02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? daha yüzeysel izlenimlerden kaynaklanıyordu. 1960 yılında Dışişleri’nde ilk görev, 1961’de Tokyo Ataşeliği, 1964’te Batı Berlin’in İsveç Başkonsolosluğu… Gerilimli bir zaman dilimindeki bu görevlerden biraz söz eder misiniz? Çok çalışma ve heyecanlı bir yaşam, zorluklarla doludur. Ben Japonya’dayken 1962’deki Küba Füze Krizi’yle birlikte Soğuk Savaş tepe noktasına ulaşmıştı. Buradaki görevim, bir sonraki görev yerim Batı Berlin’deki pozisyonumla da bağlantılıydı. Kruşçev Washington’a ulaşabilecek füzeleri Küba’ya yerleştirdiğinde pozisyonunu sağlamlaştırmaya çalışıyordu. Sonuç çok iyi bilinir. ABD ve Sovyetler Birliği nükleer bir savaşın eşiğine geldiklerinde Ruslar geri çekildiler ve füzeleri Küba’dan çektiler. Daha sonra ABD’de füzelerini Türkiye’den çekti. Küba Krizi’nin çok caydırıcı bir etkisi oldu ve iki taraf için de bir yumuşama politikası başlatmak için uyarıcı çabalar ortaya çıktı. Bu yönde ilk adım atıldığında ben oradaydım, Batı Berlin Başkonsolosluğu’nda konsolosluk yapıyordum. Bu esnada benim patronum, yani İsveç Başkonsolusu Sven Backlund, Doğu Berlin Sovyet Elçisi Pyotr Abrasimov ve daha sonra Batı Berlin belediye başkanı olacak Willy Brandt arasında tarihsel bir görüşme organize etti. Bu, İsveç ulusal kurtuluş günü olan, 6 Haziran 1966’da İsveç konsolosluğunun bahçesinde gerçekleşti. Birçok insan Doğu ve Batı arasındaki yumuşama politikasının başlangıç noktasının bu buluşma olduğunu düşünür. YUNANİSTAN VE ASKERİ CUNTA 1966’da Stockholm’e geri dönüyorsunuz, 1967’de Yunanistan’daki askeri cuntanın iktidara el koymasıyla, karşı komisyonda yer alıyorsunuz… 21 Nisan 1967’de Yunanistan’da askeri bir cunta gerçekleşti. O yılın sonbaharında İsveç’le birlikte Danimarka, Norveç, sonraları Hollanda, Yunanistan’da olan olayları AB İnsan Hakları Konseyi’ne getirdi. Başvuran ülke hükümetleri, bu meseleyi kendi dışişleri bakanlarının hukuk bölümlerinde görüşmeyi imza altına aldılar. Ben İsveç’teki komisyon başkanının özel asistanıydım. Bizim görevimiz komisyona gitmeden önce bu meseleyi ele almak ve buna ilişkin hazırlıkları yürütmekti. Oturumlar genel olarak çok dramatikti. En önemli tanıklarımızdan biri, eski Yunanistan Başbakanı, Andreas Papandreu, o sırada İsveç’te sürgündeydi ve askeri darbeye ilişkin çok kapsamlı, önemli bir siyasi perspektif sundu. Fakat daha önemsiz bir konuda, yalancı şahitlik yaptığı varsayıldı. Tanıklarımızdan bir diğeri, İsveç’teki Yunan Konsolosluğu’na gitti ve komisyonun önünde işkenceye uğradığını söylemesi için onu silahla tehdit ettiğimizi iddia etti. Cuntanın en önemli teknik uzmanCUMHURİYET KİTAP SAYI larından biri, Atina’daki polis müdürlüğünde bilinen bir işkenceci olarak şahitlerimiz tarafından teşhis edildi. 1969 Aralığında Paris’teki Avrupa Konseyi Başbakanlar Komitesi'ndeki kaotik bir toplantıdan sonra Yunanistan, Avrupa Konseyi’ni terk etmeye zorlandı. Yunan cunta delegasyonu, İskandinav ülkelerinin Yunanistan’ın üyeliğinin kaldırılmasına ilişkin yeterli destek sağladığını görünce, kendi rızasıyla konseyi terk etti. Yunanistan’da bu gün milli bayram olarak kabul edildi ve kutlandı. Bu şu anlama geliyordu: Artık Yunanistan, Avrupa’daki demokrasi ve insan hakları değerlerini korumaya, yüceltmeye adanmış bir organizasyonun üyesi değildir. Kıbrıs’ın o hararetli dönemlerini ise gene birebir yerinde yaşıyorsunuz… Kitabımda tarif ettiğim örneklere değinmeme izin verin. 15 Temmuz 1974 sabah erken saatlerde kiraladığım bir cipin içinde Lefkoşe’ye arkadaşlarımla buluşmaya gidiyordum. Ledra Place Oteli’nin yakınında Rum polisi beni durdurdu. Hemen öncesinde de yakından gelen silah sesleri duydum ve polise ne olduğunu sordum, yanıtı şuydu: "Burada durmanız ve otele sığınmanız en iyisi olur." Atina’da Ioannides cuntası tarafından Makarios’a karşı çoktandır yapılacak olan darbe başlamıştı ve duyduğum silah seslerinden yola çıkarak darbe hareketinin son hızla devam ettiğinin ayırdına varmış oldum. Birkaç gün sonra ateşkes sırasında adanın kuzey kısmına, Girne’ye gitmiştim. Geri dönüşte bir Türk asker beni durdurdu, diplomatik pasaportumu görünce dedi ki, "Eğer adada bir şey olursa şunu bilin ki, Türk kuvvetlerinin yanında güvende olursunuz." Sonra bana Girne’de işlerin nasıl gittiğini sorunca ben de her şeyin güvenli bir şekilde yol aldığını söyledim ona. Ertesi gün sabah erken saatlerde, yani 20 Temmuz 1974’te Türk birlikleri Girne’ye girdi. Acaba, Türk ordusuna farkında olmadan, buraya girmeleri için kilit bir bilgi mi vermiştim, bu ilginç bir düşünceydi. Fakat şuna eminim ki, bütün gerekli askeri planlama çoktan yapılmıştı. 1981’de Türkiye Büyükelçiliği!.. Güzel bir tanımınız var: "Bunca yıl çalıştıktan sonra kendi dükkânımı açmanın keyfi…" Biraz aralayalım bu cümleyi isterseniz? Başkaları için konuşmalar yazdığınızda, kendiniz karar vermek yerine başkaları adına bir şey yapma pozisyonunda olduğunuzda, kendi kendinizin patronuymuş gibi hissetmeye başlıyorsunuz. Bir Amerikan senatörüne son konuşma metnini yazan, yazdıktan sonra senatöre metni teslim eden biriymişim gibi hissettim kendimi. Senatör konuşmasını, büyük bir kalabalığın önünde okumadan önce her zaman olduğu gibi bir kere bile okumadan boş bir sayfaya geliyor ve boş sayfada sadece birkaç kelimelik oyalanıyor; şimdi tek başınasın, iyi şanslar! ? 873 SAYFA 5
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle