23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? İşgal ? Coşkun ONGUN Ü zerinde yaşadığınız toprakların yabancı ulusların orduları tarafından işgal edildiğini hayal edin. Korku dolu günler yaşadığınızı can ve mal güvenliğinizin ortadan kalktığını, her gününüzün tehdit ve karabasanlarla geçtiğini… Üstüne üstlük, siz bu haldeyken, bin yıldan fazladır bir arada yaşadığınız, yediğinizin içtiğinizin ayrı gitmediği, sadece etnik yapısı sizden farklı komşularınızın da bu işgale arka çıktığını düşünün. Öyle ki, âşık olduğunuz kişi, alışveriş yaptığınız bakkal, müziğini dinlediğiniz şarkıcı da sizi bu can pazarının ortasında yalnız bırakıp işgalci güçlerin yanında yer alsın. Canınız kadar sevdiğiniz yârinizle bu yüzden aranızdaki aşk son bulsun. Onu düşman saflarında yer alan bir işbirlikçi olarak görmeye başlayın. Öfke gözlerinizi karartsın, bu can pazarında; sevdiğiniz perişan, sizse tanınmaz halde!.. Düşünmesi dahi insanı dehşete sevk eden bu durum, bizlere ne kadar da uzak geliyor değil mi? Oysa acıklı bir film senaryosuyla özdeş bu olayların, şu an ayak bastığımız topraklar üstünde yaşanmasının üzerinden henüz daha bir asır bile geçmedi. Teoman Ergül ABARTILI ÖYKÜLERİ YOK Teoman Ergül, son romanı “İşgal”de, yaşanılanları bu kez halkın içinden bir bakışla ve onların çektiği acıları gözeterek ele alıyor. Kuşkusuz bugüne dek bu olayları konu edinen çok şey yazıldı, halen yazılmakta ve gelecekte de yazılmaya devam edecek. İşgal romanını farklı kılan, şişiril miş ve abartılı kahramanlık öykülerine yer vermemesi ve de işgalci de olsalar başka uluslara karşı bir hamaset edebiyatına pirim tanımaması. Anlatılan olaylar roman bütünlüğü içerisinde, Alaşehir ve Ege Bölgesi’nde işgale karşı direniş hareketi başta olmak üzere, aşk ve ihanet temasını işleyerek gelişiyor. Tarih kitaplarında Atatürk’ün Samsun’a hareket etmesiyle başlayan ve ilk Meclis’in açılmasına dek yaşanan olaylara ayrıntılı bir şekilde yer verilir. Erzurum ve Sivas kongrelerini içinde barındıran ve bir ulusun yeniden yaratılması sürecine giden bu olayların ayrıntılı olarak anlatılmasında mutlak surette fayda vardır. Ancak aynı faydanın Balıkesir ve Alaşehir kongrelerinin incelenmesinde de bulunduğu, tarihsel bakımdan bir gerçektir. Tarih kitaplarının bu konuda bende bıraktığı boşluğu bu romanı okuyarak doldurduğumu rahatlıkla ifade edebilirim. Bu kongrelerin Milli Mücadele ve ‘Aydınlanma Devrimi’ne giden yolda birer kilometre taşı olduğu bu kitapla gün yüzüne çıkıyor. İşgalin özellikle Ege Bölgesi’nde başladığı düşünülürse, bu bölgede yaşayan halkı işgale karşı bilinçlendiren ve onları örgütleyen iradenin romanı bu kitapta okuyucusuyla buluşuyor. İstanbul Hukuk Fakültesi’nde Türk Devrim Tarihi derslerimize gelen saygın bilim adamı Bülent Tanör, Kurtuluş Savaşı öncesinde bu yerel örgütlenme yapıları için “Yerel Kongre İktidarları” tanımını kullanırdı. Tanör; Cumhuriyetin ilanına dek sürecek oluşumun iddia edildiği gibi “Kemalistlerin yukarıdan tabana bir dayatması şeklinde gelişmediğini, aksine bu sürecin tabandan yukarıya doğru geliştiğini” belirtir, bunun en önemli kanıtı olarak da yerel kongre iktidarlarını örnek gösterirdi. Hocamız eklerdi: Halktan gelmeyen hiçbir hareket başarıya erişemez, erişse bile bu kadar uzun süre yönetimde kalamaz. hem’in kişisel ihtiraslarının kurbanı olmaya dek gidecek davranışlarını da aynı açıklıkla sunuyor. GALİP BEY İLE EMİR AYŞE AŞKI Kitapta yer alan aşk hikâyeleri de yürekleri dağlayıcı nitelikte. Anlatılan sevda öyküleri, roman içinde roman, olabilecek seviyede görkemli ve derinlemesine işlenmiş. Savaş ortamında anlatılan sıradan aşk hikâyelerinden asla değil. Yaşanılanların gerçekliği de bu savı doğruluyor. Özellikle Galip Bey ile Emir Ayşe arasında yaşanan aşk hikâyesi daha sonra türkülere konu oluyor: “Koca kıran pireni, Altındadır Ereni, Ayşe’yi öldürmüşler, Yok mu haber vereni? Evinin önü kenger, Galip boynunu dönder, Aman deyim Ethem Bey, Galip’i geri gönder.” Çerkez Ethem, Galip Bey’i göndermez. İdam eder. Galip’in sonunu hazırlayacak olayları planlayan kişi de Ethem’in adamıdır. Romanda dönemin padişahı Vahdettin ile Sadrazam Damat Ferit’in direniş hareketine “katkılarına da” tanık oluyoruz. Yönetimin başındakiler o dönemde halkı milli kuvvetlere karşı ayaklandıran güçlere beşinci rütbeden mecidiye nişanı vermekle meşguldürler. Bu durumda onlara vatan haini diyenler ne kadar da haksızlık ediyorlar öyle değil mi!.. Kitabın sonuna yazar Teoman Ergül, tarafından düşülen kısa notta; “Etnik kökenlerine ya da kimliklerine çok önem veren yurttaşlarımız bu kitaptaki olaylardan üzüntü duymamalıdır. Çünkü kurtuluş savaşı dediğimiz dönem içinde her şey birbiri ile ilgilidir ve karmakarışıktır. İhanet Türkler, Kürtler, Çerkezlerde… de vardır. Kahramanlık ve ihanet ne Türklere ne de etnik kimlik iddiasında bulunanlara aittir” diyerek cesur bir tespiti ortaya koyuyor. İşgal romanını ve yazarı Ergül’ü bu belirsizliği ustaca ve edebiyatın hakkını vererek ortaya koydukları için kutlamak gerekir. Çünkü bu roman, Kurtuluş Savaşı’na giden yolda yaşanan olayları halkın gözüyle ele alacak kadar sıcak; sıkılmadan bir çırpıda okunacak kadar sade ve insanı uzun süre etkisinde bırakacak kadar edebi yetkinlikte yazılmış bir roman. ? econgun@gmail.com İşgal/ Teoman Ergül/ İnkılâp 2005/ Roman/ 405 s. YAŞAYARAK ÖĞRENMEK... Halk arasında yaşamayan bilemez, diye bir söz dolaşır. İşgal, o kadar iyi kurgulanmış bir roman ki; okuyucu o dönemi yaşayarak öğreniyor sayfaları çevirdikçe. Yerel kongre iktidarlarını düzenleyen insanların yapmaya çalıştıklarını ve karşılaştıkları güç koşulları daha iyi anlıyoruz. Özellikle Alaşehir Kongresi’nde üyeler görüşlerini rahatlıkla ifade ediyorlar. Kararlar da bu görüşler sonucunda şekilleniyor. Henüz tebaa olup kulluktan çıkamayan bir topluluk için bu olay hiç de azımsanacak gibi değil. Kongrede alınan bir karar, o dönemde padişahın yalnız bıraktığı insanların, kendi kaderini tayin edebileceğini gösteren güzel bir örnek: İzmir, Yunan orduları tarafından işgal edildiği için ticaret de aksamaktadır. Köylü ürününü satamayınca sıkıntıya girer. Tüccar da alış veriş yapamadığı için sıkıntılıdır. Kongrede, zahire ticaretinin yeniden başlatılması için gerekli tedbirlerin alınması kararlaştırılır. İşgal sırasında, romanda da altı çizildiği üzere ulusun geleceği için fikirler muhteliftir. Amerikan mandacılığını kabul ederek “rahata erme fikri” de bu düşüncelerden biridir. Romandaki şu diyalog günümüze de ışık tutar mı dersiniz: “…azarlanan köylü Galip’e doğrudan sordu. Beyim Tevfik Bey ağa Amerikalıdan dost olur diyesiymiş. Ona sığınmak en iyisi. Yoksa düveli muazzamanın pençesinden kurtulmak olası değil, diyesiymiş. Geçen kasabada duydum doktora gittiğimde. Kim bu Amerikalı? Çok büyük, zengin bir devlet. Bize de uzak.” Köylünün verdiği yanıt günümüz insanı için de oldukça manidardır. “Bu kadar uzak devlet niye bize dost olsun ki? Vardır onun da bir menfaatı!” Uzun stratejik incelemelerde bulunarak hangi ülkenin mandasına girilmesi gerektiğini düşünen ve tartışan o dönemin düşünürlerine bu “köylü mantığı” açıkça ders verir. Bu mantık, daha sonra Atatürk’ün kişiliğinde milli iradeye hâkim olacak ve kurtuluşa giden yolun kapısını sonuna dek açacaktır. Mayıs 1919’dan Haziran 1920’ye dek geçen bir yıllık süreyi bölümler halinde ele alan kitap, sadece savaş etrafında gelişen ve siyasi söylemlerin yer aldığı konular değil, bölgede yaşanan kişiler ve çeteler arası çekişmeler ile gerçekten yaşanmış üç aşk dramına da yer veriyor sayfalarında. İşgalcileri “Padişah Efendimizin Konukları” olarak gören Anzavur ve çetesi ile Halife yanlıları Kuvayı Milliyecilere yapmadıklarını bırakmaz. Onları kasaba ortasında asmaya, hastanede yalnız yatağında öldürmeye kadar varacak zulümleri reva görürler. Dinin, kötü kişilerin elinde nasıl bir zulüm aracı haline gelebildiğini romanın bu bölümleri bize çarpıcı bir biçimde sunmakla kalmıyor, aynı zamanda yerli halkın sadece dış düşmanla uğraşmadığını, iç düşmanla da uğraşmak zorunda kaldığını acı biçimde ayrıntılarıyla betimliyor. Özellikle Çerkez Ethem’in bu isyanların bastırılması sırasında büyük roller üstlendiğini okuyucuya açıklıkla sunan yazar, aynı Et Hepsi Hikâye ? Sennur SEZER H er öykücünün bir şehri ya da semti vardır; Demir Özlü’nünkü Beyoğlu’dur, Adnan Özyalçıner’inki İstanbul’un sur yöresi, Sait Faik’inki Adapazarı’yla Burgaz Adası... Tarık Dursun’un şehriyse İzmir’dir.. Havra Sokağı’dır gençliğinde geçtiği. Her köşesinde kavuşulması olanaksız bir sevgilinin çizgileri. Uzaktan akasya mı ıhlamur mu bir anda kavranılamayan tatlımsı bir KİTAP SAYI ? SAYFA 34 CUMHURİYET 837
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle