03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Doğan Katırcıoğlu'ndan 'Hayvannâme' Ayı Geldi Aşka, Ayı ile Aşk Bambaşka Doğan Katırcıoğlu hayvan gibi insanları değil, isteyen bir pay çıkarsın diye, hayvanlarla insanlar arasındaki ilişkiyi, kendine özgü bakış açısıyla, kendine özgü arı, duru, akıcı, esprili anlatımıyla aktarıyor. ? Ahmet ÖZDEMİR örnek gösterilirdi. Orhan Erinç’in ne demek istediğini ve bu kanıya nereden ulaştığını biraz sonra öyküleri okudukça, her öykünün sonunda sürpriz sonuçlara ulaştıkça anlayacaktım. Göreneklerimizde yaşayageldiği gibi, bu dünyaya "Hacı Leylek" tarafından getirildiği öne sürülerek büyütülen Doğan Katırcıoğlu’nun, doğumuna ilişkin nostaljik yazısını okuyana kadar, izlenimim bu yolda, tebessümüm dudaklarımdaydı. Ama "...Şimdiye kadar hep ‘yaşanmış insanlık durumları’nı anlattım, ‘kıssadan hisse’ hesabıyla... İlk defa kalemimi ‘öteki’ mahlukat, ‘hayvanlar âlemi’ne uzatıyorum. Okur, ‘eşrefi mahlukat’ görsün! Alacağı ibreti alsın." (Syf: VIII) satırlarını okuyunca, dudaklarımdaki tebessüm silindi. Kapağı görür görmez kapıldığım önyargıda yanıldığımı anlamıştım. BİRBİRİNDEN GÜZEL ÖYKÜLER Doğan Katırcıoğlu hayvan gibi insanları değil, isteyen bir pay çıkarsın diye, hayvanlarla insanlar arasındaki ilişkiyi, kendine özgü bakış açısıyla, kendine özgü arı, duru, akıcı, esprili anlatımıyla aktarıyordu. Ne insanları hayvanlara, ne hayvanları insanları yücelterek veya aşağılayarak değil. Hayvanları tutsak eden insanlar kadar, hayvanların tutsağı olmuş insanları da gülmece potasında eritiyordu. "Hayvan koklaşa koklaşa, insan söyleşe söyleşe.", "Hayvan ölür semeri kalır, insan ölür eseri kalır", "Hayvan yularından, insan ikrarından tutulur", "Hayvanın alacası dışında, insanın alacası içinde olur" ve daha onlarca atasözümüzü, deyimimizi doğrularcasına, kanıtlarcasına birbirinden güzel öyküleri sıralıyordu. Günlük yaşantımızda duyduğumuz, duyurduğumuz, kullandığımız yerine göre bir salon, yerine göre bir Romen argosu içeren diyaloglarla, sıkılmadan, öyküleri birbiri ardından okumaya başladım. Öyküden öyküye geçerken, yukarıda sözünü ettiğim teşhis ve intak sanatlarının inceliklerini kavramaya başladım. Örneğin "İrma Kız" öyküsünü okurken, bu öykünün "Hayvannâme"de ne işi var diye düşündüğüm oldu. Basınköy’e gelmiş bir kız veya kadına yine orada bulunan birinin âşık olması, evlenmeleri, kadının başından geçen bir tecavüz olayı, tecavüzcüyü kurtarıcı gibi göstererek olayı kocasından gizlemesi, İrma’nın hamile kalması ve nihayet doğan çocuğun tecavüzcüye benzemesi gibi trajikomik bir öykü anlatılıyordu. Arkasındaki "Raki" başlıklı öykü, İrma’nın devamıydı. İrma’nın tosun gibi bir oğlu olmuştu. "Raki" adı verilmişti. (Syf: 145154) O anda, vurdulukırdılı filmlerin toplumu nerelere sürüklediğini düşündüm. Yabancı hayranlığına içimden kızdım. Öyküyü okumayı sürdürdüm. Doğumu yaptıran, nazar yüzünden büyük acılar yaşayan ebenin dramını öğrendim. Bu ebe bir koşuda gidip bir mangal yakıyor ve İrma’nın evinin önüne getiriyordu. Közlerin üzerine attığı bir şeylerin dumanına, İrma’nın tosun gibi oğlunu tutarak onu nazardan korumaya çalışıyordu. Birbirinin devamı olan öykü böyle bitti derken, bunu gören komşuların söylediği ve öykünün son satırı olan cümle, bir tokat gibi gerçeği beynime indirdi. "İlâhi Doğan Ağabey!" dedim. Kumkapılı Linda (Syf:137) öyküsünde oynadığı oyunu burada da oynamış, beni gafil avlamıştı. "Bu öykünün kitapta ne işi var?" sorusunda vazgeçtim. Oynanan oyun neydi, beynime inen gerçek neydi? İşte onu yazarsam, öykülerin güzelliği kaybolur. Okuyunuz. Otuza yakın öykünün hepsinden çıkarılacak bir pay var. Her öyküye ana fikir olsun diye bir veya birkaç ata sözü yakıştırabilirsiniz. Örneğin ben, "Abdurrahman Çelebi’nin Fendi Alman Kurt’unu Nasıl Yendi" (Syf: 197) öyküsünü okuduktan sonra "Ya işte böyle. Deli deliyi görünce, değneğini saklar" demekten kendimi alamadım. Aynı öyküde, kurt köpeğinden yavrusunu koruyan keçi için "Ana yiğidin kalkanıdır" sözünü yakıştırdım. Kurt köpeğinin süklüm püklüm halini gözümün önüne getirince "Bükemediğin eli öpeceksin" diye düşündüm. Kargalar ile ilgili çok şey duymuşumdur. Bu hayvanların zekâsı ve becerisi ile ilgili çok şeye tanık olmuşumdur. İki yıldan beri bizim sokağın kanadının bir teli düşük kargasını seyrederim. Nasıl ceviz kırdığından dalların arasına nasıl yiyecek sakladığına kadar türlü hallerini görürüm. Her sabah doğuya doğru geçmekte olan sürüden ayrılarak so H er zaman av eti yenmez. Bazen de taban eti yersin. Bu kez tutturamadım. Doğan Katırcıoğlu’nun yeni kitabının kapağına göz gezdirdim: "Hayvannâme". İkinci adı da yer alıyor kapakta: "Ayı geldi Aşka, Ayı ile Aşk Bambaşka" "İşte bir Doğan Katırcıoğlu klasiği daha" dedim. "İnsan kısım kısım, yer damar damar" derler. Doğan Katırcıoğlu’nun her kitabında kısım kısım insan manzaralarını, ağlarken güle güle okuruz. Ayıp Sokağındaki Aşk’tan Olur Böyle Vakalar’a, Her Mevsim Kadın’dan Keriznâme’ye kadar; kitaplarının bütününde o insanların "hali pür melali" gözümüzün önüne getirilmişti. Bu alışkanlıkla, "Hayvannâme" adını görür görmez, bu kez aramızda dolaşan, iki ayaklı, ama insanlıktan nasiplerini alamamış, hayvan gibi insanları, onların hoyrat serüvenlerini anlatıyor önyargısına kapıldım. Çünkü yine kapakta tırnak işaretleri içerisinde bir slogan yer alıyordu: "Kimse kimseyi insan olmaya zorlayamaz." Kolayca kendimi kaptırdığım önyargının etkisiyle, dudaklarıma yayılan peşin tebessümle kapağı çevirdim. Aslında önyargılarımın isabetsiz olduğunun ipucunu Orhan Erinç Ağabeyin kısa sunuş yazısının bir cümlesi veriyordu. Ama bende yine jeton düşmemişti. Erinç, "Yazın alanındaki sanatlardan birinin de ‘teşhis ve intak’ olduğunu okul yıllarımızda öğretmişlerdi" diye yazmıştı. Evet okul yıllarında ben de teşhisin "Canlı veya cansız varlıklara insan benliği vermek, yani onları şahıs gibi kabul etme sanatı" olduğunu öğrenmiştim. İntak ise, sözcük olarak söyletmek, konuşturmak anlamına geliyordu. Buna La Fontaine'in hayvanları konuşturduğu küçük öyküleri Doğan Katırcıoğlu hayvan gibi insanları değil, isteyen bir pay çıkarsın diye, hayvanlarla insanlar arasındaki ilişkiyi, kendine özgü bakış açısıyla, kendine özgü arı, duru, akıcı, esprili anlatımıyla aktarıyor kitabında. kağa geldiğini, akşam olanca dönmekte olan sürüye katılarak geceyi geçirecekleri yere doğru gittiklerini izlemişimdir. Bilirim ki, her karganın gündüz yaşadığı bir bölgesi, sokağı vardır. Bu karga yüzünden bir söz dilimden düşmez olmuştur: "Leylek benim neden komşum, yazın gelir kışın gider. Karga benim her dem komşum, yaz da burada, kış da burada." Hayvannâme’de okuduğum bir karga öyküsü (Syf: 209) oldukça ilginç. Bir karganın vefasını gözler önüne sererken, bizleri duygulandırıyor. Herkes okusun dilerim. HAYVAN HAKLARI... Doğan Katırcıoğlu’nun "Hayvannâme"sinde insan ve hayvanların birbirinden kopmazlığı var. Öylesine ki, hamamböceğinin bile insan oğlu için gerekli kılındığını bir öykü içinde bulabilirsiniz. (Syf:193) Kaldı ki insan da düşünen bir hayvan değil midir? Paris’te UNESCO Sarayı’nda 15 Ekim 1978’de ilan edilen "Hayvan Hakları Bildirgesi"nin bir maddesinde "Tüm hayvanlar eşit doğar ve eşit yaşama hakkına sahiptirler. Tüm hayvanların saygı görme hakkı vardır. Bir tür hayvan olan insan, diğer hayvanları yok edemez. Hayvanları kendi çıkarı için karşılıksız kullanamaz" hükmü yer almaktadır. Burada "Bir tür hayvan olan insan" ibaresine dikkat çekmek istiyorum. "Hayvannâme"yi okurken, hayvan haklarının da neresinde olduğumuzun irdelemesini yapmamız olası. ? Hayvannâme (Ayı Geldi Aşka Ayı ile Aşk Bambaşka) / Doğan Katırcıoğlu/ Kendi Yayını / (PK. 02 BASINKÖY İST. 0212 528 18 24519 38 08) KİTAP SAYI 863 SAYFA 14 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle