19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Arife Kalender ile ‘Şiir Irmakları’nı konuştuk ‘Eskiden şairler arasında bir paylaşım varmış’ alarak okumaya başladım. Okurken aldığım notlar sayfaları doldurmuş. O da yetmiyor özel olarak seçtiklerimi defalarca arkadaşlarıma okuyorum…Derken ‘ben bunları niye yazmıyorum’ sorusu belirdi. Günlerce sahaflarda eski dergileri arayarak E. Cansever ile ilgili yazılanları, onunla yapılmış söyleşileri okudum. Hiç unutmuyorum bunları yazıya dökmem bir ayımı almıştı ve bu on dört sayfalık yazıyı Cumhuriyet Kitap’ın yayımlayacağından da emin değildim. Sevgili Turhan Günay, baş sayfada Cansever’in fotoğrafıyla yayımladı. Yorucu bir çalışma olmuştu ve devamı için bir tasarım yoktu. Bir süre sonra başka şairleri de tanıma açlığı baş gösterdi. Her okumadan, her tanıyıştan aldığım keyif doyumsuzdu. Onların yazıya dökülmesi ise bir yabancılaşmadan, kopuştan çok bütünleşme duygusu yaratıyordu bende… incelenerek, evreler halinde şiirinin akışı, yaşamöyküleriyle birlikte tam olarak tanıtımı amaçlayan, çağdaş şiirimizin köşe taşları konumundaki on dört usta aynı kitapta yer almadı sanıyorum. Bu özelliği ile ‘Şiir Irmakları’nın farklı bir kitap olduğunu düşünüyorum.. İlk şiirlerinden son dizesine kadar bir şairi; sık kullandığı sözcükleri, ana temaları, başlıca imgeleri açısından okuyup, tarayarak tanıtmak!.. Bazıları unutulmaya yüz tutmuşken, bazıları artık kanıksanmışken onları yeniden güncelleştirmek önemli bir çaba. ‘Ben’lerin hızla çoğalarak büyüdüğü günümüzde kimse kimseyi okumazken!.. Belki de senin söylediklerine bir tepki…Yani kimsenin kimseyi okumayışına. Küçücük ‘Ben’lerin dev aynasından yansıtılmasına, şiir olmayanın şiirmişçesine dayatılışına.. Değerlinin değersiz gibi gösterilmesine, anılması ve tanınması gerekenlerin unutturulma çabalarına bir karşı duruş... Elbette bu söylediklerim var, ama daha önce bir şair olarak benim tanıma isteğim en önemli etken. Bendeki şiir açlığı... Şiirimi genel şiir görüntüsünde tartma ve değerlendirme arzusu... İncelediğim ustaları usta kılan hangi özellikler olmuş? Benim şiirimde eksik ya da fazla olan ne var?.. Bu soruların yanıtını ararken bir yandan da şiir yazmadığım zamanları yine şiirle doldurmuş oluyordum. Okuduklarım beni farklı bir şiir evreninde dolaştırırken; şiir dünyamın usulca değişmeye, derinleşmeye başladığını duyumsuyor, her incelediğim şairden farklı bir tınıyı sesime katıyordum…Tehlikeli bir oyuna katıldığımı sezmiyor değildim. Etkileşimin çok yakınındaydım. Bir şairle aylarca birlikte olmak, onun sesiyle şiir yazma alışkanlığını da getirebilirdi ama öyle olmadı. Hatta bu tehlikeyi bildiğim için her yazdığım şiire kuşkuyla bakar olmuştum… Bu bir bakıma okyanusta akan nehir olmaktı. Su suya karışmadan kendi yolunda akıyordu. Bu konuda olumlu eleştiriler aldığım gibi, farklı değerlendirmeler de yapıldı. Bazılarınca şiirlerim, bazılarınca bu incelemelerim ön planda tutuldu. Benim için ise her şey ve her çalışma şiir içindi, şiir için…İncelediğim şairler benden zaman aldı, göz aldı, yürek aldı. Ben de onların dizeler arasına sıkışmış gizlerini, coşkuyla seslenen sevdalarını, acıyla sezinlenen kahırlarını aldım…Behçet Necatigil’in: "Ne biter/ ne kalır geçmiş kitaplarda/Ölümden sonra da/ Söyleriz" dediği gibi, söylediklerini duydum, söylemediklerini duyumsadım. ‘Şiir Irmakları’ Arife Kalender’in yıllarca süren çalışmalarının toplamı. Çağdaş şiirimizin on dört ustasıyla ilgili yazıların bir bölümü dergimizde yayımlanmıştı. Arife Kalender’le çalışmasını konuştuk. ? Ümit GÜNEŞ evgili Kalender, tümünü dergilerden okuduğumuz incelemelerini sonunda ‘ŞİİR IRMAKLARI’ adıyla kitaplaştırdın. Kapağındaki şair fotoğraflarının çokluğu da içeriğinin zenginliğini duyumsatıyor. Kitapta kaç şair var, bu inceleme ve araştırma duygusu sende ne zaman belirdi?.. Kitabımda çağdaş şiirimizin on dört ustası yer alıyor. Bu yaklaşık on beş yıllık çalışmamın ürünü. İncelemelerini yapmadan önce bu şairler bende yalnızca ad olarak vardılar. Şiirin kahramanları…Ulaşılmaz, yaklaşılmaz…Bazen soğuk ve yabancı… Bu çekimser ve tedbirli duruşum bazen başlangıçta, bazen de onları tanıdıkça gelişti. Bunların bir çoğunun da hayatta olmadığını düşünürsek işim daha kolay olmalıydı (çıkıp da ben bu dönemde, bu dizede... diyecek, kulağımı çekecek...) ama olmadı. Çünkü beni telaşlandıran, korkutan hatta bazen de vazgeçme duygusuna kadar getiren şey, şairin ünü değil, şiiriydi, şiirdi. Bir şair adıyla var olan şiiri yeterince kavrayıp, onu o şairin görüntüsüyle tanıtamamaktı korktuğum. Severek ve çekinerek yaklaştığım bu şairleri ilk kitaplarından son şiirlerine dek inceledikten sonra onlarla aramda kan bağı oluştu. Artık dışarıda değil bendeydiler. Şiirlerinin tüm yolları nı tanıyordum. Yokuşlarını, darını, inişlerini, duraklarını… Bildikçe sıradan okumaların, yarım tanımaların sığlığını daha iyi anladım. İlk birkaç kitabımın yayımlanmasından sonraydı. Yalnızca şiir yazmanın bana yetmediğini duyumsadım. Benden öncekiler, şiirimizde iz bırakanlar neyi, nasıl yazmıştılar? Onları okutan hangi özellikleriydi? Şiirime etkileri var mıydı, varsa nasıldı?.. Bu soruları bilinçli mi sormuştum, sonra mı ayırdına vardım bilmiyorum ama yanıtları bulmam bende çok şeyi değiştirdi. İlk incelemeye Edip Cansever’le başladım. Tüm kitaplarını SAYFA 8 ‘İKİNCİ YENİ’Yİ TANIMA... Şairleri neye göre seçiyordun, belli bir nedenin, gerekçen var mıydı?. Az önce sözünü ettiğim gibi, bazı şairleri yeterince tanımadığımı gördüm. Dönemlerin, dergilerin, sosyoekonomik olguların şairi yönlendirdiğini, yanlı ve yönlü durmasını sağladığını biliriz. Oysa sanatın her dalında olduğu gibi şiirde de nesnel olabilmek, geniş bakabilmek esastır. Bizim kuşak ret’lerinde de, kabul’lerinde de çok fazla tarafsız olamadı bana göre. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’deki siyasal olaylar şiiri meydanlara çekti, yer yer sığ söylemlerde alıkoydu. Şiir kitlelerin hak arayışı, adalet istemi ve özgürlük savaşımı için bir araç olarak görülürken; yaşamların özel ayrıntıları, günlük durumlar göz ardı edildi, ya da bekletildi. Bu sürelerde ikinci yeni şiiri bir bakıma işlevsizleşti. Hatta çoklarınca okunmadı, benimsenmedi. Durum benim için böyleydi en azından... Bilgilerim eksik, şiir beğenim yanlı idi sanırım. Belki bu yüzden yıllar sonra İkinci Yeni’yi tanıma isteği belirdi. Bazılarını hiç tanımadığım, bazılarını ayrıksı ve garip bulduğum, bazılarını çok sevdiğim, şiir anlayışımla örtüştürdüğüm için okuyup araştırdım. Bazılarını dilinden, bazılarını dediğinden dolayı sevdim ve inceledim. Belli bir sıralama veya sınıflandırma olmadı. Hepsi okuma istemiyle başlayan çalışmalardı. Bir süre sonra sayıları fazlalaşınca hem belgesel olmaları, hem de bu türde başka bir kitabın olmaması nedeniyle kitaplaştırmaya karar verdim. Birçok şair, yazar için tek tek kitaplar yazıldı.Çokları antolojilerde birlikte yer aldı ama tüm eserleri birer birer GERÇEKÇİ BİR HAYAT Şiirimizin on dört ustasını tanımış bir şair olarak; şiirin son elli yıllık değişimiyle ilgili söylemek istediğin neler… Her incelemeden sonra şiir anlayışımı yokladım diyebilirim. Aynı mı, yerinde duruyor mu!..Özellikle seksen sonrası şiirde giderek uçucu hale gelmiş olan yaşam; bu ustaların şiirlerinde canlı ve soluk alışı görülebiliyor. İkinci Yeni şiirindeki küçük insanlar meydanlara dökülüp marşlar söylemeseler, grevlere, yürüyüşlere katılmasalar bile; evlerinde, kentlerinde gerçekçi bir hayat sürüyorlar. T. Uyar’ın ‘Akçaburgaz’lı Yekta’sı, onunla kaçak aşk yaşayan evli Adile, E. Cansever’in ‘Çağrılmayan Yakup’u, Armenak’ı, Lusin’i... C. Süreya’nın Hamza’sı, Süheyla’sı... M. Eloğlu’nun ‘Horozdan Korkan Oğlan’ı... M. Gürpınar’ın çam kokulu, erguvanlı, faytonlu Istanbul’u... Bu şiirler geçmişteki bireyin çıkmazlarını, acı ve özlemlerini dile getirdikleri kadar o bireyin yaşadığı yeri de (kentler, semtler, dostluk ve sevdalar) görünür kılıyor. Tüm eğreltilmelere, yontmalara, soyutlamalara karşın şiirde insan ve mekân belli. Özdemir Asaf’ın belirsiz gibi görünen "senben" ikilisini bile somut bir düzleme yerleştirmek her zaman mümkün olmuştur. "Lavinia"nın gidip gitmemesi her zaman duyumsadığımız bir şey... Örnekleri çoğaltabiliriz. Kısaca özetlemek gerekirse dünün şiiri daha fazla yaşamın içindeydi ve ona daha çok sorular yöneltiyordu. Toplumcu gerçekçi şiir alanlarda, meydanlarda, hapishanelerde ve kuşatılmışlıkta sesini yükseltirken, İkinci Yeni’deki küçük insan da yatağında rahat değildi. Yaşamı ve sistemi değiştirme girişiminde bulunmasa, bunun kavgasını vermeye yanaşmasa bile idamlara, kıyımlara, yasaklara ve baskılara karşı duyarsız ve yansız değil. Hangi anlayışla yazılmış olursa olsun görünen bir doğa, içinde yaşanılan kentler, dönemin siyasal olayları, şairin özeliyle birlikte dizelerden yansımakta. Şiir yaşamın içinde, yaşam da şiirin. İnceleme ve araştırmalar bir gerçeği; şiirin yaşamdan uzaklaşmaması, onun içinden onunla birlikte seslenmesi gerektiği gerçeğini yeniKİTAP SAYI S ? CUMHURİYET 837
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle