Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Üstün Dökmen'in 'Ladesçi'si Sistem Yayıncılık tarafından yayımlandı ‘Ladesçi’ bir okur muyuz? Özellikle, amaçsız bir değişimi, kerteriz defterlerine bakmadan ithal edip yaşama yarım yamalak geçirenlere karşı koyacak, yaşamımızı düzenleyecek bir kerteriz defterimiz var mı, sorusuna yanıt bulmak için Ladesçi’yi okuyup tartışmak gerekiyor. ? Kâmuran Semra EREN* rof. Dr. Üstün Dökmen var olmanın, gelişmenin, yarına kalmanın ve yaşamanın temel aracı olan iletişim biçimlerini bu kez de Kerteriz Defterinden çıkan romanı aracılığı ile ya da tüm 'Ladesçilerle' paylaşmakta. Eski balıkçıların hangi balığın hangi mevsimde nerede bulunduğunu gösteren kerteriz defterleri gibi bu roman da öncelikle Türk insanının dünden bugüne sunduğu iletişim biçimlerini sorgulamakta. İnternet aracılığı ile insanlar, birbirlerini tanısınlar tanımasınlar, ‘anı’ yani günü yaşamayı, içinden geleni yapmayı, sevmeyi, âşık olmayı, salık veren iletileri yollayarak hem kendilerine hem de iletiyi alanlara terapi yapmaya çalışıyorlar. Ne kadar başarılı olunuyor bilmiyorum. Doğrusu bu alanda sosyopsikolojik bir araştırmaya gerek var. Ama insanların yazarını, ozanını bile tanımak istemediği haksızca anonimleştirdiği bu uyarıcı eğitici metinlerin dolaştığı evrende kişiler çok ince, nazik olmalı hatta suçlar azalmış olmalı diye de düşünmeye başlamıştım. Ama bugün bunun böyle olmadığını Kanal Türk’te Cüneyt Arcayürek’in söyleşi programında sayısal bilgilerle öğrenmiş oldum. Özellikle büyük kentlerde suçun artmış olduğu bilgisi iyimser bakışımda ne kadar yanıldığımı gösterdi. Neden? Toplumsal anlamda ruhumuzu düzeltmeye çalışan yalnızca kitap dünyasına, özellikle çok satanlar listesine bir bakalım: Ferrarisini Satan Bilge, Koza Kelebeği Bilmez, liste başı kitaplar. Okur, okumalarını bilinç altı okumalara yöneltmediği için midir; bu tür yaşam tesellisi veren kitaplar okuma süresinde anlık iyileştirmeler ya da rahatlatmalar yaptığı için mi bilmem ülkemizde yetişkin birey kimliği bir türlü yerleşemiyor. Hepsi de (bir postlu terim de ben kullanayım) "post hümanizmi" ya da kişinin kendine insancıl olduğu kendine Müslüman olmak gibi, kendine insanlık istediği bencilliğini birey olabilme adına öğütleyen, çeviri biçemli olduğu için mi işe yaramıyor bilemiyorum. Düşünsel bir felsefesi olmadan bakışlar geliştirmeye çalışan bu uyumlaştırıcı kitapların okur dünyasındaki izleri araştırılıp da değerlendirilmeli diye düşünüyorum. Düşünürken de gündemi meşgul eden kitapları okumadan duramıyorum. Birileri beni yöne(l)tiyor... (İletişim çatışmalarını, dil toplum ilişkisini sunan karşılaştırma kitaplarını hiç kuşkusuz çok önemsiyorum. Özellikle bilimsel çalışmaları kıstas almış kitaplara yöneliyorum). Bilimsel bilgi verilerinin bile anlamlandırılmadan tüketildiği günümüzde alanında doğru işler başaran öğretmenlerimizin de kitleye ulaşmasını özlüyoruz. Bunu başaran Erdal Atabek, Atalay Yörükoğlu, Özcan Köknel, Doğan Cüceloğlu,Üstün Dökmen gibi hocalarımızı okumak ayrı bir zevk, yazdıklarını algılayıp anlamak yaşamsal bir ayrıcalıktır düşüncesindeyim. Son yıllarda edebi türlerin bilimsel yazarlığın da ilgi alanı olması edebiyatın toplumsal araç oluşuna en doğru örnek olsa gerek. Üstelik bu tür romanlar, oyunlar filmler oldukça da ilgi görmekte. Çünkü ders kitaplarının okuyucu dünyasına ulaşma şekli ile bir romanın, öykünün, şiirin yani yazınsal kitapların ulaşma biçimi çok farklıdır. Bu farklılığı Üstün Dökmen yeni çıkan romanında bakın nasıl yorumlamış: "İnsan kitap okurken yaşar. Yaşarken okumalı. Aslında bütün bir yaşam bir kitaba benzer, bazen yaşamı da bir kitap gibi toptan alırsın eline ve bir gün toptan bırakırsın ama onu da sayfa sayfa okuyabilirsin. Ve hiçbir kitabın seni kandırmasını, sana yalan söylemesini istemezsin (s.142)." Yine Şu Çılgın Türkler’in ilgi görmesinin nedeni yaşadığımız günlerden gibi görünse de bir ikinci neden; kuru tarih kitapları artık ilgi görmediği için, tarih okuma zevkini yaşamadan ziyade yaşarken tarihi yazması gerektiğini bilmesidir. Bir anlatının içinde üç boyutlu görsel bir zenginlik aramakta okur. Romanlarla, anılarla tarih öğrenilemez diyenler belli bir yerden sonra çok haklıdırlar; ancak insanımızın kitapla haşır neşir oluş biçimi düşünülürse eğiticilerin işi bu tür kitaplarla kolaylaşmışa ya da kolay olacağa benziyor. Alan okumaları bilgilenmeleri elbette araştırma yazını üzerinden gitmelidir. Örneğin iletişim sorunlarının yarattığı ruhsal yetersizlik ya da kayıplarda, toplumsal ruh dünyamızın düzelmesi için her bireyin hacıya hocaya gitmesi gerekmez. Şöyle bir yakından uzağa iletişim şeklimize, özellikle, iletişim dilimizin biçemine bakmalıyız. Bu anlamda Üstün Dökmen’in iletişim temalı romanı deyimi yerinde kullandığımı düşünerek yediden yetmişe herkese ayna tutmakla kalmayıp yeni iletişim biçimlerini aratan bir roman. Aynı zamanda dil kültür, dil psikoloji, dil düşünce işteşliğini kurgulamış bir roman. Ladesçi adı verilen romana siz okurken yeni adlar verebilirsiniz: Aldatma (Ahmet Altan yazdı; bu ad olmaz), Kandırıkçı, Yalancı, Düzenbaz, Hileci, Üçkâğıtçı, Uyanık vb. çağrışımlarımız amma da çok, yani zengin. Yoksa dildeki söz varlığı gerçekliğine göre biz halk olarak ladesçi miyiz? İşte Üstün Dökmen bu sorunun yanıtını vermiş romanında. Yanıtlarda toplumumuzun ruhsal sorunları saklı. Üstelik bu sorunları bizi severek oynadığımız lades oyunlarıyla daha da çoğaltmaktayız. Hepimiz çocukluğumuzdan bu yana ladesçiyiz. Bu oyunları değiştirmek için ne yapılmalı? Önce romanda yer yer araya giren yazarın romanı yazma felsefesinden yola çokalım: Kitap başta cümle ladesçilere ithaf cümlesiyle başlıyor. Öyle ya önce lades oyununu çok sevenler bu kitabı özellikle merak etmeliler. Roman, çıkış noktasını dünya edebiyatından alıntılanmış dürüstlük ve yalancılık temalı cümlelerle metinler arası kurguyu yaratmış: "Yalan söylemek beni insan yapar" (Suç ve Ceza’dan) "Yalan söylemek beni insan yapar. Hiç yalan söylememek ise üstün insan yapar." (Ladesçi ‘den Ayyaş Ahmet herkesin arkadaşı) "Ahlakın kurucusu ve yayıcısı edebiyattır." " Onlar hiç roman okumadılar, sayfa çevirmediler; o yüzden milleti soyup soğana çevirdiler." (Ladesçi’den sayfacı Raif) "Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar." (Türk Atasözü) "Yalan söyleyeni kovmazlar, memlekete muhtar yaparlar; ama ona da saygı duymazlar." (Ladesçi Cemil) Yukarıdaki alıntı sözleri okuyunca, romanın olası iletisini düşünebilirsiniz. Alıntı yapılan bireylerden de romandaki karşıtlığı yansıtan roman kahramanlarıyla tanışırsınız.Yaşamda hangi rolde olduğunuzdan çok rolü iyi oynamanın önemini kavrarsınız. romanı araç olarak kullanan yazarı düşündüğümüzde; söze çok da yerinde giren bir anlatıcıdır. Örneğin araya giren yazar okura lades oyununun oynanma biçimi konusunda karşılaştırmalı bir bilgi veriri. Bu bilgiye göre Batının lades oyunu makro düzeydedir. Türkler mikro düzeyde oynar. Bunu güncele çekelim. Günümüzün makro yalanları gelişmiş bildiğimiz ülkelerden. Onlar hiç olmazsa yasaları karşısında mikro yalanları söylemezler. Ya bizde, yani Türkiye’de: Mikro yalan, yalancılık; bireyden topluma en küçük ilişki bile bir lades oyunudur taraflar için. Bunun adı da, ne yazık ki, yazgı yani kader, talih, şans olmuştur.Yine romanda belirtildiği gibi uygarlık nimetlerini alma biçimini de bilemiyoruz. Güncel yaşamda, sıkışınca, çözümü düşünmek yerine romanın kahramanlarına ait olan şu konuşmayı yapar mıyız yapmaz mıyız? "Abi bana bir öğüt ver. Ne yapayım, ne yapmalıyım? Dışarıdan gelen öğütler ithaldir, fabrikasyondur, konfeksiyondur. Sana uyabilir, uymayabilir de; kendine danışıp kendine öğüt verirsen, bu ev yapımı, el yapımı olur. Başkalarından fikir, veri alabilirsin... Son karar kaynağı sen ol, kendin ol! Dünyayı dolaş ama sonunda kendine yerleş (kendine yerleşmek nasıl güzel bir deyim!)!.. Kendi kerteriz defterini kendin yaz (s:212). "Bu öğütler yaşamda hep bir şey olmaya çalışıp bir şey yapmayı en sonunda bulacak olan Ladesçi Cemil’e Demir abisi söylemektedir. Demir yaşamda adı gibi yaşamaktadır. Romandaki adlandırmalar oldukça ilginç gerçeklerimizi derin yapıdan yüzeye çıkarmaktadır. Son bölüm oldukça şaşırtıcı. TV 2’de zaman zaman ölen meslekler anlatılır. Hocam gibi, bu belgeselleri ilgiyle izlerim. Türünde son olan nalbant, yorgancı, kalaycı yurttaşımız, büyük bir beceriyle ve hüzünle karışık sitemle işini anlatır. Konuşmacılar kesmese saatlerce de anlatır. İşte son bölümün adı "Son Semerci". Ladesçi Cemil en sonunda yaşamında bir iş yapmaya başlar. O da semerciliktir. O zaman yaşamda işlemek, çalışmak yapmak ve olmak eylemlerinin farkını kavrıyor. Çok yalın ve anlamlı bir seçim kurgusuyla biter roman. Yazar kurguladığı okur tipleriyle eleştirel bir görüşme de yapıyor. Siz de o okur tiplerinden birisi oluveriyorsunuz. Ama ben o okurlardan biri olmak istemedim ladesçi olup olmadığımı düşünerek hocama biri soru yöneltmek isterim: Son günlerde hep değişimi ithal edip ülkede satmaya çalışan küresel pazarlamacıların eğitim içerik ve yöntemlerine el koyduğu ve bunu da sizin de çalıştığınız üniversitelerdeki bilim insanlarına yaptırıldığı günümüzde "Semercilik ne işimize yarayacak; amacınız ülkeyi çağın gerisine taşımak mı?" deseler ki diyecekler yanıtınız ne olur? Olmadı bir soru daha: "Hocam her gün reklamların işlediği, medyanın da müthiş biçimde benimsediği artık herkesin bakış açısı var cümlesi insanın bilinç altına inen yanını nasıl etkilemekte? Yoksa insan, kendini daha da insanlaştıran düşünme eyleminden, felsefeden uzaklaştırılıyor mu? Anladım ki sorularım bitmeyecek, en iyisi siz de okuyup sorun bakalım... Özellikle, amaçsız bir değişimi kerteriz defterlerine bakmadan ithal edip yaşama yarım yamalak geçirenlere karşı koyacak, yaşamımızı düzenleyecek bir kerteriz defterimiz var mı; sorusuna yanıt bulmak için Ladesçi’yi okuyup tartışalım. ? * Öğrt.Gör. SDÜ Burdur Eğitim Fakültesi Ladesçi/ Üstün Dökmen/ Sistem Yayıncılık, Ocak 2006/ 246 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 837 YAŞAMIN LADESLERİ ve LADESÇİLER Öyküdeki izlek aslında Âdem ile Havva’dan bu yana hep var. Bu gerçekten olacak ki Ladesçi Cemil’in annesinin adı Havva, babasını adı ise Âdem Usanmaz. Havva ve Âdem’den gelen bir lades oyunu üstüne kurulmuş, iletişimlerin yarattığı yazgı olarak algılanmış yaşamlar... Bu yazgı, her nedense bizim ülkemizde Türkiye’de çok geçerlidir. Ladesçi değilsen yaşam hakkı yoktur sanki. Zaman zaman araya giren yazar okura terapi bilgilendirmesi yapmaktadır. Romanlarda araya girmeler biçem açısından çok sorgulanır. Ancak hedefli yazmayı seçmiş; P SAYFA 18