23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Her şiir anlayışında, yeni bir şiir dili girişimi öne sürülür. Kullanılmış, eskimiş dilin yeniden yapılanması söz konusu olur. Alışılmış dile ivme kazandırmak, dil içinde yeni bir dil yaratmak, şiiri yeniden kurmak gerekir. imi yüzler, kimi sözler unutulmuyor. Sessiz bir gülüş, alaysamalı bir söz bir edebiyat olayını aydınlatabiliyor. Bir inceleme yazısından daha etkili olabiliyor. Sabahattin Kudret Aksal incelikli, çelebi bir ozandı. Bir gün Cahit Külebi’ye demişti ki; ‘‘Yahu Külebi, seninle bir akım oluşturalım da adımız unutulmasın.’’ Sonra ikisi de gülüvermişti. Bu sözlerin altındaki ince alayda, bir akıma sığınıp adını anımsatmak isteyen sıradan ozanlara gönderme vardı. Cumhuriyet dönemindeki topluluklara akım gözüyle bakılabilir mi? Ne var ki onların adını anmak alışkanlık haline gelmiştir. Dolaylı olarak sıradan bir ozan da anımsanmış olacaktır. Oysa çağdaş şiirimizin akışı içinde onun yeri yoktur. Bir ozan kendinden önce gelen şiiri bilir, kendi yeteneğine göre ondan yararlanır da, kendinden sonraki şiire aldırmaz. Yeni bir şiirin onu aştığının ayrımında değildir. Dolayısıyla eskidiğini, artık unutulmaya başladığını anlamaz. Hakkı yenmişliğin hırçınlığı içine düşer. Kendine özgü bir şiir sesi bulan, belli bir doğrultuda şiirini derinleştiren ozanlarla şiirini boyna değiştiren, yeni arayışların ardına düşen ozanları ayırmak gerekir. Yeni arayışların izini sürenler bir yandan kendini aşma çabasında, bir yandan yeni bir anlayışın öncüsü olma özlemi içindedir. Böylece daha geniş bir açılımda, onları daha çok anımsamak, daha iyi incelemek gereğini duyarız. Mustafa Şerif ONARAN Dergilerden cin curnatası’’ olarak nitelemişti. Hep o beş ozanın adı öne geçti: Turgut Uyar, Edip Cansever, Cemal Süreya, Ece Ayhan, Sezai Karakoç... Oysa o curnatada hakkı yenen nice ozan vardı. Ülkü Tamer ile Tevfik Akdağ o soylu ozanlar arasında. ‘‘80 Şiiri’’, ‘‘İkinci Yeni’’nin oluşturduğu şiir diline neler borçlu olduğunu anımsamalı. ‘‘80 Şiiri’’nde ‘‘İkinci Yeni’’den beslenen bir damar olduğu da bilinmeli. YENİ TOPLUMCULARIN İZİ Yetmişli yıllardaki toplumsal kargaşada kendi engellerinden yola çıkan ‘‘Yeni Toplumcular’’; hem şiir dili, hem içerik bakımından ‘‘40 Kuşağı Toplumcuları’’ndan ayrı bir şiir geliştirdiler. Ataol Behramoğlu ile Metin Demirtaş o oluşumun özgün ozanlarıydılar. Ama ‘‘80 Şiiri’’ne karışan, ‘‘Bugün de Ölmedim Anne’’ diyen Ahmet Erhan’ın sesi de içimizde yankılanıyor. Güven Turan gibi şiirin nabzını tutan bir ozan diyor ki: ‘‘Genç kuşağın şairleri arasında ortamı en iyi duyuran şairse, bence Ahmet Erhan olmuştur. Şimdi yayımlanış tarihini bilmiyorum ama özellikle ‘‘Bugün de Ölmedim Anne’’ bence o dönemin en belirleyici şiiridir (VARLIK, İkinci Yeni’den Sonra Olan Ne, Biten Ne?, Haziran 2005) Osman Çakmakçı, şiirsel gücün içerikten değil, yapıdan geldiğini söylemekte haklıdır. Kendine özgü şiir sesini bulan ozan için, şiirin içiyle yapısının uyuşmasıdır önemli olan. Bunu ‘‘ilerici’’, ‘‘gerici’’ sözleriyle tanımlamak ozanı tedirgin eden bir eleştiridir (Radikal Kitap, Yenilgi Güzellemesi, 27 Ocak 2006 Cuma). Kuşku yok ki, toplumcu duyarlığı yazmak ‘‘ilerici’’ olmak anlamına gelmez. Böyle bir duyarlığı yorumlamak için yeni bir yapı da gerekmez. Belli bir doğrultuda şiirini derinleştirmek isteyen ozanı anlamak gerek. Kaldı ki yenilgilerden geçen ozanın kendine aldırmayışına saygı duymalıyız. YAHYA KEMAL ‘‘Demdir ki ayş ü nuş ile ifnayı tendeyiz’’ diyor. İnsan ilişkilerindeki yozlaşma insanı unutulmuşluğa itiyor. Kendini içkide sınayan, yenilgisine basarak yürüyen bir ‘‘yaralı çocuktur’’ o: ‘‘Yaralı çocuk, yüzünde yağmur Bu rüzgarda uçurtmasını evde unutmuş gibi yapıyor Gözyaşları bir uçuruma heves çıkarıyor.’’ Keşki hepimiz yenilgilerimizi anlatmayı göze alabilsek. Keşki duyarlıkla duygusallığı tam olarak ayırabilsek de, şiiri çürümekten kurtarabilsek. Bir ozan, kentin uzağında kendini bir ‘‘yılkı atı’’ gibi görüyorsa, bu acımasız topluma küstüğü içindir. Osman Çakmakçı kendi doğrularına inandığından hiçbir ozanı anlamaya çalışmıyor. Yoksa Ahmet Erhan’ın, ‘‘Yağmurtaşım, senin için güz kuruttum’’ demesindeki inceliğin ayrımına varırdı (ŞEHİRDE BİR YILKI ATI, Everest Yayınları, 2005). Gülseli İnal’ı anlamaya çalışarak, kadın duyarlığıyla beslenen bir kent şiiri saymalıyız ‘‘80 Şiiri’’ni (VARLIK, ‘‘Günümüzün Şiiri’’, Arayışlar, Eğilimler, Yönelimler, Tartışmalar, Haziran 2005). Ancak o uğultulu akışta sesini arayan ama bir türlü bulamayan ozanlar da var. Oysa her ozan yaşamaya kendi yalnızlığından bakarken şiirinin yapısını yeni bir sesle kurmak isteyecektir. Ozanın kendini oyalaması kolaydır. Kuşku yok ki her ozan kendince önemlidir. Hele iri sözler söylemek, bir akımın öncülüğüne soyunur gibi ‘‘ahkâm kesmek’’, gösterişli çıkışlar yapmak anlamlıdır. Hangi şiir geriye kalacak? Hangi şiirin özlemini çekeceğiz? Ahmet Telli’yi, Şükrü Erbaş’ı, Akif Kurtuluş’u, Mehmet Kıyat’ı o uğultulu sesin içinde nasıl duyacağız? Değil mi ki Ahmet Erhan, ‘‘Ölüm bir uçan kuştur, gezindiği yeri bilmez’’ diyor, o uğultu içimizden geçip, tozu toprağa katarak kentin dışına doğru göçerken, sevdiğimiz şiirlerin yankısına kulak verelim. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmeniz için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderirseniz memnu?n oluruz. K “80 Şiiri”ne doğru iyi örneklerini vermişlerdi. Orhan Veli çok erken ölmesine karşın ‘‘Garip Şiiri’’ni aşan, bir başka şiire yönelmişti. Oktay Rifat’ın değişen şiiri daha aşılabilmiş değildir. Melih Cevdet Anday ‘‘zaman’’ı yorumlayan damıtılmış şiirleriyle ‘‘80 Şiiri’’ne de yol göstermiştir. Kaldı ki, ‘‘Garip Şiiri’’ndeki çarpıcı değişimi ‘‘nasır’’, ‘‘cımbız’’, ‘‘ayna’’ küçümsemesiyle de Soldan Sağa: Orhan Veli, arkadaşları Şinasi, Oktay Rifat, Melih Cevdet. ğil, Orhan Veli’nin yaşama bakışındaki yorumla değerlendirmek gerekir: ‘‘Gemliğe doğru Denizi göreceksin Sakın şaşırma!’’ Osman Hakan A. ‘‘80 Şiiri’’nin savunmasını, Osman Çakmakçı’ya ayırdığı eleştirel bakışla sınırlamaya çalışıyor. Arif Damar Osman Çakmakçı, tavır koymayı seven, kuramsal doğrularda inandırıcı olan, topAkif Kurtuluş tancı yargılarında düştüğü yanlışlara aldırmayan, kolayca harcadığı ozanları savunmada bırakan bir eleştirmen. Bir kuşağı genel yargılarla değerlendirmek, ‘‘tekdüze’’ görmek, dilini ‘yapay’ bulmak, ‘ortalama’ bir şiir olarak ‘yaşamadan kopuk’ diye yorumlamak, toplumsal baskıların ürünü saymak, birbirine benzemeyen geniş ozanlar topluluğunu silivermek; yukardan bakan bir eleştirmeni önemsetebilir. Böyle bir eleştirÜlkü Tamer Şükrü Erbaş men karşısında insan hep önü ilikli durmak gereksinimi içinde kalır. Ev dağınıklığından insana bakan Abdülkadir Budak, eskil bir coğrafyada cinselliğin gizemini yorumlayan Hüseyin Ferhad yaşamadan uzak düşmüş ozanlar sayılır mı? ÖNCE DİL Onlarca ozan kendi iç ortamında dilin gizlerini çözmeye uğraşırken, bireysel bir çalışma içindedir. Şiir dilinin oluşmasında ortak çalışma olmaz. Peki dil nedir? Yücel Kayıran’ın tanımı, benim de yorumlamada güçlük çektiğim derin anlamlar içeriyor: ‘‘Dil bir malzeme değildir; bizim var olduğumuz veya var olamadığımız, yırtıldığımız, kanayıp döküldüğümüz bir yerdir.’’ Dil; değişmeceli anlam yükleri kazandıkça, değişik bir anlatım gücüyle gelişme gösterdikçe, sıradan bir gereç olmaktan çıkar. Şeyh Galip , ‘‘Kelama can vermek’’ diyor buna. O zaman sözcükler bir ozanı ele geçirir. Dilin büyülü gücü iç gerçekleri aydınlatmaya yarar. Toplumun karmaşık akışında; başkaldırı YARINA KALMAK Hep şöyle bir soru sorulur: Bir ozandan yarınlara kaç şiir kalabilir? Doğrusu, şiirini kendi anlayışı doğrultusunda derinleştiren ozanların bu bakımdan daha şanslı olduğu söylenebilir. İşlenip derinleştirilen şiirin kolay benimsenen bir yanı vardır da ondan. Belki de bu anlayış, dolaylı olarak, okuru kazanmaya çalışan şiire yöneltir ozanı. Her şiir anlayışında, yeni bir şiir dili girişimi öne sürülür. Kullanılmış, eskimiş dilin yeniden yapılanması söz konusu olur. Alışılmış dile ivme kazandırmak, dil içinde yeni bir dil yaratmak, şiiri yeniden kurmak gerekir. İçerik, yeni bir yapıda etkili olur. Alışılmış bir yapı içinde söylenenler, ozanın kendini yinelemesi anlamına gelir. Şiirini kendi doğrultusunda derinleştirmek isteyenlerin böyle bir yanlışa düşme sakıncası vardır. Bu nasıl bir kördöğüşüyse, yeni bir yapı oluşturanlar, gerçek şiiri o yapı içinde bulduğuna inananlar, bir önceki başarılı şiiri küçümsemeye başlıyor. Daha önceki şiir dilinin nasıl oluştuğuna önem vermiyor. Belki ondan yararlandıklarının ayrımına varmıyorlar da, yeni bir şiir dili bulmanın coşkusu içinde, çağlaş Türk şiirini bir başka çatalağzına akıtmaya çalışıyorlar. “KIRK KUŞAĞI” Çağdaş Türk şiirinde bu değişim ‘‘40 Kuşağı’’yla başladı. ‘‘Kırk Kuşağı’’ beş kollu bir ırmak gibi akar. ‘‘Garipçiler’’ ile ‘‘Toplumcular’’ o ırmağın iki belirgin koludur. Fildişi kuledeki şiiri yaşamayla barıştıran bir şiirdi o! Osman Hakan A., ‘‘Günümüz şiirinde, Süleyman Efendi’nin nasırının, ayna ya da cımbızın bir yerinin olduğu söylenebiliyor mu artık?’’ diye soruyor (VARLIK, İkinci Yeni’ den Sonra Olan Ne, Biten Ne?, 80 Şiiri Ne Yaptı?, Haziran 2005). Anımsamak gerek: Orhan Veli ile arkadaşları ‘‘Garip Şiiri’’nden önce yerleşik şiirin en SAYFA 36 Güven Turan dönemlerinde dışa dönük, baskı dönemlerinde içe dönük bir şiirin öne çıktığı görülür. Bunu bir ‘‘kuşak’’ özelliği olarak görmek doğru değildir. Çağdaş şiirimizde önemli bir dönüm noktası olan ‘‘Kırk Kuşağı’’nın günümüze dek etkisi sürüyor. ‘‘Kırk Kuşağı’’ toplumcularından Arif Damar’ı artık Arif Barikat olarak görmek yanlışından kurtulalım. İlhan Berk’in ‘‘80 Şiiri’’ içinde de yer aldığını anımsayalım. Cemal Süreya ‘‘İkinci Yeni’’yi bir ‘‘güver MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 837
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle