Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? bilgisi" gibi kategoriler altında toplanmaktadır. Bütün bu bilgilerin bilinme tarzları farklıdır. Böylece bilen özneler, bilebildikleri bilgilerin özelliği bakımından bazı "tip"lere ayrılabilmektedirler. İnsanın "karşısına" alıp bilme nesnesi durumuna soktuğu bu dünyada "kendisi" de bulunmaktadır. Ancak insan kendi kendisini bir özne olarak "karşısına" aldığında, yani kendisine "dışardan" baktığında, Kuçuradi’nin deyişiyle "var olanın kabuğunun ötesine geçilemez"(s.26). Bu "kabuğu" kırmak, insanı "Dünyanın içinde" görmekle olanaklıdır. Kitabın ikinci bölümü "Dünyanın İçinde İnsan (İnsanın Varlıktaki Yeri)" başlığını taşımaktadır. Aslında insan için "Dünyanın içinde" olmak bir bakıma "kişi" olmak demektir. İşte "kişi" "dünyanın içinde" nasıl var olur ? Bu soruyu Schopenhauer "isteme" kavramıyla yanıtlar. Biz bu dünyanın içinde insanı "kişi" aracılığıyla ancak "isteyen" bir varlık olarak görüp anlayabiliriz. İmdi "isteme" insan varlığının belirleyici özelliklerinden (felsefe terminolojisiyle söylendiğinde "fenomenlerinden") birisi olur. İnsan varlığı açısından bakıldığında Schopenhauer bunu "temel isteme" olarak şöyle dile getirmektedir: "Büyülü bir lamba nasıl çeşit çeşit birçok resimler gösterirse ve kendisi hepsinin görülebilmesini sağlayan bir ve aynı alevse; aynı şekilde, yan yana durup dünyayı dolduran veya birbiri arkasında olaylar olarak üşüşen çeşit çeşit bütün görünüşlerle görünen, bir ve aynı istemedir; her şey onun görünür kılınması, onun objeliğidir ve o bu değişmenin ortasında hareketsiz kalır: ancak o, var olanın aslıdır: bütün objelerse görünüştür, Kant’ın diliyle de phainomenondur"(s.3031). "Temel isteme", kendisini bize objeleşerek (nesneleşerek) sunar. Böylece onu bilmemizin olanağı ortaya çıkar. "Kişiler ve dünyadaki bütün tek tek şeyler, bir tek bütün olan istemenin objeleşmesidir". Schopenhauer’a göre "isteme" kendisini doğrudan doğruya dört ana basamakta objeleştirir. Bunlar en zayıftan en güçlüye doğru: a) Anorganik dünya, b) Organik dünya, c) Hayvan ve insan bedeniyle objeleşen dünya ve d) İnsan olarak dile getirilmektedir. "Temel isteme" insanda kişilerin bedenleri ve karakterleri olarak en güçlü biçimde karşımıza çıkar. "Burada teklik, kişilik öylesine kuvvetlidir ki, her kişi tek başına bir ide meydana getirir, denebilir; burada türün karakterinden başka, kişinin karakteri de çok ağır basar"(s.36). Başka bir deyişle, dünyadaki her tek kişi aslında, okunmayı bekleyen bir kitap, anlaşılmayı bekleyen bir metin ya da çözülmeyi bekleyen bir düğümdür. İncelemenin üçüncü ve son bölümü "Kendi Kendisinin Karşısında Kişi" başlığını taşımakta ve bu bölümde insanın kendini bilmesinin, kişinin kendini bilmesiyle doğrudan ilişkisi üzerinde durularak, aslında kişinin "temel isteme"nin emrinde olduğu vurgulanmaktadır. "İstemenin emrinde kişi, bir yandan kendi türünü devam ettirmek zorundadır ve bu amaca yarayan bir araçtan başka bir şey değildir; CUMHURİYET KİTAP SAYI diğer yandan, her kişi kendi yapısının –kendi istemesinin– emrindedir: O nasıl bir insansa öyle davranır. Birincisi insanın durumu; ikincisiyse etik bir varlık olarak kişinin durumudur"(s.49). Böylece "özgürlük" sorununa bir kapı açılmış olur. Özgürlükten söz ederken acaba kimin özgürlüğünden söz ediyoruz? İnsanın mı kişinin mi?.. Özgürlük kavramının belirsizlikten kurtarılarak açık ve anlaşılır bir kavram olabilmesi için bu soruya yanıt vermek gerekir. Adına insan denen canlı varlığın özgürlüğü onda, onun öz yapısında olanak (imkân) olarak vardır. Böylece bu olanak yaşayan kişide, yani kişinin tek tek yapıpettiklerinde gerçekleşebilme (ortaya çıkma) özelliğine sahip olur. İnsanın isteyen ve bilen bir varlık olarak ikili yapısı her kişide farklı ortaya çıkar. "İnsanlar arasındaki öz yapı farkı, istemeleri ile bilgileri arasındaki farklı bağlantıdan, bilginin istemelerini çeşitli şekillerde yönetmesinden ileri gelir"(s.69). Böyle bir ölçütle baktığında Schopenhauer üç insan tipi ayırt eder: "Akıllı insan", "Ulu insan" ve "Yaratıcı insan". Schopenhauer’ın "akıllı insan" dediği, dünyayı çeşitli derecelerde nedensel ilişkiler bütünü olarak gören ve kendisini de böyle bir ilişkiler bütününe göre ayarlayabilen (Kant’ın deyişiyle "rasyonel" olan) insandır. Onun "kendi istemesine ‘evet’ demesinin derecesi, kendi kendini bilme derecesine bağlıdır. Kendi kendini görmesinin sıfıra yakın olduğu kişi, kendini bilmeden, karakter kazanmadan, rasgele yaşar; onun hayatında bilginin payı çok azdır; zikzaklar çizerek yaşar tabiatın fabrikasyonu olan insan: Bu, kendi kendini seyredemeyen insandır"(s.74). Şayet bilgi, kişide istemeye karşı bir ağırlık kazanırsa, o zaman kişi nedensel ilişkiler dünyasından ve kendi nedensel bağlantılarından kopar. Bu yaşama ve dünyaya "hayır" diyen, her şeyin özce birliğini gören, ama böyle olmasıyla acı çeken, "yeryüzünün tuzu biberi" olan özgür insan, "ulu" insandır. "Özgür olmak insanı sevmek demektir; yaptıklarımız ettiklerimizle insanların iyi olmasını istemek demektir. Bu ise, bilginin bir başarısı, Maya perdesinin ötesini gören bilginin, insanın öz yapısıyla "çelişik" olan bir bilginin başarısıdır. İnsanın insan olduğunu gösteren, böyle anlaşılan sevgidir"(91). "Yaratıcı insan" ise kendine özgü bir bilme tarzı olan, sanatta yaratıcı, başka bir deyişle "dâhi" insandır. Schopenhauer’ın deyişiyle "Deha, kendisinin hiç kimseden öğrenmediği şeyi, insanlığın ondan öğrendiği insandır". Bu görüşleriyle Schopenhauer’ın, Nietzsche’ye yürüyebileceği bir yol açtığı da söylenebilir. Ayrıca, Kuçuradi’nin Schopenhauer incelemesini, insan ve etik sorunlar üzerinde ciddi biçimde düşünüp tartışmak isteyen herkese ışık tutucu ve çok açılımlı bir kaynak kitap niteliğinde görmek yanlış olmaz. ? (*) Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü Schopenhauer ve İnsan/ İoanna Kuçuradi/ Türkiye Felsefe Kurumu/ 2006/ 101 s. 876 SAYFA 17