27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Tomris Uvar ve sekizinci gunah DİDEM OZDEMİR Edebiyattmız onsuz öksüz B ıraz sonra, gün bütün fazlalıklarından arınıp çağdaş tirşe rengini bulduğıında sen gir Jin içeri. Geniş zanıanda. Bir gün boyunca usulca hazırlanan, anı kollaııan, gelip çatnıasi bcklencn yinc dc beklcnen anda geldiği için şaşırtıcılığı büsbütün artan bir doğaçlama gibi... Tiirk öykücülüğü deııdiğinde Tomris Uyar, gerek öykülcriylc gerek çevirileriy le yazın tarihiınize yazılan cşsiz isimlcrden biri olarak akıllara gelir. Dili kullanışında ki seçidlik, anlamların dilJc ilişkisinin kıınıluşıındaki yalınlık ama bir o kadar da gizcmlilik okur içiıı hızlı bir çekim alanı oluşturıır. Tıplu Alte Liebe: Küçük Ak saın Müziği öyküsündc gcçcn satırlann (yazının başındaki) şiirimsi bir ahenkle algılanışı gibi. Hem lcısa hem dc yogun anlamsal katmanlarm bulundugu cümleler, kitap boyunca okuyııcuyıı gereksizce yormadan, ince geçişjerlc anlatının içinde dolandırır. Zaten yazarı, gereksiz fonların süslemelerin bulunmadığı, anlatılmak istenenin özdcn kaçınlmadığı, yani sarf edi len dilin denetirn altına alindığı bir öykü tckniğini bcnimsemiştir. Bu öykülerden birkaçına bakacak olursak 'Sckızina (itinarT ilkin gözümüzü alacak parlaklıkta kitaplardan biri oJur. Buna göre resmi günanlar kıbir, açgözlülük, tutku, öfke, oburluk, kıskanclık, miskinlik olarak bılinırken, yazar adeta sekizin ci günalı araijtırmasına gircr. îştc dcrlcme öyküler arasında yaran bu günah çeşidi üzcrintj odaklanan bu çalış,ma, yazarın kendıni dahi şaşırtacak kurguya gelmeyen ş,ekliyle belki dc diğerlcrindcn daha sczgisel bır değerlendirışi şart koşar. Sekizinci Cünah'ın öykülerinden ilki, mekânsal yakınlık ya da kan bağı ilişkilerin gcrçckligi çerçevesinde islcnir. Yine dc komşuluk iyidir, kını ne derse desin. Limon kalmadığında, tclcfon kcsildiğinde, evden biri öldüğünde falan, çalınacak birkapı... ş,eklindesıradandır. tçtenbirilgiyi başlatmasa da tümdcn kayıtsızlık da yoktıır. Amcanın vc yengcnin bildik çok güvendik yüzleri fark edilmcden kayar. Beklentilcr vc olanların birbirleriyle ilişkisi bab,ka bir gözdcn dcgişcn bakışlarla tek tek sııntılıır. lpek ve Bakıı 'Çiçek DirüticiJcri'ndc dc dııygııların, varılacak noktaya hızlıca tıımaunıasındaıı önccki aynı sıraJı durusu gözc çarpar. l'ıım gdgitlcriylc yaşanan Kaıga^anın ortasında küçük ama derince bir nefcslc, tazelcndıgımızı dııymak; her baat sııadan göıdügüınii/ ii/erinde baslıSımız şevlenn, va da cn olafianüstiı nıtelcndiıdiklcrimizİM nasıl olaganlıklarda yattıgını bızc bır kez daha hatırlatır. Söz cükJcr bir mucizcvi var ctmck iizcre ard arda gclir. Su sıçrat.nak kııruvan taşlar, tı kırdayan kircnıillcr yavaşça biıtün yalınlığıyla öykünün dekorıınu acarönümüze.. Kiiçük kız Sükriyc vc bııyııknabası arasındaki ıncecik dcgi^, hem dc kısacık satırlarda habcrsizcc kıırıılur. Bclki dc ancak onlaıca sayfada olay öıgülerine göre da ğıtılabilecck ilişkilcndirmc kartları olança hızıyla ve makul bir dozda dağıtılır. Oykiinün kısa vc vurııcu stili; güvcn dırygusıınun böylesine az sözcükJc dahi ko tarılacağını göstcrmesi açısından şaşırtıcıdır. Demek siz çiçek dirilticisiniz? Üedi Şiikrıiyc. Bizim köşcdc öylc birinc rastlamıştım. Bir de vazo satan bir adaın gör Tiıüşlum; koca bir vazoyu kucağında dolaştırıp dıırııyordu. Paranı olsa alacaktım. thtıyar duygulanmıstı. tyı kızsın Şiikriive, dedi. Babana çcKini^sin. Bu yapı, öykünün ilcrlcrindc bir miktar gcnişleme vaşar. Kahramanlardan cocuk adma da, nüyiikbaba adına da yuzumüze büyük bir giÜümscmc otunjr. Büyükbabasıyla ilk kcz karşilaşan bir çocuğun merak dolu, gerçek önyargısızhğı ortadadır. Çocuk yaşadığı sı~ nırlı bilinci ev iciilkdefadışarıvayö neltir. Ve bu durum büyük akrabalarla başlar. Dcınek biz babaanneye gidiyoruz. Dışarısı çocuk için büyükanncyc yapılan ziyaretlerdir. Tabii sonradan büyükt)abaya.. Ihtiyar bir ada mın küçük bir kıza soracağı şcylcri bilmiyor diye düşündü Şükrüye. Baskalannm oldugu vc onlarla anlamsaJ düzlcmdc kcsişmelerin gerekeceği bir diinya, elbettc bir çocuk için sonılardan ibarettir. Pasaport ise; sade bir uçak yolculuğunun anı'dır. Varlıldı ama yoksııl bir adamın geçmisiyle yan yana oturuijudur. Ama ne bız ne cıe aaam bir süre bıınıı anlayamaz, 'aydınlanma anı' bu kez geciktirilir. Uçak yolculuğunun en güzel vanı, bu tür oyunlara olanak tanırnası, düş gücünü zorlamasıydı... Ama şimdiye kadar tek ipucu ele geçirebilmiijti, o da genc adamın Istanbullu olduğu. Seçtiği sözcükler, kollarını kullanüji vb.. Oyunu büyütmek gerekmiyordu. Genç ve orta yaşlı adamın sohbetiyle bazen birbirinden farklı kişiler olduklarını söyletecek kadar yabancı ka lırken bazen de aralarındaki tüm fark belirtileri aniden törpülenir. Onu bir yer l den tanıyorum, diye düşündü. Bellegini zorladı. Tanıdığı kesindi de nereden? Çizgilerin keskin hatlannı bıılamayız. Sanki son bakışla rcssamınca silinmiijtir. Yeniden A. L. Küçük Akşam Müziği'ne dönersek, ihtiyar ama oldukça bakımlı kadınJarın bir törenekatılırgibiöyküyegırmeleriyleye mek sırasuıda bir ayinin parçaJanymış gibı ağır a&ır çatala, bıçağa uzanışlarını izleriz. Daha sonra gc> zümüz ıki kadın ve sonrası araya giren bir adamın koyıı bir ınasa sohbctinc kayar. Biri yirmisinde diğeri kırkındaki iki kadının anlatıldığı böli'ım, incc tasvirlcriyle öykünün içyapısını ayakta tııtar. Bütünüyle şiir den mcz.se dc şiirc bulanmış öykülerin kekremsi tadı, okuru başka ortamlara götürür. DuyguJarın kaygan, her an değişcn narcketliliği, her satırla konuşma sıra şından daha fazla clc avuca sı^dırılır. Uçünciı adam, ya da yazan, şunları söy ler: Sesleri, iki saz gibi öncc tek tek, sonra birlikte yükseliyor, dorukta buluştuk tan sonra yinc uvıltılarla bolıınuyorılu. Ara sıra susuyor, gölün