Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Bir dönem romanı olarak 'Sarı Yazma' Sarı Yazma, Ünlü yazarımız Rıfat Ilgaz'ın en tanınmış romanı. Yaşam döneminin başlangıcı sayılabilecek olan Cumhuriyet'in ilk yıllarından başlayarak yaşadığı çevreyi ve kendisini anlatıyor. Rıfat Ilgaz’ın yaşantısı ? Hasan AKARSU azar, ozan Rıfat Ilgaz, "Sarı Yazma" adlı romanında, çocukluğundan başlayıp yaşlılık dönemine değin geçen yaşantısını anlatıyor. İleri yaşında, Cide’ye dönerek yaşadıklarını yazmaya karar veriyor. Cide’ye dönüş, evdeki geçimsizlikten bir kaçış aynı zamanda. Kendisini otomobiliyle Cide’ye götüren Kemal Çukurkavaklı’ya, yaşamanın nedenini şöyle anlatıyor içkisini yudumlarken: "...Yaşamanın nedeni, bence yazmak, boş durmamak olduğuna göre, içimde güçlü bir yazma coşkusu varken, niçin yaşamaktan soğuma olsun bu? Arkadaşımın keyfini kaçırmamak için sözünü etmiyorum içimden geçenlerin. ‘Peki! Hadi, içelim!’ diyorum..." (s.9) Babasının Tuz Mağazası’nı, Köpekburnu’nu anımsıyor, ölünce Cide’ye gömülme isteğini dile getiriyor. İnebolu’dan gelip Cide’ye yerleşen Hüseyin Çavuş’un evinde doğan ve yedi kardeşin en küçüğü olan Rıfat, on iki yaşına değin burada yaşıyor. Cide’den ilk ayrılışını unutamıyor: "...Onun gibi daha neler bırakmamıştım ki Cide’de...İlk önemli, anlamlı bırakışımdı bu benim. Gerisi gelecekti kuşkusuz. Hep bırakacak, durmadan bırakacaktım geride, bana yakın ne varsa, canlı cansız, yararlı yararsız, kendi gelmiş, emekle kazanılmış, ne varsa isteyerek, istemeyerek, boyuna bırakacaktım. Yerine göre insanları, yerine göre değer verdiğim şeyleri, ne varsa, yazı masamı, radyomu... kitaplarımı, oturduğum kira evlerini, içtiğim lokantaları, hep bırakacaktım... En acıklısı çok sevdiklerimi, yakınlarımı, kardeşlerimi, çocuklarımı, torunlarımı, onların da yakınlarını..." (s.13) Yaşam acımasız, geride bırakılanlar insanı bırakmıyor bu kez. Babasının Samsun Terme’ye, Duyunu Umumiye Memuru olarak (Tuz memuru) sürgününden sonra ilkokul 5. sınıfı Samsun’da okuyor. İki ağabeyi şehit düşü Y yor cephede. Ablası bir telgraf memuruyla evleniyor. Terme’ye atlı arabayla gidişlerini, Rum eşkıyalarının yol kesmelerini, okul arkadaşı Mazhar’ın fidye için kaçırılmasını, babasının orada, 60 yaşındayken sıtmaya yakalanışını, yazları Üçpınar Yaylası’na çıkışlarını unutamıyor. Samsun’da telgraf memuru olan ağabeyinin de içinde bulunduğu memurların greve gitmelerini, ağabeyinin İstiklal Mahkemesi’nde yargılanıp bir yıl cezaevinde yatmasını anlatıyor. Rıfat Ilgaz’a göre Terme, insandan başka her şeyin yetiştiği bir yer. Ortaokulu Kastamonu’da okuyor, tüm derslerinde başarılı; ama yemek ve giysi sıkıntısı çekiyor. Fizik Öğretmeni Behçet Bey’in yardımlarını anımsıyor. Türkçe Öğretmeni Zeki Ömer Defne, onun yeteneğini seziyor. Rıfat’ın bol bol roman okuyup şiir yazdığı yıllar... Günlük çıkan Açıksöz gazetesinde şiirleri yayımlanıyor. MEB Mustafa Necati ve ozan Faruk Nafiz okulu denetlemeye geldiklerinde şiirlerini okuyor, onlardan övgüler alıyor. Babası kalp bunalımından ölünce geçim sıkıntıları artıyor. Öğretmen Okulu’na kayıt oluyor. Düzenli yemeye ve temiz giysilere kavuşuyor. Kız arkadaşı İffet’i seviyor; ama yolları ayrılıyor. yıl sonra Akçakoca’ya atanıyorlar, kızları Gönül doğuyor. Kısa sürede boşanıyorlar. Askerlik dönüşü Halkevi Spor Başkanlığına seçilip başarılı çalışmalar yapıyor. Ödül olarak Gümüşova’ya atandığında, Gazi Eğitim Enstitüsü sınavını kazandığı için Ankara’ya gidiyor. Ahmet Kutsi Tecer’i orada tanıyor. DERS ÇIKARILACAK KONULAR Okuldaki haksız uygulamaları başarıyla anlatıyor. Eğitimcilerin ders çıkarması gereken konulara değiniyor. Okul bitince askerliği kısa süreli yapmak için dört ay kampa alınıyorlar. BoluGerede’ye sınıf arkadaşı Şakir’le birlikte atanıyor öğretmen olarak. İlk öğretmenliğinde yaşadığı olaylar da ders çıkarılacak nitelikte. Okul müdürünün öğretmenler üzerindeki baskısı, ayrıcalıklı tutumları Rıfat’ı zor kullanmaya itiyor. Bir Anadolu kasabasındaki öğretmenlerin ilişkilerini yansıtırken, eğitimöğretimin içler acısı durumunu da başarıyla anlatmış oluyor. Orada dul bir öğretmen olan Necmiye’yle evleniyor, bir CİDE VE CİDE İNSANI... Yazar, kişiliğini biçimlendiren bir ortam olarak görüyor Cide’yi ve Cide insanını seviyor, iyi tanıyor:"…Cideli hiçbir zaman bu Karadeniz’e ısınmamıştır. Bütün kötülükler hep denizden gelmiştir ona. Bu yüzden deniz kıyısına Cideli, köy bile kurmak istememiştir. Cide köyleri hep içerlek, hep yamaçlarda…Yalnız görünümüyle yetinmiş denizin, nimetlerinden kaçmakta yarar görmüş…" (s.15) Anılarını anlatırken bir sıra izlemiyor Rıfat Ilgaz. Karagümrük Ortaokulu Türkçe öğretmenliğini anlatırken bir bakıyorsunuz Gazi Eğitim Enstitüsü yıllarına dönüyor, sınıf arkadaşı Rikkat’le evlenişini, kendi hastalığını vb. anlatmaya başlıyor. Yakacık Sanatoryumu’nda yatıyor ilk kez. Gazi Eğitim’den öğretmeni Ahmet Kutsi Tecer’in ilk yıllardaki yardımlarından övgüyle söz ederken, şiir anlayışlarının değişmesinden sonraki kopuşlarını da yansıtıyor. Onun Milli Şef’in sanat danışmanı olmasına, milliyetçilerle birlikte oluşuna tepki gösteriyor. İstanbul’a yerleşince Yürüyüş dergisini çıkarıyorlar, sanatçılarla bir arada olmanın mutluluğunu tadıyor. Uyanış’ta, Yücel’de, toplumcu çizgideki şiirleri çıkıyor. Nişantaşı Ortaokulu’na sürülüyor. İlk şiir kitabı "Yarenlik" basılıyor, ardından "Sınıf" adlı kitabı geliyor. 20 gün sonra toplatılıyor. Rıfat tutuklanmamak için kaçıyor. 19 Mayıs 1944’te teslim oluyor. 1. Şubede sorgulanıyor, Tophane Askeri Cezaevi’ne götürülüyor. 6 ay hapisle cezalandırılıyor. Çıkınca üç ay da Heybeli Sanatoryumu’nda yatıyor. 1946 Şubatı’nda kızları Yıldız doğuyor. Rıfat Ilgaz, bundan sonra gazete ve dergi çıkarmakla uğraşıyor. Gerçek gazetesi, Yığın dergisi, Markopaşa bunlardan birkaçı. Markopaşa kapatılıyor, S. Ali öldürülüyor. Yazar, yaşadığı dönemin önemli olaylarını anlatarak tarihe tanıklık ediyor. İsmet İnönü’yü eleştiriyor:"…Halk Partisi, DP’nin saldırılarına hedef olmamak için elimizde kalan son özgürlükleri de almış, onlara armağan etmişti. Oyun büyüktü. Milli Şef, kendini ancak böyle kurtarabilirdi! Bir seçim denemesi olmuş, beğenmeyince, bunu saymıyorum demişti. Suçun büyüğü herhalde işçiyi de köylüyü de kışkırtan solculardaydı. Sabahattin Ali’yi bu arada yitirmiştik…" (s.286) Kızı Gönül, Kandilli Kız Lisesi’nde okuyor. Babasını Cerrahpaşa Hastanesi’nde yatarken ziyaret ediyor, tanıyamıyor. Gönül’ün Türkçe öğretmeni Mehmet Uluğ (Turanlıoğlu). Rıfat, Mehmet Uluğ’u eleştiriyor:"...Mehmet Uluğ adındaki öğretmeninin, hadi sağcılığı bir yana, Edirne’de çıkardığı "Damla Damla" adlı dergisinde ünlü ilaç yapımcısı Hamdi Yılmaz için övgülerini okumuştum. Bu öğretmende okuyan kızımın Türkçesine nasıl acımazdım!..."(s.303) Yazarın burada ne değin nesnel olabileceği belli değil kanımca. Türkçe Öğretmeni Ahmet Kutsi Tecer’i bile, düşünceleri ayrı olduğundan, görmezlikten geliyor zor durumda bırakıyordu. Markopaşa’yı yeniden çıkarıyorlar. Hastanelerde, cezaevlerinde geçiyor yılları. Rikkat ile boşanıyorlar. Sultanahmet Cezaevi’ne birkaç kez girip çıkıyor, cezaevi ortamını yazıyor. Gençlik sevgilisi İffet’in Boğaziçi’ndeki eczanesine gidip onu görüyor, yirmi yıl öncesinin aşkını özlemle yaşıyor yeniden. Yazılarından dolayı cezaevlerinden kurtulamıyor, hava değişimi raporu alıyor kimi kez. İleri yaşında, yirmi yaşlarındaki üniversite öğrencisiyle olan aşkını anlatıyor: "...Dediğini yaptım. Gerçekten de toprak çok soğuktu. Gönül kucağımda sıcacıktı. Sıcaklığımız birbirine karışmıştı. Artık üşümüyorduk. Bizimle birlikte altımızdaki toprak, sığındığımız soğuk kış gecesi, gökyüzü, tüm yeryüzü ısınıvermişti." (s.399) Rıfat Ilgaz, Cide halkıyla kaynaşıyor. Öğretmenler lokalinde, kaymakamın da bulunduğu bir söyleşide, Cide’nin geri kalmışlığını üretim düzenindeki bozukluğa bağlıyor. Üretimin arttırılmasını savunuyor, üretime dönük eğitim istiyor. "Unutulmuş Memleket" adlı oyununu yazmak için çevreyi dolaşıyor. Cide gençliğine güveniyor. Pazarda gördüğü sarı yazmalı kadınlarını, çocukluğunun Rum evlerini, Rum komşularını, Kurtuluştan sonra okullarını süsleyişlerini, Rumların göçte her şeylerini bırakıp gidişlerini özlemle anarken "Cide, doğduğum eşsiz, benzersiz memleket" demekten alamıyor kendini. Biz de "iyi ki Cide’ye dönmüş de yaşadıklarını yazmış" diyoruz. ? (*) Sarı Yazma/ Rıfat Ilgaz,/Çınar Yayınları, 11. Basım Şubat 2005/400 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 863 SAYFA 13