22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Hakan Cünday Malafa' lle önceki üç romanından farklı blr çlzglye doğru kararlı adımlarla yürüyor. gerçck, neyin yapay olduğunu fazla sorgulamazsanız, uslu bir tıırist gibi eğlenir ve evinize dönersiniz. Ama tur rotası haricine çıkıp gözlerinizi harabelerden ve dansözlerden alabilirseniz, yaratılmış bir coğrafyada olduğunuzu anlarsınız. Buna serap denir. Para karşılığı izlenir. Oysa serabın bedava olması gcrckir. Ancak turistik scrap milyarlarca dolarlık yatınm gerektirir. Nikc tişörtlerin hayır için çıkarıldığı görülmemiştir. Romanımızın kahramanı Kozan, 'postmodern' kelimesini kullanmıyor gerçi ama turizmin bir ideoloji olduğunu da her fırsatta dile getirmekten geri kalmıyor doğrusunu söylemek gerekirse. zaten o tanımlamasa da, Antalya'nın ortasındaki Topaz Jevvellery Center, bir ideoloji üretim merkezi olarak bütün ihtişamıyla kendini gösteriyor zaten. İdeoloğumuz ise bu centerın en bıçkın ve en usta tezgâhtarı olan Kozan'dan başkası değil elbette. • Ümit E. UYANIK Postmodern bir ideoloji olarak turızm rıklığına uğrayabiliyoruz? Kinyas ve Kayra (2000)'dan başjayarak Zargana (2002) ve Fiç (2003) ile hatırı sayılır bir underground seyir defteri oluşturan Hakan Günday; tembelliğin marifet sayılageldiği, Türkçe ve hayalgücü özürlü metinlere insanların bayılageldiği bir edebiyat atmosferinde, nasıl oluyor da böyle nitelikli kitaplara imza atabiliyor? ranh saatleri rehberin emri doğrultusunda ayarlanır. Tabii ki böylesi riskli bir girişimin nedeni daha çok tram kazanmaktır. Turist, yatağından daha erken kalkar ve turıına, yerel saate göre altıda başlar. Cîüncşten daha fazla yararlanılır ve gün içinde daha çok center'a girilebilir. Saati seki/. sanan turist, işine gelmek için sabahın beşınde uyanmış tezgâhtarın karşısına yercl saatle altıda çı kar. Tezgâhtarın başarısı, kahvaltısını henüz yapmış olan turiste öğlene yaklaşıldığını hissettirip, okunan sabah czanlarının duyulmadığı binalarda rakı içirmektir. Rehberler bu tczgâha grup saati derler, Doğru konmuş bir addır. Çünkü grubun kendine ait bir zaman anlayışı oluşmuştur. Böyle olması gerekir. Çünkü tatil, bir insanın gerçek zaman vc mckândan uzaklaşmasıdır. Kendi başına hayal kurmaya gücü yctnıeyenlere paketlenip sunulmuş bir üründür. Tatilin kullamm kılavuzuysa rehberdir. Saatin gerçekte kaç olduğunu sadece o bilir (s. 157158)" TRAMIN YUMOŞU MAKBUL Rodos'ta doğan, Brüksel'de okuyan Hakan Günday'ın Türkiye ile Avrupa arasında bir turist gibi gezinirken turizme bulaşıp bulaşmadığını, bulaştıysa eğer rehberlık, hanutçuluk veya tezgâhtarlık yapıp yapmadığını bilemiyoruz elbette. Bildiğimiz, dalıa doğru bir Türkçe'yle sezdiğimiz, memleketin ebebiyat muhitlerinde eşine pck rastlanmayan bir kararlıkla işini ciddiye aldığı. Kapalıçarşı'dan Antalyaya, Antalya'dan lsviçre'ye uzanan, uzanırkcn de konusunun bütün girdiçıktılarını