Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Buket Uzuner ile ‘İstanbullular’ı konuştuk Buket Uzuner, uzunca bir zamandan sonra yeni romanıyla bizlerle buluştu. Bu kez, tam da ülkenin ana damarının attığı yerde İstanbul’da; üstüne üstlük havalimanında geçen dört saati anlatıyor. On beş roman kahramanının bulunduğu, hepsinin de bilfiil ana kahraman olarak yer bulduğu romanda Uzuner, sorgulamaya götürüyor okurları, bir hesaplaşmaya, bir bütün olmaya tözünde! Kendisiyle gerçekleştirdiğimiz söyleşide ifade ettiği bir söz var: "Yüzlerce yıldır zenginlik olarak bildiğimiz değerler şimdi düşmanlık, tehdit ve sorun olarak önümüze konuyor ve bizden de bunları böyle okumamız isteniyor!" Sanırım bu sözler, anlatıyor her şeyi; Uzuner’in haklı isyanını gözler önüne seriyor... ? Erdem ÖZTOP* “ deniz varlığıyla yanındaysa şayet, İstanbul’da nefes alabiliyorsun demektir; yeter ki dalgası acıtmasın...” ‘Türkiye’nin röntgenini okumayı denedim’ malzemelerin tazeliği: yani özgün düşünceler ve mutfağın hijyeni: yazarın okura ve kendisine saygısı bakımından sırlar taşır. Hemen söyleyeyim: evimdeki mutfak gibi edebiyat mutfağım da açık mutfaktır! Bir romanın yazılış aşamasında birçok boyut mevcuttur ya, bu romanda ses boyutu oldukça baskındı mesela... Sonra mekân boyutu, karakter analizleri, tarih ve sosyoloji okumaları, semt monografileri ve özellikle İstanbullular’da çok sıkı bir zaman boyutu... Kapalı bir alanda 4 saati anlatıyorsunuz, on beş kişinin bakış açısından aynı klostrofobik ruh durumunu zaman örtüşmelerine dikkat ederek ve devamlılığı koruyarak ilerlemek durumundasınız, elinizde ve duvarlarınızda üzeri dakika dakika çizilerek, kimin hangi dakikada hangi noktada ve pozisyonda olduğunu gösterir onlarca zaman şeması, pür dikkat çalışıyorsunuz. Ancak çalışma 4 yıla yayıldığından yazmaya her oturduğunuzda kendi zamanınızı, romanın zaman şemasına uyumlu hale getirmek gibi cinnet bir ‘zamanları ayarlama’ süreci yaşıyorsunuz falan... Bu arada romanın asıl karakteri olan şehrin sesi öyle baskın ve güzel ki, diğerlerinin sesini korumaya özen göstermeniz gerek. İstanbul’un sesi, bildiğim bütün başka büyük şehirlerinkinden farklı, çok farklı... Sonra, kişisel olarak yakın durmadığınız siyasi görüşlerden karakterlerinizle empati yapabilmek arzusuyla en az onbeş yirmi kişiyle bire bir, yüzyüze roportaj yapmak, ardından da yazılmış her bölümü edebiyatasanata yakın ve ‘öteki’ kimliğiyle yaşayan bir uzmana ve/ veya dostunuza okutup, yorumunu almak gereksinimi... Siyaseten doğru ve adil olmak, kendine ve başkalarına karşı dürüst olmak ve böyle kalmak arzusu, iradesi ve tercihi! Sanırım hayatta en zor olan budur. Bence iyi yazar kendi siyasi görüşü ne olursa olsun bütün karakterlerine karşı adil ve mesafeli durmak zorundadır. Aksi halde yazdığı her şey kolaylıkla propogandaya dönüşüyor, sloganlaşma tehlikesine düşüyor ve eriyip gidiyor. Mekân çalışmalarına gelince, bunların tümünü Atatürk Havalimanı’nda yapmadım. Örneğin, Kurtuluş semti için birkaç kitap ve anı belgesel okumak yetmedi, günlerce fotoğraflı ve haritalı semt çalışması yaptım. Bebek, Ümraniye, Yeşilköy ve Ortaköy’ü de böyle çalıştım. Ancak Ayhan’ın doğduğu köyü görmek için onun kişiliğine en uygun düşen Adana’nın (şimdi Osmaniye’ye bağlı) Hemite köyüne (Gökçedam) gittim. Burası Yaşar Kemal’i yetiştirmiş olan köy, bu köyden başarılı ve ünlü bir İstanbullu heykeltraş da çıkabilir, diye düşündüm ve oraya gittim... Hemiteliler beni çok güzel karşıladı, kadın muhtarları Döndü Hanım ve köylülere buradan da selam yollamak isterim. Bu ve benzeri birçok çalışma 4 yıldan fazla bir sürece maddi ve manevi yoğunluğuyla yayıldı. Romanların yazılma süreçleri kendi başına roman olacak kadar zengin aslında... Ancak romancı olmak isteyen gençlere samimiyetle itiraf etmek isterim ki; roman araştırma ve yazma süreci dışardan görüldüğü gibi eğlenceli değil; aslında bu çok sancılı, bunaltıcı, feci yalnız, yapayalnız bir süreç, bazan çıkmaz bir sokak, bazan gözünüzün yaşına bakmayacak kadar acıtıcı bir yokuş... Bu ancak yazma tutkusu ve adanmışlıkla başa çıkılabilecek bir cinnet. Çünkü yazmaktan başka yapacağınız hiçbir şey yoktur. Bu nedenle, edebiyat yazarlığı, yalnızca adanmış, tutkulu yazı âşıklarının dayanabileceği bir yolculuktur. BOZULAN MASAL "İstanbul bir masaldı", demişti Marrio Levi. Masalın bozulmasına yoğun uğraş verenlere bir yanıt mı bu roman desem? O zaman Mario’ya buradan bir selam çakayım! Mario Levi’nin romanı bir dönem romanı, üslubu masalsı , tekniği kısmen biyografik sayılabilir... Geçmiş zaman göndermesi de o romanın önemli damarlarındandır. Benimkisi daha çok şimdiyi ve hepimizi anlatmayı deniyor. Ancak ikimizin de anlattıkları İstanbulluluk üzerinden ülkemizin siyasi mevsimleri ve fırtınalı havalarıyla ruh kırgınlıkları, umuda umuttur... Kitaba ilişkin bir röportajınızda, "Romanımın tezi Hrant Dink’le öldürüldü," diyorsunuz. Bunu biraz aralar mısınız? Bu soruya aslında biraz önce yanıtladım. Roman bir edebiyat sanatı türüdür, slogana, teze ve propagandaya indirgenemez. Romancıların hayatla ve kendileriyle, dünyayla ve insanla sorunları, soruları vardır. Yoksa daha rahat, daha güvenli ve güvenceli işler dururken neden 34 yıl uğraşıp sonunun KİTAP SAYI evgili Buket Uzuner, yeni bir roman, "İstanbullular" ile okurla buluştunuz. Neydi sizi İstanbul’un mekân olduğu bir roman yazmaya iten sebepler? Şimdiki nüfusuyla 34 Kuzey Avrupa ülkesinin toplam nüfusu kadar kalabalık, her anlamda karışık, karmaşık, yorgun ancak hâlâ muhteşem İstanbul üzerinden şimdiki zamanlardaki bizi, hepimizi anlamaya çalışmak, biraz da Türkiye’nin röntgenini okumayı denemek istedim. Edebiyat da zaten kendimizi ve başkalarını anlamaya yarayan bir yazı sanatı, benim de elimden gelen bu. Bu açıdan İstanbul meydan okuyucu gücü ve baştan çıkarıcı güzelliğiyle bir romancıya eşsiz bir çalışma olanağı sunuyor. İstanbullular romanı için, İstanbul’un temsil ettiği bazı özelliklerle kişisel olarak özdeşleştiğini düşünen ve kimlik, aidiyet gibi meseleleri olan bir yazarın, şehrin özellikle Anadolu’dan aldığı göçler sonunda ortaya çıkan yeni profilinden bir kesiti anlamayı ve anlatmayı denemesi de denilebilir, belki... Tabii her âşık gibi çok sevilen birine bir güzelleme, bir armağan sunma arzusu biraz da; İstanbul’a... ROMANIN MUTFAĞI... Genel anlamıyla yazılım sürecinden söz eder misiniz? Roman hangi ruh hallerinde yazıldı ve sonlandı… Mesela bir de şehrin havasını merak ediyorum… Bu sorunuz romanın mutfağına uzanıyor... Mutfak günlük yaşamda sağlık ve kültür açısından bizim nasıl biri olduğumuza dair sırlar taşırsa, edebiyat mutfağı da yazarın kullandığı SAYFA 20 S ? CUMHURİYET 891