05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? giderek “çağdaş baskılara” karşı psikoterapist adını alan yeni bir doktor türünün ortaya çıkışının da bu dönemlere rastladığını anlatır. Yani yirminci yüzyılın başlarında, kapitalizmin iyice hız kazandığı dönemde, gerek askeri çevrede gerekse normal yaşamda ruhsal rahatsızlık yönündeki semptomlar arasında bir paralellik var gibidir. Diğer bir yandan da, savaş sektörü gelişmektedir. Ancak, dünün, yani bir yüzyıl öncesinin savaşan askerlerini motive eden değerlerle bugünün değerleri aynı olmayacaktır. ‘Mertlik’, ‘Erkeklik’ değerleriyle donatılmış dünün askerlerini, yaşamın hangi boşlukları yönlendirmiştir diye de sorulabilir. Bu anlamda olmasa da, askeri otoriteler de tartışma içindedir, bunlardan bazıları Fransız psikolog Le Bon’un 1870 Paris Komünü boyunca kitle davranışıyla ilgili, “bireyin kalabalıkta olduğu gibi savaşta da nefsini koruma konusunda rasyonel gücünü yitirdiği ve kalabalığın irrasyonel kolektif zihniyetine teslim” olduğu fikrini tartışır. Askerlik, mertlik, cesaret ve özdenetim olarak değer görürken, İngiliz toplumu savaşı, “erkekliğin tarifi” olarak ifade eder. Erkek egemenliği kültü sanayinin gelişmesiyle birlikte farklı anlamlara bürünecektir; mertliğin, erkekliğin ve özdenetimin toplumsal baskı ve riyakârlıkla eşdeğer hale gelmesinde sömürgelerin de payı olurken, toplumdaki ikiyüzlülük, savaş alanlarında “sinirsel ve ruhsal şok”a giren askerlerin durumunu belirleyecektir ‘PSİKOLOJİK SAVAŞ’ Sinir Savaşı, psikiyatrinin, sorunların en yoğun olduğu alanlarda geliştiğini direkt söylemese de, kolaylıkla böyle bir çıkarsama yapabiliriz. Çünkü 1. Dünya Savaşı’ndan itibaren günümüze kadar gelen savaşlarda tıp diliyle patolojik insan (asker) tipleri, hiç de yabancısı olduğumuz konular değil. Garip olan, aynı patolojileri hiç savaşa katılmadığı halde, normal yaşamdaki insanlarda da görmemiz. Oysa ki, kitapta anlatılan askerlerin semptomları daha çok yaşadıkları savaş vahşetinden beslenmektedir. 1913 Londra Kongresi’nin askeri tıbba ayrılan bölümünde, “tropik ortamda sıhhi organizasyon”, “dalgıçlarda vurgun”, “tatbikat fizyolojisi”, yaralıların sevki ve frengi tedavisi üzerine tezler dinlenir. Savaşın neden olduğu sinirsel durum üzerine ise bir şey dile getirilmez. Askeri otoriteler arasında oluşan ekollerde, savaşta moralin hayati önemi üzerine vurgu yapılırken, bir yandan da, savaşta askerleri katı disiplin ya da ‘milli beraberlik’, ‘milli mücadele duygusu’, vazife, şeref ve fedakârlık anlayışı gibi soyut kavramlarla harekete geçirme önemsenir. Aslında, ‘psikolojik savaş’ hakkında konuşmak dta moda olmuştur; “Astüst ilişkisi içerisinde ordu, insan psikolojisinin daha da katı ve hazır modeline, ayrıca kendine göre biçtiği kesin yaftalara sahipti. Erler ya hastaydılar ya yaralı ya da deli; ya da beceriksiz olanlar mutlaka ödlektiler, gerekirse vurula cak”tırlar. İngiltere’ye savaş alanından geri gönderilen erler arasında, “mutsuz çocukluk geçirdikleri ve büyüme çağlarında kendilerine ağır gelen bir dünyadan kaçmak amacıyla orduya yazıldıkları anlaşılan” hastalar olduğunu dile getirir doktorlar. 1914 ordusunda, “kolayca çözülen, işe yaramaz ve yarım akıllıların sayısı” giderek artmaktadır. “VİETNAM TAM BİR SINIF SAVAŞIYDI” Yirminci yüzyılın sonlarına gelindiğinde savaşların gerçek rengi de ortaya çıkacaktır. Savaşın nasıl bir kaynaktan beslendiğini Vietnam gerçeği kadar hiçbir şey anlatamaz oysa. Bir dizi savaş senaryosunun izinden giderek çarptığımız Vietnam, kitabın finali açısından da oldukça bütünleyici bir durum sergiliyor; “Vietnam tam bir sınıf savaşıydı. Her ne kadar bazı tarihçiler tersini kanıtlama çabasıyla ‘kötü ve kaypak bir yöntembilim tartışması’ yapmaya soyundularsa da, savaşın asıl yükü etnik azınlık ya da yoksul olarak doğma talihsizliğini yaşayan kimselerin sırtındaydı.” Ekonomide ve sosyal yaşamda belirleyici olan ölçütler, birebir aynısı olmasa da, savaş ve ordu gerçeğinde de geçerli olacaktır. Tam da burada psikiyatri de gerçek yerini alır mı bilinmez, ama o da kendi içinde, tıpkı yaşamdaki gibi konumlanır. Bir yanda psikiyatriyi harekete geçiren gerçekler vardır, diğer bir yanda da aynı gerçeklerin içini boşaltan kurumlar; “Askeri psikiyatri savaş yorgunluğunu hızla tedavi etmekte haklı mıdır? Psikiyatrın askere, aslında uğursuz bir savaşta çarpıştığını anlamasında yardımcı olması gerekmez mi? Psikiyatrın bütün savaşların uğursuz olduğunu, hastanın bütün suçluluk duygularından ya da başkalarına yükümlülüklerinden arınması ve kendisi için en iyisini açıkça görmesi gerektiğini göstermesi icap etmez mi?” Sinir Savaşı, savaşta kullanılan özneleri irdeleyerek, savaşla ilgili bütüncül bir çıkarsama yapma olasılığı sunuyor. Savaş denilince ilk akla gelen, ölmeöldürme olsa da, asıl kayıp, savaşta bulunanların içinde yaşanıyor. Her savaşın niteliğine göre biçimlenen yüzlerce asker tipinin ve olayların belgelerle anlatıldığı Sinir Savaşı, akıl sağlığının nasıl yitirildiğine dair de önemli bir kitap. ? Sinir Savaşı/ Ben Shephard/ Çevirenler: Dilek ŞendilEvren Barın Egrik/ Literatür Yayınları/ 2006/ 762 s. 876 ? SAYFA 25 CUMHURİYET KİTAP SAYI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle