02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Gözleyişlerim, sezişlerim beni yanıltmıyorsa eğer, Muzaffer İlhan Erdost yazdığı kitaplardan çok “İlhan”la ilgili etkinlikleriyle, bir kardeş için duyulabilecek bu evrensel acıyı işleyiş biçimiyle tanınır oldu sanki. uluslaşmadan Sıvas’a, Çekiç Güç’ten Sevr dayatmasına anlam kazılarıyla örülü bu yapıtlarından yararlanmaya bakmalı onun. ŞAİR, YAZAR, ELEŞTİRMEN MUZAFFER ERDOST M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası T aylan Özgür, Hakan Şenyuva, daha kimler kimler için ailelerinin, dostlarının verdiği duyuruları okurum Cumhuriyet’te on yıllardır. Keser, bir köşeye koyarım. “Faili belli” cinayetleri, bunlarla karartılmak istenen ülkemiz geleceğini düşünür, yitirdiğimiz gencecik çocukların birer yakıcı fidan halinde kor gibi güçlü köklerle bize, biz yaşayanlara nasıl hâlâ can aşıladıklarını, ayakta durmakta katkı sağladıklarını getiririm gözlerimin önüne. İlhan Erdost da bu yiğitlerden. 7 Kasım gelmeden daha aklıma düşer. Ormanlaşmış ad kümesi Muzaffer İlhan Erdost’un yayına hazırladığı İlhan İlhan’ı açar, sayfalarını karıştırır, kahredici hüzünle, yanık bir tıkanmayla iç titreten o yazılara, dizelere, resimlere, çizgilere, fotoğraflara bakarım. Gittiği gibi duruyorcasına, durmuş da bakıyorcasına biraz yonutlaşmış, biraz da nakışlanmış güz yanışı halinde ışıldar İlhan, gömü taşı gibi ötesinde de Muzaffer… Muzaffer İlhan Erdost’u ilk kez okuyor değilim elbette. Ama Ahmet Yıldız, kimbilir kaçıncı yolculuğuma bir kutu lokumla koşmuşçasına çıkagelince elinde kitap paketi, ne yalan söylemeli göklere uçtum, kanayan bir yaranın fitili tutuşuk dinamit gibi. İlhan Erdost’un kurucusu olduğu Onur Yayınları ürünü bir demet kitap: İlhan İlhan (Genişletilmiş üçüncü basım,1995) Bir Fotoğrafa Altyazı / İki 7 Kasım (İkinci basım, 2000) Kanı Kanla Yıkamak/İnsan Hakları ve Türkiye (1994), Türkiye’nin Kararan Fotoğrafları (2003), Ulus, Uluslaşma, Demokratikleşme (1991), Sosyalizmi Seviyorum (2006), Hiç Ölmedim Ben (2006), Adam İçin Türevler (1990), Havada Kalan Güvercin (1990), Ey Karanlık Mavi Güneş (1990), İkinci Yeni Yazıları (1997), Üç Şair/Nâzım Hikmet, Cemal Süreya, Ahmed Arif (İkinci basım, 2004). Kitapları bu kadar değil onun, geride bir kucaklık kitabı daha var yayımlanmış. Ne ki gözleyişlerim, sezişlerim beni yanıltmıyorsa eğer, Muzaffer İlhan Erdost yazdığı kitaplardan çok “İlhan”la ilgili etkinlikleriyle, bir kardeş için duyulabilecek bu evrensel acıyı işleyiş biçimiyle tanınır oldu sanki. Böylesi acıyı yadsımanın, en hafif deyişle küçümsemenin olanağı var mı? İyi de Muzaffer İlhan Erdost’u ama, bu acıya hapsedip de kilitlemenin olanağı var mı peki? Sahi, kim o? İlhan’la İlhan’sız; yıldızlar gibi... İlhan’ın yanına gömdüler./Daha sonra doğan kardeşlerime ikisinin adını verdik.”(16) Bütün bunların ardından “İlhan acısı”, “insan acısı”na dönüşecektir onun: “Bu çığlık, bir kardeşin kardeşe çığlığı değil, bir kardeşin insanlığa çığlığıdır.” “Ülkede yayımlanan bütün sosyalist yayınlar ‘adına’ simgesel bir öldürümdür İlhan’ın öldürülmesi.” “Bizi karartamadılar ama, söndürüldü ülkenin ışıkları birer birer; ülke böyle böyle karanlığa girdi, karanlığa gömülüyor.” (Türkiye’nin Kararan Fotoğrafları, 15,17) Artık o bir eylemcidir. Ayağa kalkıp haykıracaktır: “…İnsan, tüm olarak insan oldu mu?” (Kanı Kanla Yıkamak, 14) “İşkence”yle “siyasal öldürüm”ün kuşatıcı zincirini kırmak gerekecektir öyleyse: “…Hiçbir kuralın tanınmadığı, vahşetin çağrısına çektiği ilkel insanı elde sopa coşturup saldırttığı, yabanıllığın doruğa çıktığı bir mağara zindanlığıdır Mamak.” “…12 Eylül’ün kültürü yoktur, olamaz da. İnsanal hiçbir özü, içeriği olmayan şeylerin kültürü olamaz da ondan. İşkencenin kültürü olamaz da ondan.” (80, 33, 34) “Siyasal cinayetlerin siyasal çözümü olmadığını söylemek, siyasetin, şiddetle ve dolayısıyla cinayetle sürdürülmesinde ısrar etmek demektir.””Siyaset yapmanın demokratik olanakları bulunmadığı zaman, kimileri, siyaseti, terör ile yapmaya yönelir.” (45, 49) Derken o haykırış: “Ülkemin toprağına gencecik insanların cesetleri yağacak./ Tabut yağacak./ Yağdığı topraktan ne fışkıracak?/ İşte daha büyük sorun, daha çetin soru bu.” (89) Evet o, bir eylemci, ama bir şair olarak “göğü, geceyi, yıldızları, hafif esen yelde kımıldayan yaprakları soluyor (hep)… Yıldızlar gibi tükenmeyecek olanı.” (97) “İLHAN”LI BİR EYLEMCİ OLARAK MUZAFFER Öldürümlerle değil de ölümlerle ilk tanışması anımsanmalı onun. İlhan’dan önce ilk İlhan’ı yitirişi var en başta: “Topumu almak için eve geldim. Kardeşim mangalın başına büzülmüştü. Kendisinden topumu istedim. Küçük, içi dolu lastik bir toptu. Boynunu bükerek kaybettiğini söyledi. Dövdüm kardeşimi. ‘Hastayım’ dedi kardeşim, ‘sonra bulurum’ diye yalvardı. Mangalın başında onu öyle ağlar bıraktım, çıktım.” (Adam İçin Türevler, 15) 5 Mayıs 1941’de, yani 17 Aralık 1944’te ikinci İlhan’ın doğumundan birkaç yıl önce ölüyor ilk İlhan. Derken onun küçüğü Fadime’yi yitirecektir çocukağabey Muzaffer İlhan Erdost: “Küçük kardeşim… dükkâna geldi. Orada kustu. İkindiye doğru küçük kardeşim öldü. Zehirlenmişti. Fadime’yi de CUMHURİYET KİTAP SAYI KURAMCI OLARAK MUZAFFER İLHAN ERDOST Muzaffer İlhan Erdost, bir laboratuvara alıp da inceliyorcasına kendisine dıştan bakabiliyor, bu yolda değerlendirmelere girişiyor. Sözgelimi aradan on yıllar geçtikten sonra gençliğinde verimlediği “eskiz”lerine yazdığı “Önü İçin Not”ta şunları söylüyor bize: “Bugünkü beni oluşturan dipte, şiir, öykü, eskiz de var. Orada devrimci ne var? Yalnızca yaşamın kendisi. Devrimin devrimcisi yok, teorisi yok, pratiği yok, yayını yok, bilinci yok, örgütü yok. Varsa da ben bilmiyorum. Bu yok’lar şimdi var ama, o günkü var’lar şimdi yok. Yani bu eskizleri şimdi yazmamın olanağı yok.” 873 “Bugün, bu yazılar, olsa olsa açığımı duyumsatabilir okura.” (Adam İçin…, 9) Arkasını şöyle getiriyor “Önsöz Yerine”de: “Bir şey daha: ne ozan olarak şiiri, ne öykücü olarak öyküyü, ne eleştirici olarak eleştiriyi, vb. denedim. Bir dalda uzmanlaşmak da benim işim değil. Yazdığım zaman, kendimi sunarım. Bazen birkaç şiir, bazen bir tek öykü, bazen hiçbir yazı türüne benzemeyen biriki şey. Yazdıklarım, beni bütünler mi pek sanmıyorum. Ama benim parçalarımdır. Değişirim. Düşüncelerimde bana göre önemli değişmeler olur. Değiştiğim zaman, yazdığım yazılar da az çok yazmış olayımdeğişir. Ben değiştikçe, öz kendiliğinden değişti; bazen öz, kendine uygun yeni biçimler getirdi. Şunu da içtenlikle söyleyeyim: ‘yazılarım’ filan derken, kendimi, edebiyatta yazar filan sandığım, böyle bir tutum takınmayı benimsediğim sanılmasın. Çeşitli şeyler yazdım, o kadar.” (12, 13) Oysa her ne türde olursa olsun, şiir işçiliği olan birinin anlatımını yansıtıyor Muzaffer İlhan Erdost’un yazdıkları. Nice yürek dağlayan, gönül karartan gerçeklikle karşılaşılsa da yazınsal tatlar salan metinler olarak çıkıyor çünkü bunlar karşımıza. İşte o zaman, eylemciliğini, kuramcılığını nerelerden beslenerek buralara getirebildiğini görüyorsunuz onun. Ama o, yine de alçakgönüllü bir tutum sürdürüyor. Sözgelimi inceliklerle örülü bir yazma sanatının ardılı olduğu halde bütün yaptığının yalnızca “uyarmak, bilgilendirmek, bilinçlendirmek” olduğunu söylüyor: “Amacım kalıcı olmak değil, akıp giden zaman içinde etkin olabilmek.” “Ülke ellerimizin arasından kayıp giderken kederlenmemek, acı duymamak elde mi?” (Hiç Ölmedim Ben, 9) “Sıvas kıyını”na yol açan bildirilere ulaşmak için bile “üç yıl uğraşmış” biri o. (127) Okurlar kadar şairler yazarlar da Doğrusu “Kitaplar Adası”nın bu sayıdaki bölümlerini sondan başlayarak okumak da olanaklı, hatta belki daha doğru; öyle ya ilkin Muzaffer İlhan Erdost’un şairliği, yazarlığı eleştirmenliğinden söz açmak gerekmez mi, sonra da onun kuramcılığına, eylemciliğine geçmek? Kuşkusuz kuşaktaşları, yani 1950 kuşağı şairleriyle yazarları, düşüncecileri onu çok iyi tanıyor, ne ki bu yönüyle yeterince tanıyanların öteki alanlarda onu gereğince tanıyıp tanımadıklarından pek emin değilim kendi payıma. Daha çok devrimci eylemlerle pişerek bugünlere gelen ya da toplumcu siyasayla içli dışlı yaşayanların da onu şair, yazar yanıyla tanıdıkları söylenemez herhalde. Bir de bu ikisinin dışında kalan kesim var, ne öyle ne böyle ya da biraz öyle biraz böyle; bunların da Muzaffer İlhan Erdost’u yerli yerine oturttuğunu söyleyebilmek güç olmalı. İşte o zaman herkesin bilmesi gereken yanının ilkin şairliği, yazarlığı olduğu söylenebilir bana göre; çünkü o, eylemciliğe de kuramcılığa da kendisinin pek severek kullandığı deyişle aktarırsak şairlik, yazarlık, eleştirmenlik “altlığı”ndan beslenerek sıçrıyor. Gerçekten de hem kuramcılığında hem eylemciliğinde yazarlık, eleştirmenlik yanının yöntemsel gücünü alıyor arkasına o. Sözgelimi yalnız denemelerini ya da kuramsal yazılarını değil en güç koşullarda serimlediği eylemci tutumunu, buna değgin yapılanmasını da bu yöntemsel güçle örüntülüyor. Yani diyeceğim, attığı her adımda, sergilediği davranışta, tutumunda, yazısında yazarlığından damıttığı bu güçten yararlanıyor, bu onun ikincil usu oluyor neredeyse. Ama herkesin bilip söylediği bir veri: “İkinci Yeni”nin ad babalığı! Yahu yazınımız adına başka hiç mi iş yapmamış bu adam? On altılarında, lisede öğrenciyken başladığı yazarlık serüveni, bir iki yıl içinde altmışıncı yıla dayanacak onun; altmış yıl boyunca süregelen bir yazarlık, dile kolay! Erdost’u anlayabilmek için, onun bir şair, yazar olarak şu satırlarıyla yüzleşmek gerekiyor ilkin: “Şiir yazardım, şairler beni aralarına almazdı; öykü yazardım öykücüler, kitaplarını ‘Eleştirmen M.Erdost’a’ imzalardı, eleştirmenler ise eleştirmen olarak tanımaktan kaçındılar.” (Hiç Ölmedim Ben, 50) Onun dilinden, biçeminden yansıyan yazınsal tutum şöyle özetlenebilir belki: 1. Gerek mantıkeleştiri boyutunda gerek sözcük seçiminde, tümce kuruluşlarında, sözdizimlerinde ortaya çıkan zorunluluk bağı, bundaki sıkılık; 2. Yazının, doğru çatılıp kurulması, ama bu arada mutlaka güzellik yansıtması gerektiği (Bunun için “yazı dinlendirilmeli”, “tortusu giderilmeli” [Üç Şair…, 11]; “on kez, yirmi kez yeniden okunmalı” [Hiç Ölmedim Ben, 48]), 3. Doğruyu kötü de olsa güzel anlatmak, ama kötüyü göstermek için abartıya kaçmamak. Hep şiirmişçesine kaleme alıyor her ne yazıyorsa Muzaffer İlhan Erdost. Ötesinde şairlerle yazarlara yakışacak bir tutumla kimileyin sözcük üretiyor kimileyin de diriltmeye girişiyor. İşte bir iki örnek: sinlik, ökerme, sığınık, dolukmak, alkarı, kıyın, güdekçi vb. Ne diyor Muzaffer İlhan Erdost? “…Her yazar, gizleri bulgulamaya çıktığında, biraz da kendi gizini açımlar.” (Hiç Ölmedim Ben, 235) Okuma yazmanız varsa, hele de yurdu, insanını, taşını toprağını, havasını suyunu seviyorsanız okuyun bu kitapları! Yoksulluğunuza varsıllık, insan’lığınıza insanlık katılsın! Hızardan geçirilip istiflenmişçesine durmayın öyle oralarda bir yerde! ? SAYFA 29
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle