24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Atilla Dorsay ile son kitapları üzerine konuştuk ‘Sinema, eleştiri ve fotoğrafla dolu bir yaşam’ "Volga esirleri gibi 40 yıl" diyor, aralık ayında sinema yazarlığında 40 yılı geride bırakacak olan Atilla Dorsay. Yıllarca bulunduğu tüm ortamlarda sinemacıları fotoğraf karelerine konuk etti, sergi de açtı, yakın zaman önce ilk fotoğraf kitabı yayımlandı. Atilla Dorsay ile "Hayatımızı Değiştiren Filmler 19952205" ile "Bir Eleştirmenin Objektifinden" adlı kitaplarını ve sinemayı konuştuk. ? Gamze AKDEMİR “H ayatımızı Değiştiren Filmler 19952205"i hazırlarken birtakım elemelerden bahsediyorsunuz önsözde. Neler elendi, kriterler neydi bu noktada? Filmlere verdiğimiz yıldızlar veya onları o andaki beğenme düzeyimiz tabii ki anlık bir önem taşıyor ama geriye doğru baktığımızda retrospektif bir bakışla başka yanlarıyla veya bambaşka bir nedenle ön plana çıkıyorlar. Zaman içinde daha az veya daha çok sevebiliyoruz. Dolayısıyla bu tür derlemeler iyi oluyor, zaman içinde biraz beğenmiş de olsanız, iz bırakmamış sonuçta da silinip gitmiş filmler var. Onları biraz ekarte etmeye çalıştım, öbür türlü çok hacimli olacaktı. Rahatlıkla 10001100 film olabilirdi ama ilk elemeden sonra 800 gibi bir rakam ortaya çıkınca bu düz rakamda karar kıldım. 10 yıllık bir dönem söz konusu olduğuna göre her yıla 80 film düşüyor az değil ki. Her yıl ömür boyu hatırlayacağımız 80 film de görmüyoruz açıkçası. Giderek azalıyor mu görmeye değer filmler geçmişe kıyasla? Tabii sinemanın en parlak çağı ne zamandı diye bakarsak biraz geçmişte kaldı diye düşünüyorum. Amazon.com’dan getirterek sürekli klasik filmler izlemeye çalıştığımı da belirtmeliyim. Çünkü bizde gerçek anlamda sinematek asla varolmadı. O nedenle bu filmleri seçerken tekrar görmek istediklerimin yanı sıra genelde daha önce hiç izlemediğim filmler olmasına dikkat ediyorum. Klasikler dediniz ama sizin günümüz sinemasına da ilgiyle baktığınızı hatta gereğinde savunduğunuzu da biliyoruz. Günümüz sinemasından da zaman zaman çok enteresan, bizi etkileyen hatta sinemanın yönünü, yolunu değiştirebilecek filmler çıkıyor çünkü. Sinemayı daha genel, panaromik biçimde kavramaya çalışıyorum. Bunu çaba göstererek yapmıyorum o filmler zaten ilgimi çekiyor. Aralık’ta 40 yıl olacak sinema yazarlığı emekçiliğimden sonra sayfamda hâlâ haftada üç, dört bazen beş film yazabiliyorsam bu filmleri görev olsun diye değil severek, isteyerek izlemeye gidebiliyorsam, günümüz sinemasına da bağlıyım demektir. Eğer bu histen beni kurtaracak yaklaşımlar çıkarsa kitaplarımı çıkarmaya devam edeceğim ama çıkmazsa şapkamı alır giderim, otururum romanlarımı yazarım.. Roman tasarılarım var. Sonuçta Volga esirleri gibi sinema eleştirisine soyunduk, kendimizi kurtaramıyoruz. Belki de kendimi kurtarır, kafamdaki ilk romanı kâğıda dökerim. Bir dizi şiir yazdım onlar duruyor. İddialı olacağım alan ise belki de roman. Artık roman yazılamasının imkânsız olduğunu kanıtlamaya alışan bir yapı içeren bir roman tasarım var. Sanıyorum ses getiren bir şey olacak. 10 yıl sinemada ne kadar fark yarattı ya da sinema 10 yılda ne kadar fark yarattı diye sormalıyız... Ne olursa olsun insan hikâyelerinden sanıldığı kadar vazgeçilmemesi bir kere. Şimdi 10’ar yıl diye alırsak tuhaf bir yıldayız tabii 2006… 21. yüzyılın ilk on yılının yarısını aşmış olduğumuz bir nokta dolayısıyla kabaca oraya bakalım ama bu 90’lara da şamil sayılabilir tabii. Şimdi çok genel söylemler var: işte son 15 yılda özel efektler ön plana çıktı, teknoloji hâkim oldu, sinema insandan uzaklaştı, insanlık halleri yerine daha mekanik şeyler anlatılmaya başlandı, bilimkurgu bir yana video oyunları veya bilgisayar oyunları veya çizgiromanlar yeniden moda oldu gibi. Bunlar doğru, bu türlerin sanatın özüyle ilişkisi çok tartışmalı olduğu, mekanik bir sinemanın hâkim olduğu yakınmalarını anlıyorum. Bu meselenin bir yanı ama tümüyle de yanlış değil. Çünkü öte yandan bakıyoruz bu tür sinemayı çok kullanan bir Amerikan sinemasında bile insan hikâyeleri zaman zaman yapılmakla kalmıyor ön plana da çıkıyor. Amerikan sinemasından son yıllarda hatırladığımız hemen bütün filmler insan hikâyelerine dayanıyor. Sinema insan hikâyesi anlatmaktan, insanın gerçek öyküsünü anlatmaktan asla vazgeçemez ki. Sanat vazgeçemez mümkün değil. Yaratılan en önemli fark bence budur, insan hikayelerinden vazgeçilmemesi. Ve ne olursa olsun değişik, hatta uç türlerde olsalar da insanı bir şekilde yakalamaları. DÜNYA SİNEMASI Kitabınızda dünya sinemalarından örneklere de sıklıkla yer verdiğiniz görülüyor. Bu noktada dünya sinemaları ve Amerika olayını konuşursak; 60 ve 70’lerde entelektüel hatta ticari öncülüğü Avrupa sinemasına kaptırır gibi olsa da 80’lerden sonra gücünü toparlayan Hollywood, çok daha egemen, çok daha tekelci. Ama bir yandan da görüyoruz ki dünya sinemaları da uyanışta. Bunu nasıl yorumluyorsunuz? Şimdi şöyle, yalnız Fransız, İngiliz, Alman sinemaları gibi zaten bilinen sinemaların değil Asya’nın bir ucundan Kore’den, Çin’den çok parlak sinema örnekleri gelmeye başladı, İran sineması patladı ama tüm bunlar sanatsal anlamda. Yoksa ne Kore, ne Çin, ne de İran sinemasının dünya çapında seyirci bazında çok büyük bir geçerliliği var. Hâlâ çok marjinal bir sinema olarak kalıyor. Sonuçta dünya sineması böyle ara ara şahlansa da süreç içinde Amerikan sinemasının ve elbet sektörünün enerjisine bir yerden sonra eli mahkum yenik mi düşüyor, yetişemiyor? Sinema bir Amerikan sanatı olarak gelişti, bunu kabul etmek lazım. Çok benimsediler yani maddi manevi yatırım yaptılar. Manevi yatırım yaptılar derken ‘aman bu ne güçlü bir sanat, hadi bunu besleyelim, buna devlet yardımı yapalım, buna kongreden yardım çıkartalım’ anlamında değil tabii. Ama sinemanın ne kadar büyük bir ticaret ve de ideolojik tanıtım mekanizması olduğunu her milletten daha önce, daha iyi kavradılar ve sinemaya büyük para yatırdıkları gibi büyük yetenek de yatırdılar. Amerikan sinemasının iyi bir senaryoya ödediği parayı dünyada hiçbir ülke ödemeyi hayal bile edemez. Bunların arasında Amerikan sinemasının en ünlü yazarları var geçmişte işte Scott Fitzgerald’dan John Steinbeck’e, Ernest Hemingway’e kaKİTAP SAYI Aforoz etmek, yadsımak gibi bir bakışım yok, asla olmadı. Sinemada aforoz diye bir şey olamaz. Bir filmi/türü beğenirsin ya da beğenmezsin o kadar. YAŞLI GENÇ TARTIŞMASI Güncel örnekler yadsınıyor mu diğer yazarlar tarafından? Basınımızda çok yaygın bu maalesef. En son mesela Hasan Pulur’un bir yazısı dolayısıyla kıyamet koptu. Ama o kıyamet sonunda Pulur’un yazısını veya o yazıya neden olan başka yazıları aşıp bir yaşlıgenç tartışmasına dönüştü iş. İşte ‘yaşlı yazarlar genç yazarlara karşı cephe mi alıyorlar, onları yeterince yüreklendirmiyorlar mı, işin öte yanında da genç yazarların yaşlı yazarlara karşı saygıları mı yok?’ gibi. Yazarlık gibi aslında yaşla çok da alakalı olmayan çünkü bu pazu gücü değil beyniniz varolduğu sürece yazarsınız, beyniniz durduğu ya da yavaşlamaya başladığı zaman zaten yazamazsınız, yazsanız da okunmaz. Demek ki belli bir yaşta olup hâlâ yazan ve okunan yazarlar aslında beyinleri sapasağlam olduğu için ayakta duruyorlar. Ama ne yazık ki mesele çok çabuk ona indirgeniyor Türkiye’de. Biraz da Doğu’ya özgü bir şey sanıyorum. O tartışmada yazıların niteliği unutuldu hatta yazarların kimliği bile unutuldu neredeyse, iş gençyaşlı çatışmasına dönüştü. Sinema eleştirmenliğinde de böyle, yaşını başını almış yazarlar geleneksel biçimde klasik sinema hayranı, genç yazarlar da yine klasik dışında modern sinema hayranı, bu kadar basit bir ayrımın olmaması lazım. Ben yaşımı başımı almış bir yazarım elbette ama genç sinemanın en azından bazı örneklerine karşı büyük bir hayranlık duyduğum gibi genelde genç sinemaya karşı da büyük bir ilgi de duyuyorum. Bunun karşı cephesinde de genç yazarlardan klasik sinemaya, eski filmlere karşı benzer bir ilgi duymalarını bekliyorum ama ne yazık ki o ilgiyi çok görmüyorum etrafımda. Bu yaşlıgenç çatışmasını ise çok ama çok saçma buluyorum. Kızgın değil de kırgın gibisiniz? Öyleyim. Tüm bu işleri bırakmayı bile düşünüyorum açıkçası. Zaman zaman bir ilgisizlik hatta sevgisizlik sezinliyorum genç meslektaşlarımdan. Bunun genel bir durum olduğunu düşünürsem, genç arkadaşların beni sevmediğine, kendilerinin önünde engel gördüğüne dair bir kanaat getirirsem bırakacağım. Bir düş kırıklığı yaşıyorum şu anda. ? SAYFA 14 CUMHURİYET 876
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle