Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? bilmediği, şiiri bilen dili bilmediği, diğer koşullar hiç önemsenmediği için yapılanlar yeterli olmamıştır.” Örnek vermek gerekirse Kırca, Sabahattin Eyüboğlu’nun yaptığı Hayyâm çevirisinin Abdülbaki Gölpınarlı’nın düzyazı çevirisinden şiirleştirildiğini belirterek zaman zaman çevirmenin metnin çok uzağına düştüğünü, bazen de hiç olmayan dizeleri aldığını kaydeder. Eyüboğlu çevirisinde: “Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boştur boş! / Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş! / Şu durmadan kurulup dağılan evrende / Bir nefestir alacağın, o da boştur boş” şeklinde çevrilen ve kitabın arka kapağına da alınan rubaide ilk iki dizenin anlam olarak hiç yer almadığını söyleyerek çeviriyi şu şekilde veriyor: “Ey aymaz! Gördüğün bu beden bir hiçtir / Şu şatafatlı gökkubbe de bir hiçtir / Hoş ol ki bu KurulupDağılma yurdunda / bir nefestir alacağın, o da hiçtir” Kırca, rubaide geçen “KurulupDağılma yurdu” (Kevn ü fesâd) ifadesini de dipnotta Eski Yunan düşüncesine götürerek açıklıyor ki kitap boyunca yapılan bu tip açıklamalar rubaileri daha anlaşılır kılıyor. Kırca, S. Eyüboğlu’nun kendi kitabının önsözünde belirttiği bazı rubailerin Hayyâm’a ait olamayacağı düşüncesini A. Gölpınarlı’nın da söylediğini vurgulayarak, Hayyâm’ın şu sözleri söylemiş olamayacağını iddia ediyor: “Camiye gittim ama Allah bilir niye/Ne namaz kılmaya, ne dua etmeye/Eskiden bir kilim aşırmıştım camiden/O eskidi gittim yenisini yürütmeye.” İRANLI ŞAİR, FİLOZOF, MATEMATİKÇİ... Ahmet Kırca, bunun gibi Hayyâm’a ait olamayacak birçok rubainin çeşitli kitaplara alındığını söylüyor ve yaşadığı dönemde “Hoccetü’l Hak” (Tam gerçeğe ulaşmak için başvurulacak birinci kişi, belge) diye anılan bir kişinin bu tip sözleri söylemeyeceğini iddia ediyor. Kırca, hangi rubailerin Hayyâm’a ait olabileceği ve rubaileri seçerken hangi ölçütleri kullandığını da ayrıntılı olarak önsözde anlatıyor. Gerçekten de birçok kaynağın İranlı şair, filozof, matematikçi diye selamladığı Hayyâm (1047?1122) Se merkand’da yaşayan, daha sonra İsfahan’a gidip Melikşah’ın ölümüne kadar orada kalan ciddi bir ilim adamıdır aynı zamanda. Hayyâm, Nizamülmülk tarafından Merv’de bulunan gözlemevinin başına getirilmiş, takvimin yeniden düzenlenmesi için görevlendirilmiştir. Bu takvimin halk arasındaki adı “Ömer Hayyâm takvimi” idi. Yine, matematik, astronomi, metafizik ve felsefe konusunda 10’a yakın eseri olan Ömer Hayyâm’ın “ElCebr” adlı eseri birçok Batı diline çevrilmiş, okutulmuştur. Hayyâm, üçüncü dereceden denklemleri incelemiş ve denklemleri sınıflamış, ayrıca koşutlar kuramıyla da ilgilenmiştir. Rubai şiir türünün ustası olan Hayyâm felsefede İbni Sînâ yolunu tutmuş, zamanın modası olan tasavvufa da yönelmekle birlikte şiirlerinde kaba softalığı, yobazlığı hep yermiş, halktan yana olmuş ve halkın diliyle yazmış aydın bir insandır. Ömer Hayyâm, Nişabur’da ölmüş ve orada gömülmüştür. BİR ŞİİR ANITI... Ahmet Kırca, bize Hayyâm’dan hepsi birbirinden güzel 180 rubai ile selam veriyor. Bölüm başlıkları bile kafamızdaki Hayyâm’ı doğrular nitelikte: “Gidenler, Gelmeyenler; Şimdiyle Mutlu Ol, Ömür Kadehimiz Dolup Devrilmeden, Dünya Yıkık Ömür Sarayımızdır, Şu Seccadeye Tapanlar”. Varlıkyokluk, dünyanın geçiciliği, şarap ve güzellik, feleğin insanın başına açtığı işler, zamanın değeri vb. birçok temayı rubailerinde işleyen Hayyâm, aradan onca asır geçmesine rağmen bir şiir anıtı gibi durmaktadır insanlığın belleğinde. İki güzel rubai ile bitirelim ve Ahmet Kırca’ya bu güzel çeviriler için teşekkür edelim: Ey molla, ey fetva veren vara yoğa!/ Senden daha ayığız şu sarhoşluğumuzla./ Sen halkın kanını içersin, biz üzümün/ İnsaf et, kim daha zalim Allah aşkına? *** Gönlümüzce yaşayacak bir yer bulabilseydik,/ Ya da bu uzun yolun sonuna varabilseydik!/ Ah! N’olurdu yüz bin yıl sonra toprağın bağrından/ Otlar gibi kök sürüp yeniden bitebilseydik!.. ? Ömer Hayyâm Rubâîleri/ Ahmet Kırca/ Ötüken Yayınevi/ 1. baskı, İst. 2006/ 127 s. Ahmet Kırca, iyi bir çeviri yapabilmek için dil bilmenin, şiiri bilmenin, ozanın düşünce biçimini bilmenin ve şiirin yazıldığı dönemdeki sosyal, siyasi ve kültürel yapıyı bilmenin gerekliliğine dikkat çekerek Yahya Kemal, V. Mahir Kocatürk ve eklenebilecek daha birkaç ismin dışında, doğru (metinlere uygun) ve güzel (şiirsel) bir Hayyâm çevirisi yapılamadığı düşüncesindedir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 876 SAYFA 27