19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Busbecq'in 'Türk Mektupları' Derin Türkömer çevirisiyle yeniden dilimizde Yarım milenyum öncesinde Türkler Flaman asıllı Avusturyalı diplomat ve yazar Busbecq, Kanuni Sultan Süleyman'ın hükümdarlığının son döneminde iki defa Avusturya elçisi olarak İstanbul'a geldi. Bu görevleri sırasında dostlarına gönderdiği dört uzun mektupta Osmanlılar hakkında edindiği izlenimleri anlattı. Uzun yıllar önce Hüseyin Cahit Yalçın çevirisiyle yayımlanan bu mektuplar şimdi Derin Türkömer'in çevirisiyle Doğan Kitap tarafından yayımlandı. ? Deniz ILGAZ uhteşem" lakabıyla anılan Kanuni Sultan Süleyman’ın dönemi İstanbul’unun, Anadolu’sunun gündelik yaşamından ayrıntılar kuşkusuz herkes için merak konusudur. Osmanlı İmparatorluğu’nun bu en ihtişamlı yüzyılında (XVI) Batı’dan Habsburg hanedanını temsilen Avusturya büyükelçisi olarak İstanbul’a gelmiş olan Ogier Ghislain de Busbecq acaba ne gibi olaylar yaşamış, ne türde izlenimler edinmiştir. Üstelik büyükelçi, İstanbul anılarını hoş bir üslupla sohbet tarzında diğer bir diplomata hitaben yazılmış mektuplara dökmüş olduğundan bir hayli keyifli bir okuma fırsatı yaratılmış. Bu mektupların üçü, 1 Eylül 1555, 14 Temmuz 1556 ve 1 Haziran 1560 tarihlerini taşıyor. Dördüncü mektup ise elçinin Viyana’ya dönüşünden sonra yazılmış. Mektupların her biri ayrı zaman dilimlerinde elçinin tuttuğu notlarına dayanarak kaleme alınmış. Siyasi temasları, gündelik anıları, avları, kendine ait hayvanlarıyla ilgili izlenimleri var. İşte yaklaşık 450 yıllık geçmişi yansıtan mektuplardan derlenmiş olan Turkish Letters (İngilizceye çevirisi 1744) adlı eseri Doğan Kitapçılık, Türkçe’ye Derin Türkömer’in Türk Mektupları adıyla yaptığı başarılı çevirisiyle Kasım 2005 tarihinde kazandırdı. Ogier Ghislain de Busbecq’in 1605 tarihli özgün Latince eserinin adı ise Busbekii Legationis Turcicae Epistolae Quatuor. Daha da öncesinde, 1588 yılında, mektupların Paris’te Busbecq’in denetiminde bir baskısı da yapılmıştı. On altıncı yüzyılda Avrupalıların Türklere yaklaşımı ilginç bir ikilemi yansıtıyordu. Avrupa’da "Türk" adının korkuyla anılmasının yanısıra İslamiyetin sancağını taşıyan Osmanlı İmparatorluğu’na büyük bir merak ve hayranlık da duyulmaktaydı. Büyükelçi Busbecq’in mektupları bu nedenle Kanuni Sultan Süleyman’ın huzuruna çıkmanın, padişahın sadrazamlarıyla sulh müzakereleri yürütmenin niteSAYFA 12 liklerini anlatması açısından oldukça ilgi çekiciydi. Aynı zamanda İstanbul’u, Anadolu’yu ve Rumeli’yi, sokaklarıyla, evleriyle, insanlarıyla ve olaylarıyla, en ince ayrıntılarına kadar gözler önüne sermekteydi. Busbecq, Osmanlı ordusunun ihtişamına, resmi geçitlere, bayramlaşma törenlerine ve hatta Türklerin batıl inançlarına ve de hayvanlara duydukları sevgi ve şefkate de yer vermekteydi. Viyana kapılarından Afrika kıyılarına kadar hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu’nun bu zirvedeki dönemini böylesine renkli bir biçimde yansıtan Busbecq, Avrupa’da Louvain, Padova ve Venedik üniversitelerinde okumuş, yedi dil konuşan bir hümanistti. Döneminin Avrupalı hümanistlerine özgü bir geleneği sürdürmekteydi: Hümanistler, Osmanlı İmparatorluğu’nu överek kendi toplumlarını eleştirmek ve özgür düşünce sahibi olduklarını duyurmak yolunu seçerlerdi. Bu konuda Busbecq şöyle yazmıştı: "Onlarda (Türklerde) güçlü bir imparatorluğun bütün kaynakları, yıpranmamış bir güç, dövüşte ustalık ve tecrübe, savaş görmüş askerler, zafere alışkanlık, zorluklara tahammül, beraberlik, düzen, disiplin, kanaatkârlık ve tedbir var. Bizde ise yoksulluk, kişisel israf, zayıf bir güç, maneviyat bozukluğu, tahammülsüzlük, eğitimsizlik var. Asker itaatsiz. Subaylar para canlısı. Disiplin küçümseniyor. Başıboşluk, umursamazlık, ayyaşlık ve ahlaksızlık yaygın. En kötü olan da şu: Düşman zafere alışkın, biz ise yenilgiye." GÜNÜN GERÇEĞİ Busbecq’in burada "düşman" dediği tabii ki Türkler. Üstü örtülmeye gerek duyulmayan günün gerçeği budur. Bu düşmanın zafere alışkın olması Batılıları ürkütmektedir. Bu düşmanı o an Batı’ya saldırmaktan alıkoyan husus, büyükelçiye göre yalnızca ardındaki İran’dır. "Ancak İran akıbetimizi sadece geciktirir, bizi kurtaramaz" der Busbecq. "Türkler İran konusunu hallettikten sonra Doğu’nun bütün gücüyle boğazımıza sarılacaktır. Ne kadar hazırlıksız olduğumuzu söylemeye cesaret edemiyorum." Türklerle kendi adamlarının yaşadığı sayısız dalaşmalardan, gürültü patırtılardan da örnekler verir. "İki hizmetkârım yanlarında yeniçeriler olmadan Pera’ya geçmişlerdi. Yeniçerileri ya onlar evde olmadığından yahut gerek görmediklerinden almamışlar. Bunlardan biri eczacım diğeri de kilercimdi. Pera’daki işlerini, bu iş her ne ise, bitirdikten sonra İstanbul’a dönmek üzere bir kayık tutmuşlar. Tam bindikleri sırada oranın hâkimi, yani kadısı tarafından gönderilen bir delikanlı gelerek kayıktan inmelerini ve onu efendisine bırakmalarını istemiş. Adamlarım bunu reddederek kadının karşıya geçmesi için yeterince kayık olduğunu, bindikleri kayığı kendilerinin kiraladığını söylemişler. Delikanlı ısrar etmiş ve onları kayıktan zorla çıkarmaya kalkmış. Adamlarım da bütün güçleriyle karşı koymuşlar. Bu arada yumruklar da savrulmuş. Olay, kadının gözleri önünde cereyan etmiş. O da bu gözde deli “M kanlısının yardımına koşmaktan kendisini alıkoyamamış. Denize uzanan basamaklar (mevsim kış olduğundan) buz tuttuğu için kayganmış. Telaşla aşağı inerken ayağı kaymış. Yanındakiler yardımına koşmasaymış kafa üstü denize düşecekmiş – aslında ayakları ıslanmış. Bir vaveyladır kopmuş ve Türkler "Hıristiyanlar kadıya saldırdı, neredeyse boğacaklar" diye bağırarak Pera’nın her köşesinden koşup gelmişler. Hizmetkârlarımı tutup büyük bir patırtıyla ağır suçlara bakan kadının karşısına çıkarmışlar. Sopalar ortaya getirilip ayakları falakaya geçirilmiş. Adamlarımdan biri İtalyan’dı. Kızgınlıktan deliye dönen zavallı "Vurun köpekler vurun. Haksızlığa uğrayan biziz, bu cezayı hak etmedik. Biz imparatorun elçisinin hizmetkârıyız. Sultan bunu duyunca sizi cezalandıracak" diye haykırıyormuş. Bu sözler iyi bir Türkçeyle söylenmemesine rağmen adamın ne demek istediği anlaşılıyormuş. Kalabalığın arasında İtalyanın cüretine şaşan bir Türk,"Bu çarpık gözlünün (hizmetkârım bir gözünü kaybetmişti) insan olduğunu mu sanıyorsunuz?" diye haykırmış. "İnanın bana, o insan değil kötü bir cindir." Adamın tavrından etkilenip adil olmaya çalışan, adına voyvoda dedikleri kadılardan biri hizmetkârları zarar görmeden Rüstem Paşa’ya göndermenin en doğru yol olduğuna karar vermiş. Böylece adamlarım aleyhte ifade vererek baskın çıkmaya hazır yalancı şahitler güruhuyla birlikte gitmişler. Çünkü Türkler bir Hıristiyanın aleyhine şahitlik etmeyi dindarca bir davranış sayarlar; bu hadisede olduğu gibi sorgulanmayı beklemeden kendiliklerinden gelirler. Hepsi de tek bir ağız olup bu haydutların kadıya yumruk atmak gibi feci bir suç işlediğini, mâni olmasalarmış kadıyı boğacaklarını anlatmışlar. Adamlarım bu ithamı reddederek haksız yere suçlandıklarını söylemiş. Rüstem Paşa bunun kötülük kokan bir suçlama olduğunu derhal sezmiş, fakat galeyana gelen halkın hırsını yatıştırmak için sert bir ifade takınarak mahkumları kendisinin cezalandıracağını söyleyip hapse atılmalarını emretmiş. Verdiği karar onları galeyana gelmiş kalabalığın tecavüzünden kurtarmış. Rüstem Paşa sözlerine güvenilir şahitlerin ifadelerini dinledikten sonra adamlarımın masum, asıl suçlunun kadı olduğunu anlamış." Görülüyor ki Busbecq’in elçilik görevi tümüyle dikensiz bir gül bahçesi değildi elbette ki. Bazı kötü sonuçlanan müzakerelere giriştiği, ev hapsinde tutulduğu, kendini kötü olayların içinde bulduğu da oluyordu. Türklerin bağnazlıkları nedeniyle Batı’nın saatini ve mat baasını benimsememekte nasıl direndiklerini ve birçok diğer kusurlarını da ortaya koyduğu görülmektedir. Örneğin, veba salgını hüküm sürmekte, günde beş yüz, bin, bin iki yüz kadar kişi ölmekte, Türkler yine de buna kader deyip kayıtsız kalmaktadırlar. "Eğer Tanrı bana ölümü takdir ettiyse öleceğim, etmediyse bir zarar gelmez" derler. Busbecq yine de Türklerin çeşitli "başarılarını" saymaktadır: Okçuluk, şarapçılık, hamamlar, haremler, Türklerin fiziki gücü ve dayanıklılığı, askeri üstünlüğü. Kanuni Sultan Süleyman’ı da şu sözlerle över: "Süleyman hem kendine hem de ceddine ait zaferlerin körüklediği bir dehşetle karşımıza dikiliyor. Macaristan ovalarını 200 000 atlıyla aşıyor, Avusturya’yı tehdit ediyor, Almanya’nın geri kalan kısmına gözdağı veriyor ve kervanına burası ile İran hududu arasında yaşayan bütün milletleri dolduruyor. İçinde bulunduğumuz yarıkürenin üç kıtasındaki birçok krallığın kaynaklarıyla teçhiz edilmiş bir ordunun başında. Bunların her biri bizim mahvımız için kendi payına düşen desteği veriyor. Yolu üzerinde ne varsa yıldırım gibi çarpıyor, parçalıyor ve yok ediyor. Tecrübeli askerlerinin, onun hükümdarlığına alışkın ve fevkalade yetiştirilmiş ordusunun başında her yere adının dehşetini saçıyor. Kâh buradan kâh şuradan yarıp geçmek için hudut boylarımızda bir aslan gibi kükrüyor. Daha önceleri bu kadar ciddi olmayan tehlikelerle tehdit edilen milletler, güçlü bir düşmanın baskısıyla çoğu zaman topraklarını terk edip kendilerine başka yerlerde yurt aradılar. Ufak tefek tehlikeler karşısında sükuneti korumak fazla takdir görmeyen bir davranıştır, ancak bizim düşmanımız gibi bir tehlike yaklaşırken, etrafımızdaki krallıklar yıkılıp harabeye dönerken korkuya kapılmamayı Herkül’ün cesaretine benzetiyorum." RADİKAL GÖRÜŞLER... Renkli bir kişiliğe sahip olan büyükelçi, Busbecq, Senyörü II. George Ghislain’in gayri meşru oğlu olarak dünyaya gelmişti. Busbecq Louvain, bu nedenle Batı toplumunda önemsenen "soyluluk" kavramını da hedef alan bir şahsiyetti. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki sınıf değişkenliğinden övgüyle söz ediyor, "Sultanın etrafında tek kişi yok ki itibarını kendi kişisel cesaretinden ve meziyetinden başka bir şeye borçlu olsun, doğduğu aileden dolayı diğerlerinden farklı kılınsın" diye yazıyordu. Rönesans Avrupa’sında yüksek makam sahibi bir kişiden duyulmayacak kadar radikal görüşlerdi bunlar. Busbecq, Osmanlıların fazileti soyluluğa tercih ettiğini söylüyor ve "Türkler bu nedenle neye teşebbüs etseler başarılı oluyorlar" diyordu. Yaşamı boyunca hiç evlenmemiş olan Busbecq, Fransa’da Rouen dışındaki SaintGermaine Şatosu’nda 28 Ekim 1591 tarihinde öldü. Fransız Din Savaşları sırasında Katolik İttifakı’na mensup askerler tarafından yakalanıp hapse atılmış olması ölümünü hızlandırmıştı. Bir diplomat olduğu kadar da bir koleksiyoner olan Busbecq, Viyana İmparatorluk Kütüphanesi için "araba dolusu" kitap satın almıştı ki bu kitaplar bugün de aynı kütüphanededirler. Ankara’da bir duvarda bulunan, İmparator Augustus’un siyaset ve yönetim konularındaki vasiyeti addedilen bir kitabe metninin tek kopyasını de Viyana’ya göndermişti. İstanbul’da çarşıya yakın bir handaki ikametgâhını ise topladığı kuşlar ve hayvanlarla adeta Nuh’un gemisine döndürmüştü. Bitki numuneleri de toplayan Busbecq, Türk lalesini Viyana’ya tanıtan kişi de olabilir. Busbecq’in gözlemlerinde Türklerin lale tutkusuna yer vermesi kitabın Türkçe baskısına da yansımış. Türk Mektupları’nı kitapçı vitrinlerinde ve raflarında kolayca ayırt edilebilecek denli göz alıcı ve çekici kılan, turkuvaz zemin üzerinde yer alan tek bir altın lale. Bu güzel kapak tasarımı Ayşe Çelem Design’ın başarısı. Türk Mektupları elde keyifle tutulacak, okumaktan büyük haz alınacak bir kitap. ? Türk Mektupları/ Ogier Ghislain de Busbecq/ Türkçe Çevirisi: Derin Türkömer/Doğan Kitap, 2005/ 162 s. KİTAP SAYI 837 450 yıllık geçmişi yansıtan mektuplardan derlenmiş olan ‘Türk Mektupları’ Türkçe’ye Derin Türkömer’in başarılı çevirisiyle kazandırıldı. CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle