler. İsrail’in, nükleer silahlara sahip olduğunu dünyaya duyuran ve 18 yıl cezaevinde tutulduktan sonar serbest bırakılan eski nükleer uzmanı Mordeçay Vanunu, Aşkelon’daki cezaevinde yaklaşık 12 yıl boyunca 1.80’e 2.70’lik bir hücrede tecritte, geceyle gündüzü karıştırmasına neden olan 24 saat yanan bir flüoresanın altında geçirdi. Gazete okuması ve televizyon izlemesi yasaktı. Perulu felsefe hocası, "Aydınlık Yol" örgütünün lideri namı diğer "Başkan Gonzalo", Doktor Abimael Guzman’a cezaevinde özel bir rejim uygulandı. Gardiyanları kar maskesi takıyordu. Perulu siyasi tutukluların bir bölümü And Dağları’nda tam dört bin metre yükseklikte inşa edilen cezaevlerine tıkıldılar. Egemen güçler, onlardan bir an önce kurtulabilmek için yemeklerinin içine cam parçaları, ölü sıçan ve böcekleri karıştırdılar. 1940’ta Chicago’da 400 tutukluya denek gibi sıtma mikrobu enjekte edilmişti. Jose Padilla, 2002’de Pakistan’dan Amerika’ya dönerken havaalanında El Kaide için bombalı saldırı yapacağı iddiasıyla gözaltına alındı. "Düşman Savaşçı" sıfatıyla Güney Carolina’daki bir askeri hapishaneye konuldu. Padilla’nın gözünde etrafını görmesini engelleyen bir gözlük, duymasını imkânsızlaştıran kulaklık ve ayaklarında yürümesine mani olan zincir vardı. ABD'nin başta ABD basınına fotoğraflarıyla yansıyan yeni sorgu yöntemleri de Nazileri kıskandırır netilikteydi. Etkisi yüksek bir uyuşturucu olan LSD verilen mahkumlar, aşırı derecede gürültü, kötü koku, ışık, soğuksıcak, uykusuzluk içinde tutuldular. Arjantin’in gayrı resmi zindanlarında, mahkumlar kelepçelenir ve yüzükoyun yere yatırılırdı. Kişiyi nesne haline getirmek için günlerce hatta aylarca süren bir hareketsizlik hali yaratılırdı. Teksas Cezaevi'ndeki intihar edenlerin yüzde 97’sinin tek kişilik hücrelerde kalanlar olduğu biliniyor. Adana’nın önce kapıaltı hücreleri ve orta kapalı hücrelerinin ardından da işkencehaneye dönüşüveren hamam yanındaki küçük hücreleri de aşağı kalmıyor yıkıcı etkide. Mesela özel tip adında hücre tipi bir hapishane ilk kez 12 Eylül’de Sağmalcılar Cezaevi’nin içerisinde inşa edildi. Bu hücrelerde havalandırma yoktu ve kapılar hiç açılmıyordu. Kartal Cezaevi’ndeki hücreler, 1.5 metreye 2.5 metre ebadındaydı. Eskişehir tabutluklarının havalandırması kuyu dibi gibiydi. lar’, ‘bu Alevi kültürüdür’, ‘bu ölüm ritüelidir’ şeklinde açıklamalar yapıldı. Sonradan günah çıkartsa da bir kısım medya da bunu uzun süre körükledi. Kamuoyu yanlış yönlendirildi, kimi yerde de kimilerinin işine öyle geldi. Gerçekten bu insanlar gerçekten güzel insanlar onları sadece devletin tanıdığı gibi tanımak zorunda kalanlar için acı. Çünkü depolitizasyon manipülasyon bunlar gırla. Hımm böyleymiş diyenler var, ancak düşünmeyen beyin bunu böyle söyler. Yani empoze edilmiş bir şeyi peşinen kabullenmek, o insanlara sırtını çevirmek insana bir şey katmaz. Siyasi tutuklu ve hükümlüler hakkında dünyanın hâlâ geliştiremediği bir bakış var. Herkes eli silahlı değil, her an herkes içeri düşebilir. Sırf düşüncelerini ifade ettikleri için bile birçok insan cezaevinde ve devlet tarafından terör suçlusu olarak görülüyor. İçeri terörist deyip aldıkları işte Meclis’te pankart açan çocuklar, sırasına "Savaşa Hayır"ı kazıyanlar, bildiri dağıtanlar, Aysel Çevikel de demişti bunların yüzde 95’i üniversite öğrencisi ya da mezunu. İsmail S. Adlı bir genç mesela astronomi okuyormuş içeri girerken. Onların öyküsünü yılardır takip ediyorum ve birçok insan tanıdım, birçok insan eriyerek öldü, birçok ropörtaj, anı, tanıklık artık o kadar şey ki bu kitabı yazmak gerçekten bir vicdan borcuydu. Bunun daha çok kitabı yazılacak. Çünkü bu konu aynı zamanda Türkiye’nin yakın tarihi. Belki 1020 yıl sonra bu eylemin büyüklüğü daha iyi anlaşılacak. Modern tarihin en uzun eylemi… Sessiz kalınan süreyi de imliyor en acısı. Değil mi? 122 insanı aramızdan alan 600’ü aşkın sakata yol açan tecrit karşıtı eylem tamı tamına 2285 güne yayıldı. 20 Ekim 2000 günü başladı, 22 Ocak 2007 gü uygulanıp uygulanmadığının takibi gerekiyordu. Daha önceki açlık grevi eylemlerinin ardından verilen sözler tutulmamıştı. Adalet Bakanlığı bir adım atarak bir genelge yayınladı ve Behiç eyleme ara verdi. Demek ki bu yıllar önce de yapılabilirmiş, bu kadar ölüm yaşanmayabilirmiş. SAVUNMAYA KISITLAMA Eyleme ara verildi ve şimdi somut adımlar bekleniyor. Tam da bu noktada içeridekilerin savunmalarıyla ilgili yaşadıkları sorunları da konuşalım. Sessizliğe Karşı da, bu alandaki kısıtlamalar da satır satır karşımıza çıkıyor. Tabi tecritte sınır yok ki!. Mesela tutukluların F tiplerinde savunmaları konusunda yaşadıkları sorunları sıralarsak; bir kere tutuklular, yargılandıkları mahkemelerden çok uzaktaki hapishanelerde tutuluyorlar. Örneğin İstanbul’da yargılananlar Uşak E tipi ve Tekirdağ, Kandıra, Edirne F Tipi hapishanelerinde tutuluyorlar. Duruşmalara götürülmeyerek talimatla ifade vermeye zorlanıyorlar. Duruşmaya gidiş gelişlerin yapıldığı ringlerde dahi tek kişilik bölmelerde, tecritte tutuluyorlar. Aynı davanın sanıkları farklı hapishanelere tutuldukları için bu durumda ortak savunma ve değerlendirme yapma olanakları ortadan kaldırılmış oluyor. Dediğim gibi tecritte sınır yok! İnsan Hakları Mahkemesi’nde bu durum nasıl tepkiyor? Zaten son bir geri adım atılmasının bir nedeni de AB’den bir komisyonun F tiplerine ilişkin olumsuz yönde görüş belirtmesi. Artık uygulamalardan Avrupa bile rahatsız olmaya başladı. Kendilerinde de bu var ama hiç olmazsa orada bir prosedüre bağlanmış, burada değişen uygulamalar var. Belge, bilgi toplama, ilgili kitaplar, röportajlar, tanıklıklar ve insan öyküleri… Toparlama işlemi tam iki yılını almış Alper Turgut’un. Yukarıda Gamze Akdemir ile birlikte. İNSANLAR ARTIK YALNIZ... Tüm bunlara ‘toplum nasıl baktı/bakıyor’u da mutlaka konuşmalıyız? Mahkum izlenimlerinden birinde şöyle tarif ediliyor bu durum; "insanlar gözlerini boşluğa dikmişler, çevreleriyle ilgilenmiyorlar". Apolitikleşme... 12 Eylül sonrasının getirdiği toplumsal marifetten yoksunluk olayı... Kapitalizmin insanları, gönüllü bir yalnızlığı da peşinen getiren bireyselliğe itmesinin, insanların başkalarının acısını anlamaya çalışmak yerine kendi çıkarlarını gözetmeye odaklanmasının acı bir sonucudur bu. Karadeniz’de bir köyde insanların, komşuluk ilişkilerini zedeliyor diye televizyon izlemekten vazgeçtiğine dair bir haber okumuştum. Hatta kendileriyle ilgili haberi de karşı köyde izlemişler. Kitabı yazarken tecrit gerçeğinin aslında dışarıda da bir karşılığı olduğunu düşündüm. İş dünyasında, ikili ilişkilerde, hayatın her alanında insanlar artık yalnız. Kalabalıklar içinde yalnız. Evet miting alanında bile yalnız hissedebilir insan kendini. Bunun için insanlar içerideki acılara uzun bir süre kulaklarını, yüreklerini tıkadı o da tecriti arttırdı. Neredeyse terörist ilan edilecekler? Erk bunu körüklüyor çünkü. İnsanlara ‘bunlar ölümlerden kahramanlık yaratıyorCUMHURİYET KİTAP SAYI nü ara verildi. Bu, milyonlarca cana mal olan 2. Dünya Savaşı’ndan daha uzun bir süreye denk geliyor. Direniş başlarken doğanlar bugün ilkokul öğrencisi... Düşünün Dink’in katil zanlısı Ogün Samast açlık grevinin ilk günlerinde henüz 10 yaşında masum bir çocuktu. Tarihte benzeri bir direniş yok. Şimdiyse somut adımlar bekleniyor. 22 Ocak’ta ölüm orucuna ara veren avukat Behiç Aşçı’nın eylemi sansürü yıkan, kitlelerin dikkatini en çeken eylem oldu. "İnsanlık asla kaybetmez" diyen Behiç Aşçı’nın eylemi suskunlar cephesini harekete geçirdi. Aydınlar, sanatçılar, gazeteciler de harekete geçti, geçebildi. Bu işle uzaktan yakından ilgisi olmayan insanları bile etkiledi bu olay. 22 Ocak 2007 Pazartesi günü öğle saatlerinde Adalet Bakanlığı alelacele bir genelge yayınladı. Toplumun ikinci bir ölümün yükünü kaldıramayacağını düşünen devlet ve hükümet en nihayetinde harekete geçti. Hayatın gerçeği ölümlerden yaşamın doğmasıydı. 3 kapı–3 kilit önerisi ete kemiğe büründü, haftada 10 saatliğine de olsa tecrit delindi. Gelişmeler üzerine akşam saat 19.00’da ölüm orucuna ara verildi. Neden sona erdi yerine ara verildi denildi? Çünkü genelgenin eksiksiz 891 İdarecilerin, infaz koruma memurlarının inisiyatifine bırakılmış bir şeyler var. Yani "gereksiz slogan atmak ve marş söylemek" diye bir suç var. Şimdi bunun gerekli olup olmadığını nasıl ortaya çıkaracak. Onun dışında aileler savcılıktan belge almak zorunda, yani insanlar yakınlarıyla da görüşemiyorlar. Şimdi önümüzdeki sürece nasıl bakmalı? Umutsuz bakmamak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü insanoğlunda o zekâ ve o inanç var. Bunlar boşuna yaşanmadı… Hiçbir acı boşuna yaşanmaz. Bir Irak’ta işgal olduğu kadar direniş de var. Bu en büyük haktır. İnsanın kendini, değerlerini, evini, vatanını, siyasi görüşlerini savunmak en önemli hakkıdır. Umutsuz olmak sessizliği getirir. Sonraki kitaplarını sorarak bitirelim söyleşimizi? Eşzamanlı olarak iki kitap yazıyorum. İlki Ortadoğu’ya dair gerçek öykülerden beslenmiş bir roman. Diğeri de kontrgerilla üzerine. ? Sessizliğe Karşı/ Alper Turgut/ Ant Kitap/448 s. SAYFA 15
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle