04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

İkimiz de Seni Çok Seviyoruz Eve Montanarı, Kidz Redhouse (SEV Yayıncılık Eğitim), 2006, 30 sayfa Türkçeleştiren Esin Güngör (4+ yaş) Yıldız’ın babası Güneş ve annesi de Ay’dır. Annesi ve babası gerçekten de gece ve gündüz gibi birbirlerinden farklıdır. Bir türlü bir konuda uzlaşamazlar, sürekli tartışır dururlar. Onlar tartışmaya başlar başlamaz Yıldız hemen araya girer, onlara nasıl tanıştıklarını sorar. Kuaför olan anne Ay “Biz birbirimize âşık olduk... Çünkü onu, saçındaki fazlalıklardan kurtarabilen tek kişi bendim” der. “Hayır!”, der baba Güneş. “Onun kalbini gerçekten aydınlatabilen tek kişi ben olduğum için âşık olduk biz.” Yani biri siyah der, öteki beyaz. Yıldız kime inanacağını şaşırır. “Kime inanmalıyım? İkisi de aynı hikâyeyi anlatıyor. İkisi de farklı sözcüklerle haklı olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Tıpkı tartışırken yaptıkları gibi. İlk buluşmalarında bile tartışmışlar” (s.26) diye düşünür. Galakside dolaşmaya çıktıklarında bile anne Ay Samanyolu’nu görmek istemiştir. Baba Güneş ise Satürn halkasını... Ay ve Güneş’in yıldızları izlerken bile uzlaşmaları imkânsızdır. Çünkü baba Güneş büyük yıldızları sever, anne Ay ise küçük yıldızları. Yıldız’ın anne ve babası sadece bir tek konuda aynı fikirdedir. Bu konu ne olabilir? Elbette çocukları Yıldız. Ona, “Bizim şahane, bizim güzel, bizim en parlak yıldızımız sensin” derler ve başına bir öpücük kondururlar. Sevginin ve paylaşımın evrenin sonsuzluğu içinde anlatılması, bireysel farklılıkların “Güneş” ve “Ay” kavramları ile somutlaştırılması ve Yıldız’ın bir uzlaşmadan doğması, çocukların çevreyi henüz tanımaya başladıkları yaşlarda minicik akıllarında belirebilecek birçok soruya cevap olacak. Eva Montanari’nin hem yazdığı hem de resimlediği öyküde Yıldız’ın pırıltısı büyük küçük herkesi aydınlatacak. Sadece, “İkimiz de Seni Çok Seviyoruz” öyküsünden değil, “Kidz’in “Sihirli Sayfalar” serisindeki diğer kitaplardan da pırıltılar yükseliyor. Montanari’nin diğer kitabı “Kalebozan Karlo” ise kumsalda arkadaşlarının yaptıkları kumdan kaleleri bozan Karlo’nun öyküsünü anlatıyor. Karlo, kumsalda oynayan çocukları izleyen, kumdan kalelerini yapmayı bitiren çocukların sevinmesine fırsat bırakmadan kalelerin üstüne atlayıp onları yerle bir eden bir çocuktur. Kumsaldaki çocuklar Karlo’yu pek sevmezler. “Hayır, olamaz! Kalebozan Karlo geliyoor!” diye bağıran çocuklar daha cümlelerini bitiremeden SİHİRLİ DEĞNEK Çocuklar İçin Kitaplar Hazırlayan: Nilay Yılmaz Karlo onların eserlerini yerle bir eder. Karlo, kumsalda büyüklerin çocukların yaptığı kumdan kalelere bakmasına, onlara hayran olmasına tahammül edemez. Bir gün İspanyol çocuk Sebastian’ın ülkesinin mimari örneği olan Sagrada Familia’yı kumdan inşa etmesi ve kumsaldaki bütün turistlerin onun etrafında toplanması, hayranlıkla Sebastian’a ve kumdan eserine bakmaları, ardından da diğer çocukların kendi ülkelerindeki Sfenks ve Çin Seddi gibi mimari örnekleri kumla yapmaya çalışmaları Karlo’yu çılgına çevirir. Tüm gücüyle bütün eserleri yerle bir eden Karlo’ya bu kez çocuklar kızmaz, bağırmaz. Büyük küçük herkes şaşkınlık içinde ona bakar. Karlo, sessiz kalabalığın ortasında öylece kalakalır. Kalabalıktan kaçarak uzaklaşır. Koşar, koşar, koşar... Babasının bacaklarına çarpana kadar koşar. “Dur bakalım!” der Karlo’nun babası yumuşak bir sesle. “Niye sürekli diğer çocukların kalelerini yıkıyorsun? Bu şekilde arkadaş edinemezsin.” Karlo babasının omuzlarında eve doğru ilerlerken yol boyunca kendi kendine düşünür... Karlo ertesi günü ne yapar dersiniz? Elbette, yıktığı bütün eserleri yeniden kumdan inşa eder. Sonra da kendi ülkesinin mimari harikalarından biri olan Pisa Kulesi’ni yapar. Herkes Karlo’nın çevresini sarar, onu alkışlar, bu kez tezahüratlar Karlo içindir. Koşarak kalabalıktan uzaklaşır. Karlo kalabalık içinde onu alkışlayan babasına çarpana kadar koşar. “Kalebozan Karlo”nun ismi artık “Kaleyapan Karlo”ya dönüşmüştür. Karlo’nun öyküsü kumsaldan yükselen sıcacık güneşli bir öykü. Karlo’nun hareketleri “çocukları”, Karlo’nun babasının oğluna yaklaşımı da “yetişkinleri” düşündüreceğe benziyor. Montanarı’nın sadece yazdıkları değil çizdikleri de sıcacık. Pek çok ödülün sahibi olan Montanarı’nın çizimlerinde “çocuk bakışı” dikkati çekiyor. Öykülerindeki çocukların çevrelerindeki her şey devasa büyüklükte. Karlo’nun öyküsündeki çizimlerde yetişkinlerin sadece bacaklarının görünmesi, çocukların bu bacaklar arasında betimlenen yaşamları hem gerçekçi hem de eğlenceli bir bakış açısı sunmuş öyküye. Redhouse, “Kidz” ile çocuk yazınına da gülümsüyor. Gidilecek yol uzun. İlk adımı atmak kolay ancak yol boyunca emin adımlarla yürümek zor. Kidz, ilk adımını atmadan önce çok düşünmüş. Sekiz kitabın her sayfası yazarların, çizerlerin, psikologların, editörlerin, tasarımcıların ve matbaa sorumlularının uyum içinde çalışmalarının pırıltılarını yansıtıyor. Davranış Bilimleri Enstitüsü (DBE) ile çalışan Kidz’in öyküleri ve öykülerin çizimleri psikologlar tarafından incelenmiş. Her kitapta DBE’nin belgesi var. Kidz, yetişkinlerin de okuması için bir kitapçık yayımlamış. “Çocuklara Kitabı Sevdirmenin Yolları”nı anlatan bu kitapçıkta her yaşın özelliklerine uygun olan kitapların içerik ve format özellikleri açıklanıyor... Kidz, Ezop masallarının İngilizce baskısı ile hem anadili İngilizce olan hem de İngilizce öğrenmeye henüz başlayan çocuklara da sesleniyor. Kidz’in sihirli sayfalarıyla tanışmak isteyenler için: “Çilli”, Marisa Nunez, Helga Bansch (3+ yaş) “Diş Gıcırtadan Cadı”, Tina Meroto, Maurizo A.C. Quarello (6+ yaş) “Canını En Çok Ne Yakar”, Paco Livan (6+ yaş) “Ay’daki Adam”, Simon Bertram (5+ yaş) “İdil’in Dağınık Saç Günü”, Shane McG (3+ yaş) “Dodo’nun Komik Karışımları”, Eva Montanari (4+ yaş) MEKTUBUNUZ VAR! “Çiko – İmdat, Bir Bebek!”, Angela SommerBodenburg, Say Yayınları Birinci baskı: 2003, (812 yaş) www.zargan.com ilgilisine: İnternette İgilizceTürkçe sözlük olarak en populer sayfa sizinki diye, “trüfel” söz cüğünü girip aradım, yok! Sonra hatırladım ki, “Çiko” adlı kitabın orijinali Almanca. O zaman “altavista.com” sayfasına girdim, yok. Türkçe sözlükte ise zaten yok. E ama nerden bulacağız bu sözcüğün anlamını? Okuduğum bir kitapta, neredeyse her sayfasında “trüfel” sözcüğü geçiyor. Tamam, çikolatayla ilgili bir şey, ama ne? Nasıl bulacağım? Yazarı da, yayıncısı da bu sözcüğü bir sır gibi gizlemiş sanki okurundan. Ama ben inatla aradım buldum! Türkçe’de kullanılan bir sözcük değilmiş meğer, o yüzden sözlüklerde yok. Biriki pastanenin özel mönüsünde kullanılıyor, o da “trüfel” olarak değil de, “trüff” olarak geçiyor. Hatta bir gazetenin 13.08.2005 tarihli bir sayısında, “kremalı likörlü truff”lerden söz ediliyor. Trüfel’in ne olduğu ise bilinmiyor! Okuduğum kitap, dedim ya, neredeyse her sayfasında trüfelden söz ederek iştahımı kabarttığı için, neredeyse kitabın konusunu kaçırmak üzereydim! Üstelik kitabın hiçbir yerinde tarifi, açıklaması olmayan, bilmediğim bir tatlının peşindeydim… Neden mi? Kitabın kahramanı Çiko, “trüfel” denen şeyi pek seviyordu. Varsa yoksa trüfel… Konu mu? Konu şöyle: Bayan Karga’nın (Tobi ve Juli’nin anneleri) bebeği olur. Saint Bernard cinsi bir köpek olan Çiko da ailenin bir üyesidir. Ama eve bebek gelince, zarar vereceği endişesiyle, annebaba tarafından bebeğe yaklaşması yasaklanır. Tabii, Tobi buna çok üzülür. Haaa, söylemeyi unuttum değil mi? Çiko konuşan bir köpektir. Ama kimse bu duruma inanmaz, Tobi’nin karnından konuştuğunu sanır. Tobi’den başka yalnızca abla Juli bilir gerçeği. Ama kitabın sonunda, Çiko’nun gerçekten konuştuğu anlaşılır. Herkes çok şaşırır ve onun bir yapımcının dikkatini çekip Hollywood yıldızı olabileceğini düşünürler. Haa, yine unuttum değil mi… Çiko’nun, nasıl anne ile babanın gözüne tekrar girdiğini anlatmadım. Yok, konuşan bir köpek olduğu için değil. Başka bir nedenden… Aslında orasını anlatmasam daha iyi, sürpriz kalsın. Çok karışık anlattım ama, nedeni benim kafamın karışıklığı; yoksa inanın aslında çok sade bir öykü, çok çok sade. Belki bir trüfel yesem… Çiko bile benden şanslı! Aytül Akal g BİR GÜN... * Çocuk kitabı yayımlayan bütün yayınevlerinin bir editörü ve psikoloğu olacak.? nin, kertenkelenin, fındıkfaresinin, bebek filin… uykuları da tabelacının yalancı levhalarına inanıp kaçıyorlar. Tabelacı, bütün bu yaramaz uykuları boya kutularına hapsediyor. Tabelacının küçük köpeklere nasıl bir kötülük yaptığını, ayı Hülya Soyşekerci yavrusunun ve diğerlerinin uykularına kavuşup kavuşamayacaklarını kitabın ilerleyen sayfalarında öğreniyoruz… Bir “At Yavrusunun Uykusu Nereye Kaçtı?” de, haksızlık yapan, zorba, acımasız bir şişman adamın Z. Suna Dölek, TUDEM Kültür Yayınları, Eylül 2006, kötülükleri de ekleniyor masal olayının içine. Ayı yavrusu 64 sayfa. Resimleyen: Sedat Girgin, (9 + yaş) ve diğerlerinin uykularına kavuşabilmelerinin asıl bu adaMinik bir yavru ayının uykusunun nereye kaçtığını öğren ma bağlı olduğunu görüyoruz... Sonuçta, ayı yavrusunun mek ister misiniz? Bu masalda, ayı yavrusunun uykusunun kaçan uykusunun ardından ormanın derinliklerinde bir “ceayaklanıp yürümesini ve kaçıp gitmesini; çaresiz kalan mi saret yolculuğu”na çıkması, bu masalın temel kurgusunu oluşturuyor. nik ayının, kaçan uykunun ardından yollara düşmesini ve Masalda, betimlemelerin güzelliği dikkati çekiyor. Karın bir serüvene atılmasını ilgiyle okuyoruz. “Uykusu kaçmak” deyiminin çocuk evreni içindeki ışıltılı rengini, kokusunu, tadını duyumsuyoruz sanki. Uyuması serüveni ve meraklı anlamları üzerine temelleniyor bu ma gereken kış mevsiminde, yavru ayı zorlu bir serüvenin içine giriyor. Masalda, konuşmaların yer yer ince mizah unsal. Çocuklar, soyut kavramları dönüştürüm yaparak; somutlaştırarak alımlarlar kendi düşünce dünyalarında. Oyu surlarıyla örülmesi okunanlara ayrı bir tat kazandırıyor. Satırlardan arada bir gülücükler dökülüyor. Mizahın ironiye nu çok sever çocuklar. Düş güçleri öyle farklıdır, bakışları öyle değişiktir ki bu arada büyüklere pek sezdirmeden dil dönüştüğü derinlik noktalarıyla da karşılaşıyoruz. Cesarele de oynarlar. Çocuklar, sözcüklere yeni anlamlar giydirir tin zorbalığı yendiği bu masalda, özellikle Prof. Baykuş’un felsefi sözleri, olasılıklar dünyasının sonsuzluğunu imleler, tıpkı oyuncak bir bebekle oynar gibi… Dilin içindeki mekte: “Aslında her şey tatlı bir rüya olabilir. Neyin gerçek, söz oyunları, çocuk dünyasında sanki birer düşünce uçurtmasıdırlar. Bunlar, yeni anlam bulutlarının arasında neyin rüya olduğunu nereden bilebiliriz ki? Ya gerçekler sürekli dans ederler. Bu masalın anlam dünyasının içinde, rüyaysa ve rüyalar da gerçekse?Ya hepimiz bir rüyada yaayı yavrusunun sevimli uykusu da yaramazca “kaçıp” gidi şıyorsak? Diyelim, bir… bir küçük TIRTILIN rüyasıysak heyor… pimiz? Ya da… Ya bütün evren bir ÇAY KAŞIĞININ içinde Söz dinlemez uyku, minik köpeklerine yaptığı kötülük yüzüyorsa? Hiç düşündünüz mü?” (s.3536) Ama ayı yavnedeniyle uykusu kaçan bir tabelacının hazırladığı yön lev rusu gerçekçidir ve pratik çözümlerden yanadır: “Kimin rühalarının çağrısına uyup kaçıyor. Levhalar onu “Tatlı Rüya yasında olursak olalım, şimdi çok mutsuzuz. Ve evren nelar Sirki”ne yönlendiriyor. Bu arada yalnızca ayı yavrusuyin içinde yüzerse yüzsün, bizim YİNE DE uykularımızı bulnun değil; yavru kaplumbağanın, rengeyiğinin, dağ keçisi mamız gerek.” (s.36) Kötü adama engel olmasını isteyince KONUK SİHİRLİ DEĞNEK Prof. Baykuş şöyle der ona: “Ben böyle işlere karışmam. Ben sadece düşünürüm.” Ayıcık şunları geçirir aklından: “Hiçbir şey yapamayacaksa, düşünmesinin ne anlamı var ki? İnsan ne yapacağına karar vermek için düşünür. Bir şey yapamayacaksa düşünmese de olur.” (s.37) Çözüm üretmeyen, yaşama yönelik olmayan kuramsal bilginin anlamsızlığı vurgulanıyor böylelikle… Bu masalda iletiler metne başarıyla özümsetilmiş. Sözcükler dikkatle seçilerek etkili atmosferler oluşturulmuş: “ Bilirsiniz ya, başı bulutlara kadar yükselen karanlık, hüzün dolu ağaçlardır serviler. Böyle rüzgârlı bir akşamda, böyle ıssız bir yerde korkutucu olabilirler.” (s.39) Okura seslenen bir masal anlatıcısı, birçok yerde varlığını sezdiriyor. Anlatıcının canlı sesi sürekli olarak masalın arka planında duyulmakta… İki yetenekli sanatçı el ele vermişler ve bu masal kitabını yaratmışlar. Biri sözcüklere renk katmış; diğeri de renkleri dillendirmiş. Bir ilk kitap böyle bir ortak çalışmayla gerçekleşmiş. Masal metni Z. Suna Dölek’e; resimler de Sedat Girgin’e ait. Z.Suna Dölek, dil ve anlatım yeteneğini, düş dünyasıyla ve mizah pırıltılarıyla bütünleyerek yazmış bu ilk yapıtını. Sedat Girgin’in resimleri, masalla iyi kaynaşan, pastel ve canlı renklerin uyumu gözetilerek oluşturulmuş hareketli sulu boya çalışmaları olarak göz dolduruyor. “Ayı Yavrusunun Uykusu Nereye Kaçtı?” çocukları görsel güzellikler evrenine yönlendiren resimlerle dolu. Ayı yavrusu ve arkadaşları, uykularına kavuşacaklar mı? Yaşam gerçekten bir düş mü? Düş ve gerçekler bir noktada buluşabilirler mi? Çocuk okurların kitapta bu soruların yanıtlarıyla buluşması, onların duygudüşüncedüş evrenine yeni açılımlar kazandıracak… Çünkü “Ayı Yavrusunun Uykusu Nereye Kaçtı?” kitabına damgasını vuran gerçeğin tek adı var; o da yaratıcılık… ? SAYFA 32 CUMHURİYET KİTAP SAYI 876
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle