24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? kanını dondurur. Yara’daki kızların hamisi böyledir, kurduğu zevk krallığının anasıdır. 69 salonundaki sabah vaazlarının, uyandırma törenlerinin konusu zevk ve acıyla, bu iki kankayla ilgilidir çoğu kere. Gece Gülüşü’nde söylediğim, “erotizmde erkek zekâsı yoktur ya da çok azdır, nedense hep çekiniktirler” sözü Yara’da tekrar dirilmiştir sanki. Erotik zekâ fantezi gücü demektir, beklenmeyeni kurma yeteneğidir bir ölçüde. Şimdi bunlar böyle, romanlar sonsuz derecede düşünüşe açıktır, güzellikleri ve görkemleri buradan gelir zaten. Yolun sonsuz derecede açık tutulması gerekir, inancım böyle, gerisi boş. YAZAR VE FAHİŞE VERİR Son romanınız “Yara”ya gelelim. Romanın iki kahramanı da geleneksel değil. İki kadın kahramandan Elem Pomak bir yazar, Şebboy ise fahişe. Fakat ne Elem bildiğimiz yazarlardan, ne de Şebboy bildiğimiz fahişelerden. Romanlardan tanıdığımız geleneksel karakterlere de benzemiyorlar. Zaten sizin bütün romanlarınızdaki tipler, kullanılan geleneksel kadın tiplerinden farklı. Burada yazar ve fahişe karakterlerinin seçimi bilinçli mi? Neden bu iki mesleği seçtiniz. Neden tipler bu romanda da geleneksel değil. Yara’daki karakterleri bilinçli seçtim, yazar Elem Pomak da fahişe Şebboy da bilinçli seçildi. Esasında çok da açık nedenleri var, yazar da fahişe de ‘vermek’ için yaratılmıştır. Romanın başında Baykuş Anne bu mevzuya değinir, sanat ve vermek hakkında konuşur, fakat kendilerini gene de sanatçı olarak ilan etmez. Kim daha fazla lanetlenmiştir, yazar mı, fahişe mi. Bunu okuyucu bulsun isterim. Kabul edelim ki, yazar dünyadaki en açık insandır, kalbinin odalarını kilitli tutmayı bilmeyen biridir, Elem Pomak böyle söyler küçük fahişeye. Fahişe dinler, fakat onun da kilitlerden haberi yoktur. Açık olan insan yaralanmaya en müsait insandır, yazar bunu aptallık olarak görür, fakat bu en çok yazgının işidir, yapacak bir şey yoktur. Zaten bunun için kendisi de ‘küçük aptal bir yazar’dır. Yazmak daima soyunmakla ilgilidir, çıplak kalmakla, bu seçimle ilgili olmakla beraber, bence daha çok yaratılışla ilgilidir. Ama ne olursa olsun sonuçta her şey ‘vermeye’ dayanır. Yani yazarla fahişe ettırnak gibidir. Yazarın gerçek kız kardeşi fahişelerdir, genel olarak Baykuş Anne’nin Yuvası’ndaki kızların hepsi. Bunun dışında öteki kardeş de delilerdir, gözlerinden yaş akan deliler. Yazar ve fahişenin arasında suç ortaklığı vardır daima. Erkekle kadının ne olduğu bilgisine fahişeler sahiptir, iki cinsle de temasa girebilmeleri onları gözü açık tutar. Zevkin intikamı meşru olmayan hamileliktir (meşru olan bizi ilgilendirmez, meşru olanda bir mesele yoktur) hayata getirmek ve getirmemek asıl manasına zevk yuvasında kavuşmaz mı. Yaşamın kaynağı, kızların, fahişelerin ve yazarın elindedir. Fakat düzene karşı gelmenin intikamı kadar şiddetli bir şey yoktur. Yazar da fahişe de geleneksel değil diyorsunuz, onlar geleneksel olamaz, radikal olmak zorundalar, bu eşyanın tabiatı kadar açık bir şey. Her şeyi örtbas etme yetenekleri olsaydı geleneksel olurlardı, saklamak, sünger çekmek ve ağlaklık tutturmak geleneksele girerdi, herkes de halinden memnun olurdu. İnsan yazarken ne hallere düşüyor. Fahişeleri sadece seks makineleri olarak görmüş olsaydım (genel bakış açısı ne SAYFA 16 yazık ki budur) çok şeyi kaçırmış olacaktım, ama tabii büyük düzen herkesi makineler yapmayı kafasına koymuştur, işleyişi buna bağlıdır. Ben makine gibi işleyen düzene karşı koyuyorum, geleneksel olmayan karakterlerim gelenekseli bombalıyor çünkü. Geleneksel olan, yeniliğe kapalı olan düşman gibidir. Sonsuz bunaltımız da zaten oradan gelmiyor mu. Yara’da şöyle denir: “Her şey erkeğin zevkine göre düzenlenmişti, mükemmel denen doğa yasasının işleyebilmesi bu eşitsizliğe bağlıydı, elimden gelse bu beylik düzeni altüst ederdim. İşte böyle bilinen bu beylik düzeni, cinsel düzeni altüst edecek tek insan kadındır. Hele yarası deşildiğinde... Kanın anlamını bilen tek varlık kadındır. Evet Yara eski yasalardan hoşlanmaz. Baykuş Anne 69 salonunda kızları boşuna uyandırmaya kalkmaz, uyandırma tö Semra Topal’ın ‘Yara’sı, ironiyle, acıyla, alayla, sersemletici gülüşle dolu. renlerinde insanlığın kökeniyle, cinselliğin özüyle ilgili her şeyi bulabiliriz. Benim için bunları yazmak kolay olmadı, kutlu törenlerin uğultusunda bir alay kız, bir alay yara. KADININ CİNSELLİĞİNDEN KORKULUR Son kitabınızı okurken, dünyanın ölüm ve cinsellikten ibaret olduğunu düşünüyor insan. Böyle düşününce de kadın bedeni romanda önemli oluyor. Dünya böyle midir? Doğuştan “yara”lanmalara açık mıdır kadın bedeni? Elbette Yara daima açıktır, bununla birlikte yaşanır. Dünyaya gelmemizin nedeni cinselliktir, ama cinsellik sadece hayatın nedeni değildir, ölümü de içine alır. Kadının verdiği hiçbir hayat sonsuz değildir, bu yüzden kadın uğursuz bir güç olarak da nitelenir ve korkulur ondan. Kadının cinselliğinden korkulmuştur hep, gerçekten korkunun ve iğrencin konusu değil mi. Durum bu derece açık olduğundan cinselliğin bütün sonuçlarını kadın üstlenmiş gibidir. Ben dünya eşsiz bir kapandır derken, rahmi de düşündüm hep, içine düştüğümüz rahim, ilk oluştuğumuz yer, ana rahmi de tıpkı dünya gibi bir kapandır. Bizler sadece ölümü bulacağımız bir hayata doğarız, nereden çıkarız yeryüzüne? Ama kanlı yaralardan çıkamadığımızda asıl trajedi başlar. İşte yaralanmak budur, hayat için tasarlanan cinsel organdan hayata gelememektir bir türlü. Ana rahmine düşmek, fakat çıkamamak. Baykuş Anne Şebboy’a neden kadınlığın teferruatından uzak duruyorsun, dediğinde bu doğurmamaktı asıl demek istediği. Kadınlar toplumda doğurma makinelerinden başka bir şey mi, yaraları neslin devamı için, insan üretmek için gerekli değil mi. Yaraları cinsellik siyasetlerinin asıl konusu değil mi, devletin burnunu soktuğu yer değil mi, bütün bunları söylemek istiyordu Baykuş Anne. Şebboy’un dağlanması da boşuna değildir, dağlama töreninde, kolundan tam da aşısının üstünden bir embriyon damgasıyla dağlanması boşuna değildir. Şebboy’un koluna, devletin vurduğu sağlık izinin üstüne, fahişelerin anası embriyonu basar. Asıl çıkmaması gereken iz budur. Bir anlamda yarayı iktidarın bir yerine basar kızgın demiriyle. Bütün bunların törensellik içinde olması gerekiyordu ve öyle oldu. Bu konuların beni çıldırtacağı anlara kadar geldim, kaçamıyordum da, sürekli yazmaya itiliyordum. Elem Pomak gibi kimseden yardım da alamıyordum (ne münasebet), beni kim anlar, kim anlamaz bilemiyordum bile. Sizce kadınlar gerçekten “yara”ları ile mi doğarlar. Toplumsal “yara”lardan daha çok etkilendiği bir gerçek. Bu yaraların kaynağı, doğarken sahip oldukları yara mı? Yoksa, onları bekleyen “yara” dolu bir topluma mı gözlerini açıyorlar, ne dersiniz? Hepsi aynı anda vardır, hiçbir şey toplumdan bağımsız olamaz ki. Dünya bomboş değil, kuralların ve siyasetlerin hayatları belirlediği bir yer. Foucault’nun incelediği ve dile getirdiği gibi, yaşam bir iktidar nesnesi haline geldi, yaşamın kendisi. Yaşam ve beden. İktidar eskiden olduğu gibi hukuksal olanla ilgilenmiyor, hayat ve beden gibi gerçek nesnelerin peşinde artık. Yani benim deyişimle, biz eskisinden daha çok kapanın içindeyiz, kapanın içinde daha çok özgürleşildiği ise tamamen bir yanılsama. Bu özgürlük söylemleri arttıkça, özgürleşmediğimiz çıkıyor ortaya, daha çok sıkıştığımızı görüyorum ben. Hatta ki, gittikçe artan basınçtan, toptan bir patlama olacakmış gibime geliyor, yani boom! Bir anlamı var mı? Erkekler artık spermden başka bir şey değil, bedenleri kontrol eden iktidar, bugün tabii ki spermleri de kontrol edecek. Beden dediğimizde, siyasetin alanına girdiğimizi bilmeliyiz. Bedenler, bedensel sıvılar, atıklar, yani bedenden çıkan her şey, hele hele bedenden çıkan canlı insan iktidarları doğrudan ilgilendirir. Cenin ana rahmine düştüğünde iktidarların eline geçmiş bir nesne olur. Bundan kaçış yok. KIZLAR DÜNYAYI İYİ KAVRAR Kadın hayat veren organıyla erkeklerden ayrılıyor. Romanındaki adıyla “Yara”sıyla hayat veriyor. Fakat romanınızı okuduktan sonra kadının cinselliğinden, “yara”sından nefret edebileceğini düşündünüz mü? Çünkü cehenneme gi den yol “yara”dan geçiyor. İşte kadın bunun için zaten bir sanatçı. Tanrı istediği kadar ona bir şey vermemekte diretmiş olsun, “yara”sıyla sanatçı mertebesine çıkmıştır kadın. Böyle de komik bir durum var. Kitapta kızlara, “kızlar dünyayı fizikçilerden ve ilahiyatçılardan daha iyi kavrıyorsunuz siz” denir. Doğru bir şey bu. Bunun yanında kadın kadar cehennemi bilecek varlık yoktur, erkeklerden geçinmeyen kadınlar bunu çok iyi bilir. Benim değer verdiğim bir mesele de bağımsızlıktır çünkü. Nefrete gelince, yaradan nefrete gerek yok, kendimizi sevmek zorundayız. Bedenimiz bizim hem gerçeğimiz hem de gizemimiz. Yaşadığımız müddetçe, ölüme kadar cinselliğe ve dışarıya açık olacağız. Bir ölü olduğumuzda, madde olarak bir ölü olduğumuzda iletişim, zevk ve acı bitmiş olacak, her şey bitmiş olacak. “Küçüğüm, küçük aptal bir yazarsan başına gelecekleri önceden bilirsin, Zen ustası, Buda rahipleri, Mevlevi dervişleri, bu tip aydınlanmacılara bile parmak ısırtacak bir iç görüdür dediğim şey” Sizce hangisi? Yazar bir aptal mıdır, yoksa öngörüsü en yüksek insan mı? Yoksa her ikisi de mi? Elem Pomak ‘küçük aptal bir yazar’dır, fakat bu bütün bilicilerden, zen ustalarından, rahiplerden, dervişlerden daha bilici olduğu anlamına da gelir. Aptal her şeyi görür, eğitimi saygıdeğer bilicilerden daha aşağı değildir ki. Bir hayvanın dikkatini taşıdığından emindi denir onun için, küçüklüğünden beri böyledir, yani tuhaf bir yaratıktır. Bir bahar ağaççığının altında okul çantasının üstünde otururken her şeyi anlamıştır, insanüstü bir durum, fakat nadir de olsa gerçekleşiyor. Bu olay, yani gerçeği görme, insanı aptallaştırır. Delilerin neyin sırrına erdiğini, deli olmadan bilebilir miyiz, bilgiye ulaşmanın bedavadan olduğu görülmüş mü. Bunun sonunda mutlaka bir iz taşıyacaksın. Beden acının bütün izlerini taşır. Acının ve yazgının. Yara elbette ironiyle dolu, acıyla, alayla, sersemletici gülüşle. Kitapta her şey sınıra kadar gider, bunlar tabii ki akıllıca şeyler değildir. Akıllı olduğunu niye iddia etsin, bunun yanından geçmez. Sonuçta öngörü dediğimiz şeylerle bile dalga geçilmiyor mu, acı insanı sersemletir. En iyi kafa buldurucudur acı, bu bilgiyi hiç unutmamak gerekir. Yüce yazar diye bir şey yoktur, belirsiz bir tahtta oturan erişilmez bir hazret değildir o, aşağıya inmiştir, düşmüştür Yara’da yazar. Tam da mevzunun ortasındadır, ateş, cehennem neyse o yazarımızı da yakmıştır. Kapanın dışında değil bizzat içindedir küçük aptal. Şebboy’la, kızlarla birlikte aynı kapanın içindedir, bütün hemcinsleriyle. Yara gibi bir kitap tabii ki başka türlü yazılamayacaktı. İnsan öngörülerle yaşayamaz, aptallık da gerekir. Elem Pomak’ın dediği gibi, bazen en gerçek şey en aptal ağızdan çıkar. Sanatsal olan da böyle bir şey değil mi. Bilgiçlik iticidir, ve ben asla itici bir roman yazmak istemem. Hele tema cinsellik gibi çok netameli bir şeyse elbette, daha oyuncu olmak zorundayız. Hayat veren kadın bedeni bizi ölümün önüne bırakacaktır daima. Kolay kaldırılamayacak bir mevzudur bu, önünde kukumavlar gibi düşünüp kalırız. Ölüm akılla ve akıllı olmakla bir araya gelebiliyor mu? ? Yara/ Semra Topal/ Agora Kitaplığı/ 150 s. KİTAP SAYI 873 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle