Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
... KISA KISA ... KISA KISA ... KISA KISA ... KISA KISA ... yan hayvansı yanına yakın olduğu, onu devindirdiği sürece insanlaşacağını söylemektedir: Doksan dört yıldan beri/ Aradım insanı ben/ Bulunmadılar/ En sevgili hayvanım/ Doksan dört yıldan beri/ Buldun bulmaktasın bulacaksın/ Karşı hayvanı sen"(syf. 8) Dağlarca bu dizelerle, Türk edebiyatında şiire ilişkin en özgün ve etkileyici tanımlamalardan birini getirmiş, kitabın adını da gene aynı imgeyi izleyerek ‘İçimdeki şiir hayvanı’ koymuştur. Ozanımız kitabın kendisi gibi adını da geniş bir duyarlık ve düşünce oylumunu kavrayacak bir biçimde seçmiştir. Dağlarca’nın daha önce yayımlanan bazı kitap adlarına göz atıldığında bunun ilk kitabından sonuncusuna dek bilinçli bir tutum olduğu açıkça görülür: Havaya Çizilen Dünya (1935), Çocuk ve Allah (1940), Daha (1943), Taş Devri (1945), Toprak Ana (1950), Aç Yazı (1951), Asu (1955), Batı Acısı (1958), Mevlana’da Olmak (1958), Özgürlük Alanı (1960), Aylam (1962), Türk Olmak (1963), Hiroşima (1970), Malazgirt Ululaması (1971), Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1973), Hollandalı Dörtlükler (1977), Nötron Bombası (1981), Yunus Emre’de Olmak (1981), Uzaklarda Giyinmek (1990), Dildeki Bilgisayar (1992). Öykülerin yükü ? Mehmet KAMİL "Öyküyü yeniden anlatmak istiyorum." eannette Winterson’un mitik cümlesi bu. Yeniden doğuşun sihirli bir imgesi. Hem Atlas’ın Yükü için, hem de kendi yaşamına değindiği kitabın son bölümleri için sihirli bir cümle. Hatta kuşatılmış yalnızlığımızı delebildiğimiz küçük bir kara delik. Atlas’ın Yükü tüm insanlığın, kozmos’un yükünü sırtlamanın verdiği bir edilgenlikten söz etmiyor yalnızca. Arzuladığımız dünyanın ve ötesinin sınırlarını her ayrımsayışımızda, biraz daha o dünyanın parçası olduğumuzdan söz ediyor. Bu aynı zamanda bedenimizin, ülkemizin, geçmişimizin, dünyamızın ve sonsuzluğuna doğru uzanan bir belirsizliğin parçası. Özgürlük nerede? Milyarlarca yıl önce gerçekleşen bir patlamanın ardında kalan zamanda. O zamanı yakalamanın tek yolu ise öyküler anlatmaktan başka bir şey değil. Jeanette Winterson iki mitik kahramanı aynı öykü içinde barındıran kitabı Atlas’ın Yükü ile hem kendi geçmişine ait kimi gerçekleri hem de dünyanın geleceği üzerine varsaydığı tasarımları sorJeannette Winterson J guluyor. Aslında tam anlamıyla yeniden kurgulama bu, ama roman okunduğunda şu anlaşılıyor: Winterson’ın hiç de tek bir varoluştan, tek bir geçmişten ve tek bir gerçekten söz etmeye niyeti yok. Dahası, kozmosun yükünü taşıyan Atlas’ın ve yazgısında eylem olan Herakles’in bir an için yer değiştirmeleri onları kendi yazgılarından uzaklaştırıyor. Yazgı bilinmeyen bir uzam olarak hep kendine döndüren ve insanı o şey yapan, onunla bütünleştiren bir şeye dönüştürüyor. Atlas’ın dünya olması ya da Herakles’in canavarlarca değil, tıpkı yazgısındaki gibi, ölümünün kendi eliyle olması. Atlas’ın yükü sırtlandığı dünyanın ağırlığı değil elbet. Onunki buyruksuz bir gücün verdiği kökten bir yalnızlık duygusudur. Kulağına çalınan öykülerde, dünyadan yükselen her seste biraz daha dünyanın kendisi olmuştur Atlas. SAYFA 24 Tıpkı bir rüzgârın kendi varlığını kendindeki gücüyle savurması gibi, kesintisiz. Zaman Atlas’ı taşa çevirmiştir. Ve böylece dünyanın tüm sesleri, tüm varlığı içine dolmuştur. İşte böylesi gizemci bir doluşla, içini tümüyle dünyayla dolduran Atlas’ın ne bir şikâyeti olabilir bundan ne de bir sıkıntısı. Ta ki, Herakles’le, gücüyle boy ölçüşebilecek, hatta onun yerini alabilecek biriyle karşılaşıncaya kadar. Herakles bir yarı Tanrı. Zeus’un kaçamağı. Hera’nın sindiremediği üvey oğlu. Bildiği tek şey ölümsüz oluşu. Göklere, denizlere ve yeraltına ölümsüzlüğünü kanıtlamak istiyor, belki de kendine ölebileceğini. Atlas’tan yardım istiyor. Hani bir süreliğine dünyanın yükünü paylaşabilir Atlas’la, bahçesindeki elmalara karşılık. Atlas’sa ilk kez özgür kalmanın saflığını, arzularıyla dolmanın hazzını yaşamanın fırsatını bulmuşken, kendi bahçesinde geleceğinin ağırlığını kaldıramıyor ve yeniden kendi yükünü sırtlamaya dönüyor. Oysa ikisi için de gerçekler Hera’nın gülüşünde gizli. Ne Herakles’in beşiğine gönderdiği canavarlarca öldürüleceğini ne de Atlas’ın saflıkla dolu yazgısının değişeceğini biliyor. Öyküler yeniden anlatılmalı. Bu Jeannette Winterson’ın bile olsa. Kendi çocukluğunun tutunduğu iki dalı anlatır Winterson: Yetimhanenin penceresinden görülen ışığı keskin bir sokak lambası ve saati hiç şaşmayan son tramvay. Reddetmeyi öğrenmek, geçmiş ve gelecek arasında ışık hızıyla yol almak ve yörüngeden kurtulmak. Yaşamın insanın sırtına bindirdiği o koca yük nasıl atılır? Öyküyü yeniden anlatarak elbet. Kendisine nerede yaşamak istediği sorulduğunda Baudelaire, bu dünyanın dışında, diye yanıt vermiştir. Oysa bu dünyanın dışında bir yer yine kendi içimizde, kendi öykülerimizle başbaşa kaldığımız bir yer olacaktır. Çünkü tüm arı düşünceler ve zihnimizin tüm yetileri ancak bu içselliğin tam olarak kavranmasıyla açığa çıkarlar. Winterson’ın hiç durmadan yeni başlangıçlar yapmak istemesi, olsa olsa içindeki büyük belirsizliğin sonucu olabilir. Kendine dönemeyen, reddetmeyi ve terk etmeyi öğrenmiş bir kadının da bu yükü yeniden anlatarak üzerinden atmanın başka bir yolu yoktur. Winterson’ın mitler üzerine bir yeniden yazım teklifi geldiğinde hiç düşünmeden Atlas’ı seçmesini daha iyi anlayabiliyoruz. Bir yazarın çözümsüz kaldığı noktada yine yazması gerekiyor. Defalarca yinelenen bir eylem olsa bile, sanki Tanrılar tarafından verilmiş bir ceza gibi yazmaya devam etmek gerekiyor. Atlas’ın, Sysphos’un, Prometheus’un cezaları bitse hatta tüm insanlık yeryüzünden çekip gitse bile hikâyeye devam etmek gerekiyor. ? Atlasın Yükü/ Jeannette Winterson/ Merkez Kitap/114 s. F. H. Dağlarca İçimizdeki şiir dahisi ? Onur Zafer CEYLAN azıl Hüsnü Dağlarca’nın gerek niteliği gerek konu dağarcığıyla Türk ve dünya edebiyatında ulaşılması güç bir sayıya ulaşan 137 şiir kitabına geçtiğimiz günlerde bir yenisi daha eklendi. ‘İçimdeki şiir hayvanı’ adını taşıyan 30 şiirden oluşan yapıt, insanın doğadan, uzantısı olan hayvandan uzaklaştığı, kendi türüne, onun sorunlarına bile duyarsızlaştığı, büyük bir acımasızlıkla düşmanlaşıp birbirini yok ettiği içinde yaşadığımız dönemde yönünü şaşıranlara sağlam bir pusula gibi yön gösteriyor. Doğal olan üzerinden gene doğal olana yolculuk izleğini gösteren bütün yönler Dağlarca’nın önceki kitaplarında var olsa da ‘İçimdeki şiir hayvanı’ bu görüntüyü daha belirgin biçimde öne çıkararak ozanın belki de başyapıtına tırmandırıyor bizi. Fazıl Hüsnü, yapıta ilişkin kendisiyle yapılan söyleşide insanla hayvan ayrımı konusunda düşüncelerini dile getirirken, "Hayvan, emin olun, sevgiyi yaşayan bir yaratıktır. Bir defa onda dedikodu yoktur. Önündekini yer yalnızca. İnsan, bencilliği büyük olduğu için hayvandan ayrılmış ve insan haline düşmüştür."diyor.(Milliyet, 26 Ocak 2007, syf. 2) Dağlarca’nın ‘dönüşmüştür’ yerine bilinçli olarak ‘düşmüştür’ vurgusuyla hayvanı insandan üstün tutması, aynı zamanda çağımız insanı için aynaya bakma zamanının geldiğine ilişkin sert bir uyarıdır: İki bin yıldır değişmeyen bencilliğimiz/ Daha da bencil yaptı bizi// Baba ana oğul kardeş bile ayrıldı birbirinden/ Uzak ülkeler gibi oldular (syf.21) Fazıl Hüsnü, doğal düzene uyum sağlayabilen insanın, şiirsel büyü taşı F ÖTELERE GİTMEK... Fazıl Hüsnü Dağlarca, ‘İçimdeki şiir hayvanı’nda şiirden şiire ya da aynı şiirde maddenin en küçük halinden en büyük haline birbirleriyle güçlü veya ince bağlantılar kurarak geçmektedir. Özünde, Dağlarca’nın bütün şiiri için geçerli sayılabilecek olan kuantum fiziği ve astrofizik birlikteliği bu kitap için sanırız daha belirgin biçimde geçerlidir. Söz konusu bağlantıların belirsizliği karşısında zaman zaman eleştirmenlerce şiirinin anlamsız ve metafiziksel olduğu suçlamalarıyla karşı karşıya kalan ozanımız, kuantum fiziği bilgisi ve izleğiyle ele alındığında daha iyi anlaşılacaktır. Konuyu örneklemek gerekirse, "Beslenmek en büyük iş/ Görünen için görünmeyen için/ Bütün yaşamalar için."(syf 11) İki tek/ Bitişiktirler/ Ayrı ayrı olmak/ Yaşamasızdır// Tek yoktur evrende/ Bitişik teklerle doludur evren// Deli derler/ Tek başına dolaşan sözcüğe. (syf. 40) ‘İçimdeki şiir hayvanı’ Dağlarca şiirinin bir diğer özelliği olan zaman ve mekansızlığın ozanın poetikasındaki önemini açıkça vurgular: Güzel hayvanım duyuyor musun/ Bizim beslenmelerimiz benzemez/ Anlattıklarımdan ayrılmıştır o/ Yaşanmış çağlar ekmeğimizdir bizim/ Yaşanacak çağlar/ Peynirimiz.(syf. 11) Dağlarca’nın 1955’te yayımlanan Asu adlı kitabından sonra yazdığı şiirlerle geçmiş zamanın en ötelerine gitme arayışı bu KİTAP SAYI ? CUMHURİYET 891