04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? ne olacağı belirsiz roman(lar) yazacaklar? Meselesi olmayan biri roman yazamaz, yazdığı olsa olsa başka bir şey olur. Benim İstanbullular’ı yazmama neden olan meselelerimden biri farklı olan, bana benzemeyen ‘öteki’ ve ‘öteki’nin iktidara, iktidarın ‘öteki’ne karşı duruşuyla ilgilidir. Kentlilik, kentli olmak işte burada romanın asıl damarlarından biri olarak ortaya çıkıyor. Çünkü kent bir anlamda, ‘sınırları son derece kesin çizilen özgürlükler sistemi’ diye tanımlanabilir. İlk kentler bu ihtiyaçtan ve devletlerden önce kurulmuştur. Özgürlüğün buradaki temel anlamı farklı kalabilme, kendi olarak yaşayabilmek iznidir. Özgürleşme, demokrasi, özerklik, yenilik, önem kazanıyor. İşte farklı kalabilme özgürlüğümüze sahip olarak yan yana ama eşit haklarla yaşama kültürüdür kentlilik, olmalıdır İstanbulluluk. Hrant Dink tam da bunu sağlayamadığımız için öldürüldü. Atalarımızın, ninelerimizin yüzlerce yıldır bir anlamda başardığı farklı kalarak yan yana yaşamak pratiği, farklılıklardan kazanılmış zenginliğimiz, şehrimizin kozmopolit ruhuna sıkılan kurşun romanımın da ruhunu değdi, demek isteyişim bu yüzdendi. Öyle tez falan söz konusu değil. HER ŞEY TÜKETİM İÇİN İstanbul Havalimanı’nda 4 saati anlatan bir roman yazdınız. İstanbul’un aidiyetinin son temsil yerinde roman yazma fikri nereden çıktı peki? Havalimanı, modernitenin ve şehrin sınırlarından biri ve gidiş ve gelişlerin ‘kapı’sı olması nedeniyle anlatmak istediğim hikâyeye en uygun mekândı. Çünkü sürekli hareket halindeki durumumuz kadar klostrofobinin de ruh hâli kılığında bir karakter olduğu bir roman yazmak istedim ben. 21. yy’ın ‘medeniyetler çatışması’ veya ‘terörden korunma’ ambalalajı içinde bize dayatılanın aslında dünyanın her yanında yükselen fanatizmin, şiddetin ve bağnazlığın bunalttığı, sıkıştırıp, baskı altına aldığı psikolojinin paranoya ve klostrofobi olduğunu söylemek yanlış olmaz, sanırım. Bu yüzden romandaki geri dönüşlerin mekânları da hep kapalıdır. Sıkıştık kaldık, bunalıyoruz! Yüzlerce yıldır zenginlik olarak bildiğimiz değerler şimdi düşmanlık, tehdit ve sorun olarak önümüze konuyor ve bizden de bunları böyle okumamız isteniyor! Her şey tüketim için ve tek kullanımlık olarak önümüze sürülüyor, tükettiğimiz kadar önemli ve değerli sayılıyoruz. Dostluklar, aşk, sevgi ve insanlık da tek tüketimlik nesneler halinde sunuluyor; ‘sorununuz mu var?’ deniyor, ‘atın gitsin! Yeni aşklar, yeni arkadaşlar hazır bekliyor, sakın hatalarınızı onarmak için uğraşmayın, örneğin saatiniz mi bozuldu atın, yeni saat alın, kâğıt mendil kullanın, zaten sokaklar da kâğıt mendil satmak için ailelerinin yollara saldığı bebelerle dolu...’ Bunalıyoruz, çok sıkışmış haldeyiz. Kapalı alanda bir roman yazmamın nedenleri bunlar biraz da... Kitabın ithaf edilen kişileri, isimleriyle ve aşklarıyla romanın ana kahramanları da oluyor. İstanbullular için, ebedi aşkın da romanı denebilir mi? Bu sorunuzu doğru anladıysam, siz biyografik bir anlatıdan bahsediyorsunuz. Halbuki İstanbullular, biyografik bir roman değil, zaten birilerinin hayatını alıp anlatmayı, biyografik roman yazmayı beceremiyorum ben, sanırım o ayrı bir yetenek isteyen, bana zor geSAYFA 22 len bir iş. Benim kafam ve hayal gücüm kurguya yatkın, bu yüzden roman karakterlerini günlük yaşamda arayanları malesef hayal kırıklığına uğratacağım. Romanı ithaf ettiğim kişilerin bazıları arkadaşlarım veya hocalarımdı, özellikle rahmetli Çelik Gülersoy ve Jak Deleon birer İstanbul âşığı, kentleri için iyi işler üretmeye çaba gösteren iki İstanbulluydu. Aşka gelince... Aşk, hayatın içinde de olmazsa olmaz bir iksir, hayat suyu... Eh roman da hayatın bir izdüşümüyse eğer, aşksız roman, aşksız bir hayat kadar kuru, bereketsiz ve cansız olmaz mı sizce? Çünkü aşksız hayatın berbat, kuru ve lezzetsiz, çok acıtıcı, çok incitici, çok ama çok yalnız olduğunu ben de çok iyi biliyorum... Ancak böyle hayatlar, yaşamı boyunca hiç âşık olmamış insanların romanı yazılmaz mı; yazılır elbet, ancak şehirler şehri, cihan ecesi İstanbul’un asıl kahraman olduğu bir roman aşksız olmaz, olamaz! Romanınız için, "İstanbullular kesinlikle bir olay romanı değildir; bir düşünce romanıdır," dendi. Nasıl değerlendirirsiniz bu ifadeyi? Bir romanı okuyan on kişinin on ayrı okuma biçimi ve algılaması olabilir. Biliyorsunuz John Berger’in çok iyi buyurduğu gibi; ‘düşündüklerimiz ve inandıklarımız nesneleri görüşümüzü etkiler’ Tıpkı bunun gibi kültürel altyapımız ve kişisel deneyimlerimiz de okuma ve algılama biçimlerimizi, etkiliyor. Istanbullular romanını bir serüven romanı olarak okuyan, Belgin’le Ayhan’ın zor aşkına odaklanan ve/veya romanın tam ortasında ortaya çıkan trajik bir durumdan sonra havalimanındaki insanların başına ne geleceğini sürüklenerek okuyan okur tepkileri gibi, ‘ yakın okuma’ bir edebi metni farklı katmanlarda ve metinlerarası ilişki kurarak okumaya yatkın okurlar da mevcut. Bence böyle olması güzel, çünkü ben bir okur olarak serüven örgüsü yoğun, beni sürükleyen ama defalarca okunacak, her okunduğunda içindeki kurgu oyunları ve/veya düşünsel labirenti keşfedeceğim, derinlikli romanları seviyorum. Ve bilirsiniz, Amerika’ya okumaya giden Aleynâ yazarlar okumak istedikleri romanları gümrüksüz mağazada aynı parfümü alyazmaya heves ederler. mak için gizlice mücadele eder ve bir Ayhan, anıldığı üzere, "İstanbul rübirlerinden hiç haz etmezken hayatları yasını gerçekleştirebilecek ender bir İstehlikeye girince bambaşka insani özeltanbulludur." Aşkın Ayhan’a yakın ollikleriyle karşımıza çıkıyorlar örneğin... ması, İstanbul’dan uzaklaşmasına sebep Hayat da böyle bir şey zaten... olabilir mi? İstanbul bencillik göstere Romandaki on beş kahramanın bilir mi Ayhan’a? kimlikleri, son dönemde ne sorun varsa, Ayhan’ınki, yoksul ama yetenekli ve etnik kökenden çıkan tartışmalara vesihırslı bir taşralı çocuğun gerçekleştirele olanlar… Şunu sobildiği İstanbul rüyaracağım; nasıl bir geri sının hikâyesidir, andönüş almak umuduycak bu binde bir ya“İstanbullular romanı la bu kahramanlar dişanan bir İstanbul le geldi? mucizesidir. Romaniçin, İstanbul’un temsil Romanda hepimiz da bunu gerçekleştiettiği bazı özelliklerle varız, ya kendimiz rememiş, hayatı yokkişisel olarak olarak, ya da komşusulluk ve sıkıntı içinözdeşleştiğini düşünen muz, akrabamız, tanıde, tuttunamamış ve kimlik, aidiyet gibi dıklarımızla... İçimizbaşka karakterler de den on beş kişi orada var, örneğin tuvalet meseleleri olan bir temizlik işcisi Hasyazarın, şehrin özellikle ve romancı hepimiz üzerine yapıştırılmış ret; "Benim İstanbul Anadolu’dan aldığı etiketlerden yorgun, diye bildiğim nah bu göçler sonunda ortaya bıkkın olduğumuzu heladır!" diyor. Ayçıkan yeni profilinden vurguluyor. Yani günhan İstanbul kadar lük hayatta sürekli güzel, İstanbul kadar bir kesiti anlamayı ve tehlikeli Belgin’den anlatmayı denemesi de yaptığımız gibi : ‘Eşcinseldir ama iyi inkorkarken aslında denilebilir, belki... ” sandır!’ ‘Rumdur ama kendisinden korkuiyi adamdır’, ‘ cahildir yor. ama iyi kalplidir’ ‘Kürttür ; Ermenidir, Yahudidir, Alevidir, Ateisttir, Dincidir, kadındır ama iyi insandir!’ gibi ‘AMA’larla birbirimizi dışlayarak, ötekileştirerek berekete, huzura, barışa varamayız, diye düşünüyorum. Romanda İstanbul’un kendisi, bunları atıp yerine İstanbulluluk ve insanlık gibi değerlerden bahsediyor. Bunu Türkiye genelinde genişletip ortak bir anlaşmayla, adı ne olursa olsun ortak bir şemsiye değer altında ulusal barışa ulaşmamız hâlâ olası bence Son soru; sevgili Uzuner, gün olur, dünyanın 2700 yıldır menopoza girmemiş tek dişisi, güzeller güzeli, şehirler ecesi İstanbul, gün olur bu büyüden uyanır mı? İstanbul hepimizin kenti, güzeller güzeli, 7 tepeli, 7 canlı, 7 kanlı, irade ve ikti Alanda anonsun duyulması, uçuşladarı daima kendi elinde tutmuş, imparın iptali… Tam da dönüm noktası buratorlar, krallar, sultanlar, mimarlar, rası sanırım, kaderin söz konusu olduğu gezginler ve şairler sevmiş, hâlâ diri ve bir durum (mu?) üretken bir mucize. Ancak, ‘taşı toprağı hâlâ altın’ bütün şehirler gibi yalnızKIRILMA NOKTASI... lıkları ve acımasızlığı yüksek bir şehir Hayır hayır... Burada tamamen haİstanbul. Çünkü o bir imparatoriçe, yatın içinde sürekli beklenmedik dubiraz önce konuştuğumuz kentlilik berumlarla karşı karşıya oluşumuz, en ratını kolay kolay vermiyor kollarına zengin ve güçlü olanımızın bile fâni koşan herkese... Ve biz ona bu ulaşılaoluşuna bir gönderme var. Ancak asıl maz, ele geçirilemez ve kontrol edileönemlisi, biz insanlar büyük bir tehditmez oluşundan ötürü daha da çok hayle karşılaşıp, elimizdekileri yitirmek ran oluyoruz. Ama tıpkı gerçek yaşanoktasında kendimizle yüzleşmek zomımızdaki büyük, ulaşılamaz kişiler girunda kalışımızla ilgili o kırılma noktabi ona erişemeyince İstanbul’a kızıyor, sıdır ve bu da bir romancıya daima burun büküyor, ya da basıyoruz küfüolağanüstü olanaklar sunan bir roman rü... ? tekniğidir. Nitekim o kırılma noktasın*[email protected] dan sonra roman karakterleri açılmaya, ruhlarını soymaya başlıyorlar. Boynunİstanbullular/ Buket Uzuner/ Eveda haç kolyesi olan Levanten İstanbulrest/ 520 s. lu Anna Maria ile başında türbanıyla CUMHURİYET KİTAP SAYI 891
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle