Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Tuğrul Tanyol’la son kitabı ‘Her Şey Bir Mevsim’ üzerine ‘İnsan yaşayarak öğreniyor’ mım olmadığını düşünüyorum. Çok yoğun müzik dinleme serüvenim vardır benim bir de. O şiirler yazılırken belli müziklerin eşliğinde yazıldı. O dinlediğim müziğin de çok yoğun etkisi var. Tartini’nin belli konçertolarıydı onlar; sanki o konçertolarda da benzer bir duyarlılık vardı. Şiirde ses kaygısı güder misiniz? Genelde benim şiirim için söylenen, sesin ve müziğin imgeyle birlikte ön planda yer aldığıdır. Gerçekten sese ve müziğe çok yaslanan bir şiir. Bazı şaşkınlıklarım olmuştu şairlerle konuşmalarımdan. Örneğin Oktay Rifat’la bir konuşmamızda, şiirinin arkasındaki büyük ustanın kim olduğunu sormuştum, Picasso olduğunu söylemişti. Kendi açımdan düşündüğüm zamanda, kimdir ustalarım desem, ben daha çok bestecileri düşünürüm. Bana şiir yazdıran unsur olarak müzik çok daha ağır. Kimdir o ustalar? Tabii yıllar içinde değişti dinlediğim müzikler ama, son yirmi yıldır giderek Barok dinlemeye başladım. İşte biraz önce Tartini’yi söyledim. Yine Vivaldi. Şiirde ne kadar modern şiir okumayı seversem; müzikte o kadar eski müziği dinlemeyi seviyorum. SES KAYGISI Ses kaygısı taşıyan şair neredeyse yok artık… Evet, ezgi giderek dışlandı sanki şiirden. Tabii bir sürü şair, bir sürü şiir biçimi var. Hepimizin sevdiğimiz ve sevmediğimiz şairler vardır; ama sevmediğimiz şairlerin önemsiz şairler olduğunu düşünmemeliyiz. Onları da seven birileri olduğuna göre, demek ki onlar da iyi şairler; fakat bizim tavrımız o olmayabilir. Ben de açıkçası sese yaslanan şiirleri hep daha çok sevmişimdir. Özellikle bu kitap ve ‘Büyü Bitti’deki şiirlerde belki hayatım boyunca yapamadığım bir şeyi yaptım. O da belli bir yalınlığa kavuşmak. Gençlikte insan biraz daha fazla süse meraklı oluyor. Öyle bir şey söyleyeyim ki parmak ısırtayım diyor. Galiba yaşlandıkça pek gerekli olmadığını hissediyor bunun. Bazı şairler çok genç yaşlarında o yalınlığa kavuşabiliyorlar. Yalınlığı basitlik anlamında kullanıyorum ama basit şiir olması anlamında söylemiyorum. Söyleyişteki yalınlık, süsten arınmışlık… Ancak o zaman saf duyguya ulaşabiliyoruz. Ne kadar yalınlaşırsa o kadar saflaşıyor gibi geliyor bana şiir ve ben buna hayatımın son onon beş yılında ulaşabildiğimi düşünüyorum. Hiçbir zaman çok süslü bir şiir yazmadım gerçi ama imge daha ön plandaydı. Şimdi eskisi kadar önemsemiyorum imgeyi. Daha basit bir biçimde yazmak hoşuma gidiyor ya da şiir artık basit geliyor. Kaygılarınız epey değişmiş dünden bugüne… 1997’de yayımlanan "Toplu Şiirler: 19711997"nin ardından 2000’de "Büyü Bitti" adlı kitabı yayımlanan Tuğrul Tanyol, altı yıl sonra "Her Şey Bir Mevsim"le yeniden karşımızda. Tanyol, bu kitabında yaşamını şiiriyle bütünleştiriyor. Tanyol'la kitabını konuştuk. ? Mehmet ÇAKIR olculuğumu düşledim" kitabınızın ilk dizesi. Düşlediğiniz yolculukta tuttuğunuz notlar mı var bu kitabın içinde? Hayır. Biraz da kitabın duyarlılığını dile getirdiği için o şiiri diğerlerinden ayrı olarak başa koydum. Sanki kitabın tamamı bir yaşamöyküsünü dile getirecekmiş gibi; ama belli bir bölüm için geçerli bu, "Evin Tarihi" adlı bölüm için. "yolculuğumu düşledim" de bu yaşam yolculuğuyla ilgili bir dize. Kâh özlem, kâh kabulleniş, kâh isyan. Şairin "sarı zamanlar" dediğinde mi yazdınız evin tarihini? O şiirler, bekleyen şiirlerdi. Bir düşünce olarak vardılar aklımda. Henüz duygu yoğunluğu olarak dile gelmemişti. Sadece aklımdan geçen dizeler ya da belli düşünceler, fikirler çerçevesinde oluşmuştu. Aslında o bölüme giren şiirler oldukça kısa bir dönemde yazıldı; yaklaşık bir ay içinde ortaya çıktılar ve çok yoğun olarak üst üste geldiler. Dolayısıyla kendi içlerinde belli bir havayı taşıdılar. Tamamen özel bir tarih, "Evin Tarihi". Yirmili yaşlarda bunu anlamak mümkün değil; ama geride yaşanmış bir kırk yıl bıraktığınızda hatırlamak insanda panik havası yaratır. Geçen zamanın artması, kalan zamanın azalması gibi bir duygudur o. O duygunun verdiği panikle, biraz korku, biraz endişe, biraz rahatsızlık "Evin Tarihi’ndeki duygular. Fakat aynı zamanda, kendi hayatıyla barışık bir insanım. Bir pişmanlık yok. Mutlu bir yaşamım olduğunu düşünüyorum ya da geçmişe baktığım zaman mutsuzluk verecek bir yaşa “Y “Çok fazla vasat şiir yazılıyor. Kötü şiir iyidir. Ben kötü şiir taraftarıyım. Kötü şiir, iyi şiiri ortaya koyar. İyi şiir kötü şiire bakarak anlaşılır” diyor Tuğrul Tanyol. Değişti. Bunu sık sık düşünüyorum. Geçmişteki yazılarıma da ters bir şiir yazıyor olabilirim. Örneğin şiirin asla bir fikirden doğacağını asla düşünmezdim. Karşı çıkardım: Şiir düşünceden çıkmaz; duyarlılık olarak gelmelidir, içinde düşünceyi barındırabilir diye. Oysa son zamanlarda yazdığım şiirlerin çoğu önce bir düşünce olarak geliyor. Daha sonra belli bir zaman kolluyor ve şiire dönüşüyor; ama o düşünce kafamın içinde hep dolaşıyor. Özellikle "Evin Tarihi"ne giren şiirlerde öyle bir şiir yazmam gerektiğini düşündüm uzun süre. Eskiden böyle düşünmezdim. Şimdi: Şöyle bir şiir yazılabilir… Şöyle bir temada yazabilirim… Hatırlamıyorum; yazdığım yazılarda bu biçimde şiir yazmaya karşı çıkmış olabilirim geçmişte. İnsan yaşayarak öğreniyor. "Söz" adlı şiirinizden yola çıkarak soruyorum: Sözleriniz huzur bulmak için mi sığındı bu kitaba? Evet. Şair, yazma sürecinde söz şiir halinde dışarı çıkmadan cehennem gibi yaşıyor içinde. Şiir yazmayı bir özgürleşme olarak düşündüm; kâğıda döküldüğü anda ya da özgürleştiği anda. Şiir yazma sürecinin bir bunalım olduğunu; şairin, içinde huzur bu lamayan sözcüklerin okuyana huzur vermesiyle avunduğunu düşünebiliriz. Sözlerinizle birlikte siz de huzur buluyor musunuz yazdıktan sonra? Geçmişe baktığınızda duyduğunuz telaş hafifliyor mu? Hayır, o telaş hafiflemez. Bir daha genç olduğunu ancak rüyanda görebilirsin. Yaşanan an geçip gidiyor; geri dönmesi mümkün değil. Yeniden yaşayamadığın anlar şiire dönüşüyor. Şiir benim için hep bir anımsamadır. Yaşarsın, geçer gider ve o anı anımsamanın keyfi ya da huzursuzluğu ya da paniği şiire dönüşür diye düşünmüşümdür hep. Zaman değişti, değiştiniz siz de… Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir ya, bu da bir zaman devam ediyor ancak değil mi? Bazı insanlar bazı açılardan değişti; onların farklı baktıkları insanlar değişmekle birlikte bazı ideallere bağlı kaldılar. Marksist geçmişten gelip şimdi artık Marx’la dalga geçenler görüyoruz. Onların çoğu, geçmişte yeterince Marksist bulmadıkları için bizi eleştirdiklerini hatırlıyorum. Ben oradayım hâlâ. Tabii ki değiştik çağın değişmesiyle; ama bazı ideallerden insan ? KİTAP SAYI 876 SAYFA 20 CUMHURİYET