Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası ‘Hasan Hüseyin derler adıma’ Hasan Hüseyin (192726 Şubat 1984) seksen yaşında… Öldüğü yılki yaşına bakarsak yaşıtım benim… Oysa yaşarken ağabeydi, çocuk denecek yaşta tanımıştım onu, yirmilerin başlarında… yaküzeri dinlediğim bir iki sözdü pek pek, bulunduğu ortamda heyecanlı konuşmalarını izlemekti, uzaktan da olsa selamlaşmaktı. Hatta günün birinde Gürün’de otobüsümüzün mola verdiği benzin istasyonunda, lokantada karşılaşmıştık, rakı içiyorlardı, iki kişilerdi, dostu, yakını olmalıydı, ben de katılmış, mola süresince yanlarında oturmuştum, bir turne öncülüğünden dönüyordum anımsadığımca. Ama son on yılında oldukça yakınlarında bulunduğumu sanıyorum Hasan Hüseyin’in. İşte bu süre içinde onu çok daha yakından tanıdığımı söyleyebilirim… Bir kez bu şiirlerin usça yazılmış değil, ruhça dokunmuş şiirler olduğunu gözlemledim birebir. Nitekim onun şiirleri yazılı değil de kazılı şiirlermiş gibi gelir bana. Önceleri de sezmiyor değildim elbette bunu, ne ki son on yılda tanıklıktan öte gözlemcisi oldum onun şiirlerine karılmış bu yaşam anlayışının. Zaten "İşte başım işte şiirlerim/ Hasan Hüseyin derler adıma" dizesindeki düşünsel yoğunluğun poetikasıyla, şiir evreniyle örtüştüğünü görmemek için kör olmak gerekir herhalde. Ödünsüz duruşlarına, bundan kaynaklanan hırçınlık kertesindeki sert tutumlarına karşın nasıl nazik, içten biriydi, alçakgönüllüydü, yufka yürekliydi, benim ağabeyimdi, tanımayanlar nereden bilecek şimdi bunu? Kim kaldı geride? Oktay Akbalca söylersek önce devrimciler bozulmadı mı? A Hasan Hüseyin Korkmazgil ‘ADAM’LIK KAVGASI… Birinde Bayındır Sokağı’ndaki Hitit Kitabevi’ndeydik, Adalet Ağaoğlu’lar İstanbul’a taşınmamışlardı henüz, sergenden bir kitabını satın alıp imzalaması için Hasan Hüseyin’e uzatmıştı Ağaoğlu. Adalet Hanım’ın bu onurlandırıcı davranışı karşısında şairin mahcubiyetini, ne yapacağını bilemeyenlerin yansıttığı şaşkınlığını unutamıyorum bir türlü. 19681993 arasındaki profesyonel tiyatro yaşamım yer yer kesintiye uğramıştır. Çeyrek yüzyılı bulan profesyonellik döneminin, aralıklarla da olsa yedi sekiz yılını bir kıyıda geçirdiğimi söyleyebilirim. İşte böylesi dönemlerin birinde ailemin koyduğu sermayeyle birkaç yıl için ticaret de yapmış oldum. Denizliliyim ya, çarşaf havlu alıp sattım. Kızılay’da "Hanımeli" adını koyduğumuz bir küçük dükkânım da vardı hatta. Hasan Hüseyin de uğrardı buraya; çay içer, söyleşirdik. İki olayı unutamam. BiSAYFA 18 rinde, koltuğunun altında Bilgi’den çıkan tüm kitapları, içeri girmiş sonra da tek tek imzalamıştı bunları… Ama diğeri olağanüstü duyarlıkla örülü bir tutumunu yansıtıyor onun! Havanın kararmaya başladığı saatlerdi. Sessizce süzülmüştü içeri, bir bayan, ürünlere bakıp tek tek inceliyor, sonra başkasını çıkartıyor, deyiş yerindeyse oyalanıyordu. Hasan Hüseyin, hangi fırsatta araya girmişti anımsayamıyorum, ama kendisine dönen bayana, "Hanımefendi, burada böyle göründüğüne bakmayın, sanatçı bu adam" deyivermişti beni göstererek. Utanmış, bakışlarımı kadından kaçırmaya çalışmıştım. Ama bununla kalmadı Hasan Hüseyin, o gün onca karşı çıkmama, sıkı biçimde ayak dirememe karşın neredeyse bir "bohçalık" dokuma ayırdı, üstelik tümünün parasını bir çırpıda ödeyip öyle ayrıldı Hanımeli’den. Hiçbir olmazlanışım işe yaramamıştı. Üstelik gözlerinde yaş vardı, ağlıyordu Hasan Hüseyin. Söylemem gerekir, Hasan Hüseyin’in ağlamasına ilk kez rastlıyor değildim. ABD Büyükelçiliği’nin karşısında, bulvar üzerindeydi çalıştığı gazete ya da dergi. Belki Yeni Halkçı’ydı, yine de güvenemiyorum belleğime. Orada Hızarcı adlı oyununu okumuştu bana bir saati aşkın süre boyunca fısıl fısıl, öteki çalışanları rahatsız etmek istemediğini yansıtan incelikle, ama ağlayarak. Ne güzel oyundu o öyle, Erdoğan Akduman’ın kurduğu Öncü Sahne tarafından Necatibey Caddesi’ndeki Derya Sineması’nda provaya alındı ya, sahnelenemedi yine de, seyircisine ulaştırılamadan kaldı böylece Hızarcı. Tiyatrolarımızın bu oyuna el atmasını nasıl da istiyorum, anlatamam. Kendi tiyatrolarımda bu oyunu sahneleyemezdim, en başta kadro olanağım elvermezdi buna. Ancak Aşıcı Baba adlı öyküsünü oyunlaştırıp çocuk oyunu olarak KİTAP SAYI ? CUMHURİYET 891