gözler önüne seren bu bilgüerin öyle kolayından elde edildiğini düşünmek mümkün değil çünkü. Yoksa, "Tezgâhtarlığın zorluklarından biri tekrardır" diye başlayan ve metin boyunca birkaç kez tekrarlanan, "tnsanın en zor dayanabildiği çalışma koşulu olan tekrar, sağlıklı bir aklın ani ölümüne neden olur. Aynı cümleleri aynı mimikler eşliğinde iki bin kez söylemiş olan tezgâhtar, artık ne dediğini duymuyordur. Başka konular üzerine yoğunlaşıyor, müşterisinın banka hesabında ne kadar tram olduğunu ya da yanındaki ahçiğin vardik rcngini tahmin etmeye çalışıyordur. Kendisini duymayan tezgâhtar, konuşmasının hangi bölümünde olduğunu karşısındakinin yüz ifadesinden anlar (s.35)" sözleriyle anlatılan tecrübe, öyle kolay yenilir yutulur bir lokma olmasa gerek. Aynı şekilde, "Yalan turizmin doğasında vardır. Broşürlerde başlar. Selin Antalya'yı boğduğu, caddelerde gecekonduların yüzdüğü mevsimlerde bile dağıtılmasına devam edilen ve üzerinde daima güneşin parladığı broşürlerde (s.37)" sözlerinin ardından, turizm tarihinin belki de en anlamlı ve çarpıcı 'turist' tarifi başka nasıl yapılabilirdi ki: "Turistler her şeye inanmak için valizlerini toplamış olan insanlardır (s.38)" Hiç kuşkusuz herkesin anlatılabilecek bir hikâyesi vardır. Romancılar, sinemacılar ve öykücüler ise bu hikâyeleri iyi anlatan kişilcrdir. Bir başka ifadeyle, iyi hikâye anlatabilen kişilere iyi romancı, iyi sinemacı, iyi öykücü diyoruz. Bu açıdan bakıldığında, Hakan Günday'ın 'Malafa' ile önceki üç romanından farklı bir çizgiye doğru kararlı adımlarla yürüdüğünü tesbit etmek zor olmasa gerek. lşin kolayına kaçmayıp ciddi çaba ve emeğe ihtiyaç gösteren böyle bir tercih, doğal olarak Günday'a yönelik beklentilerin katsayısını da artıracaktır. Okurunu yetiştirip olgunlaştıran ve okuruyla birlikte yetişip olgunlaşan yazar türüne doğru bir açılımı da beraberinde getiren bu tercih, daha şimdiden Hakan Günday'ın bir sonraki romanına dair beklenti ve heyecanı kışkırtıyor. Kışlurtırken de, 'Piç'in son kısmında uğradığımız hayal kjrıkLğını telafi ediyor elbette. Şimdilerde pek fazla sesisoluğu çıkmayan Sezgin Kaymaz biraderimizin Lucky' adlı nefis romanından bugüne bu kadar keyifli ve bir o kadar da sarsıcı yerli bir roman okumadığımızı söyleyelim de varsın ne olacaksa olsun artık... • Malafa/ Hakan Günday/ Dugan Kitapçdık/2WS. SAYFA S BU AHÇİKLERİ KİM METERLİYOR" Biliyoruz elbette, kitabın kapağında, romanın kendisine ithaf edildiği Emre Orhun tarafından yapılmış sevimsiz mi sevimsiz, itici mi itici, gereksız mi gereksiz illiistrasyonu görünce az biraz gerileceksiniz. "Zaten kısa olan ömrümüzün birkaç saatini, bu Alkadraz kaçkını zebaninin kapağında yer aldığı bir kıtaba harcayarak daha fazla kısaltmanın anlamı var mı" diye çok da haksız olmayan bir düşünce de yoklayacak zihninizi belkı. Hele, sevimsiz surat engelini de aşıp sayfaları çevirmeye başlayınca karşınıza çıkacak olan, "pafküf, potpot, meter, ahçik, mart, tram, ahparik, abuş, pıt, papi, vardik, tokar, zurnik, testas, kevaşe, koks, pörç" gibi bambaşka bir sözlük gerektiren kelimelerın saldırısı karşısında azbiraz gerileyecek, hatta bir an, "Yoksa yanlış bir belediye otobüsüne mi bindim yine" diye düşünmekten alamayacaksınız kendinizi. Ama biraz sabır liitfen, birazdan önünüzde en azından bu satırların yazarının hiç mi hiç bilmediğiniz bir dünyanın kapdarı açılacak ve siz dc, nıuhayyer makamındaki 'giren bir pişman, girmeyen iki' şarkısının eşliğinde hayret, şaşkınlık, dehşet ve biraz da muhabbetle gezineceksiniz Topaz Juwellery Center'in o hayli şık VİP koridorlarında. Unutmayın ki, on beş milyonu aşan turistiyle, yirmi milyar dolarlık bütçesiyle ve bu yirmi milyar dolardan pay almak için birbirinin üstüne tırmanan rehberi, hanutçusu, tezgâhtarı ve acentesiyle bambaşka bir dünya bu. Saatlerin bile yeni baştan kurulup yeryüzünün saat dilimleriyle zerre ilgisi olmayan bir yörüngeye oturtulduğu bir dünya: " Türk turizmi on iki ay sürer. Asla gerilcmeyecek bir noktaya ulaşmıştır. Zaten yatırımlar birkaç milyar doları geçmişse hiçbir sektör gerilemez. Dolayısıyla kış aylarında da Akdeniz'e turist gelir. Ancak çalışmayan ya da öğrenci olmayan, aktif hayattan uzak turistler. Antalya'ya gelir, ılık havadan yararlanır, harabeler gezer, Pamukkale'yi görür ve tabii ki center'lara girerler. Turizmde buna kış operasyonu denir. Kış operasyonunda kapalı gruplar vardır. Bir grubun kapalı olması, uçağın Türk toprağına inmesinden itibaren turistlerin görüp duyacaklan her Türk'ün turiznıci olacağı anlamına gelir. Kapalı grup ciddi bir düzenek gerektirir. Uçaktan otele, otelden tura, her aşama, görevini fazlasıyla ciddiye alan rehberler tarafından yönlendîrilir. Turizmci olmayan tek Türk'le karşılaşmayan turistlere, Türkiye'deki yerel saat hakkında bilgi verilirken grubun abuşluk düzeyine görc belirlcnen bir gerekçe göstcrerek, saatlerin bir ya da iki saat ilerisine ayarlanrnası sağlanır. Ulkelerinden ayrılmadan öncc saat farkını öğrenmiş olanlar bile ikna edilir. Zor değildir. Antalya bolgesinin Istanbul'dan farklı olduğu söylenir ve konu kapanır. Kapalı grup müşterileriyle iletışim kuracak herkes konudan haberdardır. Sadece kapalı grııplara hizmet veren tatil köylerindeki resepsiyonların, üzcrinde Antalya yazan büyük kad ANTALYA GÜNEŞİ "hkçı bir orospu çocug'udur" denir Antalya içın' Btraz aamauzlık sezer gibıyım, ne dersıniz? Irkçı bir orospu çocuğu olan Antalya değil, Antalya güneşidir. Hn azından romanda böylc yazar. Irkçılığmın lcanıtı, çalışanı eritmesi, turisti bronzlaştırmasıdır. Böyle olması doğaldır. Romandaki acımasızlık düzcyi insan doğasındaki kadardır. Ne eksik, ne fazla. "llerkesın tezgâhlar oldugu bir dünyada hiçbir seyc şaştrmamak gerekir çünkü ürcttcilik di'memı sona ertniş, araalık dönemi ha^lamı^tır. Ancak araalığın yan ctkisiyse deliliktir"(s. 47) Söyleşımizin son cümlelcri ohun ve buna binaen stzden son sozlerinizı alayım. Üretim için ödenen kişisel bedel, üriinün varlığıyla haiifler. Üretimi uğruna uyunmamış bir malın ortaya çıkması, emeğin karşılığıdır. Ancak komisyonculukta tek sonuç satıştır. Ve satılmış olanla duygusal ya da kişisel hiçbir bağınız yoktur. Bu da hafıza kayıplannı getirir. Bir süre sonra ne sattığmızı, ne kadara sattığınızı, neden sattığınızı, malın nereye gittiğini hatırlamazsınız. Çünkü önemli olan, satış anıdır. Tek düşündüğiinüz, teklifinizi kabul eden nıüşterinin onay anıdır. Ne öncesi ne de sonrası öncmİidir. Bütiin bunlardan ötiirü, satarak koca bir hayat geçirebilir ancak bunu kanıtlayacak anılardan yoksıın kalırsınız. Komisyoncu yaratmaz. Yaratmadığı için de bir yaratığa dönüşür. Keyı/lı' söyleşı lQn iesekkürler. . Ben teşekkür ederinı. • ''eoztop@aoi.anadolu.edu.tr C U M H U R İ Y E T K İ T A P ızin en bıiyiik sorununıız da bu. Bir rakı sofrasında dost olup, ertesi sabah birbirinizi bıçaklayabiliyorsunuz. llk tanışmanızda yakınlaşıp, birbirinizi tanıdıkça uzaklaşıyorsunuz. Bizse tersini yapıyoruz. Uzaktan başlayıp, ağır ağır yaklaşıyoruz. Dost olmamız uzun sürüyor ama dostluklarımız kalıcı oluyor. Doğu ile Batı arasındaki fark hilal ile haç arasındaki fark kadar. t lilal bombeli. Haçtaysa dik açılar var. Hilal altında yaşayanlar da bombeli hayatkra sahip. Genişler, kurallarla ilgilenmiyorlar, zamanla ilgileri yok, çöl kunıu gibi uçuşuyorlar. Haçın gölgesindekilerse sert vc köşeli hayatlar yaşıyorlar. Yasaları, kuralları olan, dik açılı hayatlar. Hilalin altındaki insana, haçın gölgesındeki düzeneğe inanıyorlar. Dolayısıyla hilalle yaşayanların her biri ayrı bir düzenek geliştiriyor. Küçük çeteler. Küçük düzenler. Haç, insana tek bir düzenek emrediyor. Doğu ile Batı arasındaki tark bu. (s.181182)" Hayır, bu analiz herhangi bir siyaset bilimi kürsüsünde veya DoğuBatı konusunda düzenlenmîş sosyoloğu ve psikoloğu hayli bol uluslararası bir sempozyumda yapılmıyor. Geç kalmış bir Ahmet Hamdi Tanpınar yahut Kemal Tahir esintisi taşıyan bu çarpıcı sözler, uluslararası bir dolandırıcı olduğunu çok geçmeden anlayacağımız Cenevreli Gerard'a ait. Muhatabı ise ulusal bir dolandırıcı değilse de, neredeyse ona para lel bir mesafede duran Antalya'daki Topaz Jevvellery Center'in en bıçkın ve en usta tezgâhtarı Kozan. Peki neler olup bitiyor orada? Nasıl oluyor da yazarımız, "Dünya bir tezgâhtır. Tezgâhın hangi larafında hayat olduğuysa ancak ölümlc anlaşılır (s.21O)" dediği halde ve bu maniresto benzeri çıkışıyla romanını noktaladığı halde, biz yani okurlar, sanki biraz daha devam edecekmiş, sanki biraz da ha devam etse iyi olacakmış gibi yayıncının belki de bu ihtimalı düşünürek eklediği boş. saylayı da aynı heyecanla çevirip hayal kı 8 22 "S S AY I
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle