Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Halide Yıldırım’dan ‘Issız Kuğu’… Kendine dökülen asi... Issız Kuğu’daki şiirler, yaşananlarla örtüştüğünü de hissettiriyor. Kanın, gözyaşının, sözün ebruli sularının yarattığı sisin hemen altında akıyor gerçeklik. Farklı bir esin kaynağı olarak, susmaların getirdiği boş dilsel alanların yakılarak, esas sözün önünün açılması ise dikkat çekici. kuşatılmış kaleydim içime sindirilmiştim! rengimi, sesimi yedirmiştim! kekemeydim... neydim…? nerelerdeydim!? Halide Yıldırım, kitabın ilk bölümündeki şiirlerde daha çok, karşı karşıya kaldığı geçen yüzyılla, karşısına aldığı aynalardaki yarasıyla buluşuyor. Neredeyse her ünlemi bir isyan savaşındaki bir sözcük, bir kurşun gibi kullanışı bundan olsa gerek... Şiirin dokusunu çürüten o kof duyarlılıkları kesip atarak, direkt dibe iniyor. Bu da ilişkilerin koparıldığı günümüzde, önce sözle sonra sözcüklerle ve kadınlıkla ilgili tuhaf bir gezintiye çıkarmasına neden oluyor: sus yağıyor dillere/ kuzguni geceye kar/ örtündü geceyi ten/ aşk heceleniyor…/ yalnızız! Herkesin her şeye sustuğunun altını özellikle çiziyor "Susmalar" şiirinin devamı. İnatla kendisi olarak kalma savaşı gibidir onun şiiri. Kadınlığından sıyrılıp var olmaya çalışanların ortasında inadına kadın. Şair uğradığı haksızlıkları da ters yüz edip, hırçın bir yontucu olarak işe sözden, sözün ona ulaştığı tüm yollardan başlıyor: "silgilerle dost oldum, kalemim Bursa işi…" diyor, bir başka şiirinde: "yarada bıçak, kınında gece / çıksak ya kendimize kendimize!" Ya da "ayırmak ince iş kendimde bir başka var gibi sanrı! / hevesli çekilir her gülen eyvahta diş izleriniz…" DÜNYANIN SONU... Issız Kuğu’daki şiirler, yaşananlarla örtüştüğünü de hissettiriyor. Kanın, gözyaşının, sözün ebruli sularının yarattığı sisin hemen altında akıyor gerçeklik. Farklı bir esin kaynağı olarak, susmaların getirdiği boş dilsel alanların yakılarak, esas sözün önünün açılması ise dikkat çekici. Böylece daha geniş bir çerçeveden çizmiş oluyor şair günümüzü, sesi, sözü, suskunluğu ve dünyanın sonunu... "tükendi susuşlar / yalanını örmede zaman // elde ömrüm dar / sarındığım teller / tükenmiş boyada nakış / yaralı ceylanda ağlayan av! // kurşunsuz dökülen / sözlere avcıyız!" Unutulmuşluğun uzağındaki ıssızlığın, susmalar’ın sesiyle bazen kendini suçlarken, bazen de hepimizin nelerle ödeşmemiz gerektiğini düşündürtüyor Halide Yıldırım "hayalî bir irtifa" şiirindeki gibi: bir suça çalışır gibi çalışıyorum/ geceye yıldızlar büyütürken/ ellerime uzaklığınız dokunuyor/ öyle küsur bin eyvahla… /beni buralarda! beni buralarda!/ beni bu dağlarda unuttunuz... Modern zaman insanıyla iç içe geçen "yalnızlık, çözümsüzlük, iç sıkıntısı, çıkış arayışı" da sızıyor dizelerden. Çünkü Halide Yıldırım’ın bir yazısında deKİTAP SAYI ? Ersan ERÇELİK Y azının başlangıç noktasıdır "söz"… Bazı şairler, insanlar arasındaki uzaklığı sesli ya da yazılı sözle bir ritme, bir zenginliğe, bir izdüşüme çevirerek yazarlar şiirlerini. Bazı şairlerse susmanın altına gizledikleri bir dille... Uzun zamandır takip ediyorum Halide Yıldırım şiirlerini. Usul usul akan bir gökyüzünün altında takip edilen bir meclisten sesleniyor bize. Algı kırılmaları, geçmiş uzantıları, sevdanın alaysı ve ince dilli hali… Ama bütün bunların içinde en çok dikkat çeken şey, şairin söyleyişindeki tok sesle şiirlerindeki iç sesin ortak bir noktada birleşmiş, kaynaşmış olması. Buradaki kaynaşma, onu anlatım açısından sere serpe bir şiire götürmüyor. Tam tersine; susuldukça büyüyen ve söylendikçe içlenen, kendi içine akmaya başlayan bir asiye döndüren yeryüzü tutulmasına götürüyor okuru. Şiirlerindeki sözsel mimari doku ise etkileyici bir sıkılıkta. Halide Yıldırım "Issız Kuğu" adlı kitabındaki şiirlerde her ne kadar simgeleri ve kırılmaları kullanarak yazsa da, modern dünyada gittikçe yalnızlaşan bireyin çıkmazlarını ortaya koyuyor: tanımazdım bildik resmi derin yatak su değişmese aramıza eylül girse söylemem! yok kadındım serseriydim ince ıssıza dağılır iklim dudakta söz kesilir dilim dilim (…) uzak yağsın gözlerime benim acılarım tuzgölü neyiniz olur ki? "Düzyazı bölgelerinden şiir devşirmesini bilen bir anlatım"ı var yer yer. Bunu bazen farkına bile vardırmadan ince bir mizahla, bazen çok ince, kederli bir üslupla başarıyor. Şiirinin dokusunda has insan var, bir aynayla yüzleşir gibi yüzleşiyor şiirle ve hayatla. Lirizmi aklın ışığından geçirip, tekrar ait olduğu sırra taşıyor. Susmaların kıyısına bırakıp bizi... SAYFA 26 ? CUMHURİYET 891