hüzıinlü durgun luğuna dalıyorlardı. Ama sanki aynı dııvguyu paylaşarak: Cîöl zamanına göre bu akşamı. Yeni tanıştıkları bclliydi. Yinc de aynı kitabı ayrı dönemlerde, aynı co% kuyla okumuş, kurşun kalcmlc aynı satırlann altını çizmiş kışilere özgü bir sıı da^lık vardı aralarında. Ya da ayrı dönemlerde aynı erkeğe tııtulmuş, şimdi birbirlerinden habcrsiz onun paylaşılası gizlerini paylaşan kadınların sevgifiliği. YirmisindeKİ, sık sık gcriyc yüzüp kırk yaşın layılarına tutunuyordu; derken orta yaşlı, birdenbirc bulundugu o kıyıdan açılıyor, gölün ortalarında zamansız bir bölgedc yetişiyordu ona; sonra birlikte yüzüyor, gülüşüyor, su püskürtüyorlardı, ahaları yine cıvıltılara bölünüyor, ufalanıyordu. Sustuk ları sırada bile konuşabildiklerine göre ydlaı dır tanışıktılar bir anlamda. Hemen sonrası o üçüncü kişi de aralarına gülümseyerek katılır. Duygunun farklı iklimlerinde dolaştırılan kahramanların gı dişi, ustaca bir idareyle istenılen yerde dıır durulur. Sonra notalarla harfler, tckcr tekcr, usulca eridi. Camdan bakanlar, gölc bcmbe yaz vuran ayışığına da lıp gittilcr. Çıt çıkmadı." Mayıs 2003 Kıyıdan Açılmak DİDEM ÖZDEMİR aha konuşulacak ne kadar çok şey vardı, yazılacak ne kadar vazı, araya "ölüm" girdi. Demli çayların serinletici feranlı&yla sunulan edebiyat arkadaşlıkları da yarım kaldı. Fazlaca erkendi. Hastalığını ilk duyuşumuzla, son anı arasındaki zaman dilimi çokuzun olmadı. Kendimizi hazırlayamadık. Bizler onun son öğrencileriydik. Hem birer iyi okur hem de iyi katılımcılar olarak. Bize Türk ve dünya edebiyatının gelisimini sıkmadan, yonnadan, ezmeden anlatırdı. Zamanın nasıl geçtiğini anlamazdık. Her pazar günü önceleri BilgiHğirim de başlayan yazı atölyesi programı, sonraları heyecanla, evinde de devam etti. Her defasında bizi ilk defa görüyormuş gibi coşkuyla karşıladı. Yazı ile ilgili "gördüğü şeyler"i, "anlauıklarınr sakince aktardı. Önce uzunca bir edebiyat okuma listesi hazırlamıştı. Bir yazarın titizliği ve tedirginliği içinde ödevlerimizi takip ederdi. Program varım kaldı. Galiba sanıldığının aksine hayat programlanmaya hiç gebniyor. Henüz iiç kitabı inceleyebİJnıiştik. Hvinin salonunda ahşap orta ıızunluktaki bir masaya bizleri oturtur. Tek tek kitaplarla ilgili düşündüklerimizi sorar. Sonra da sigarasından derin bir nefes çekerek sabırla dinler, gozlcrimize bakardı. Yüreklendirir, onaylar, yazmaya teşvik ederdi. Pencereden tatlı tatlı esen rüzgâr, kedisi Siyami'nin araya girisleri, nııızipçe gülüşleriyle ders sonjanırdı. Bu pazar farklı olcıu. Evine gidemedik. Ders olmadı. Ölüm onu epeyce bir süredır yattığı nastanede kucakladı. Bu dünyadan kopardı. tnanamadık, isyan etrik. Şüphesiz "her ölüm erken ölümdür" ama, bize daha da erken geldi. Yaşamı karsılayışındaki savaşçılığını, sevdiği bir bölümü okurkenki zarifliğini, en ciddi konuları anlatırken ki ironisini, hatta kendi hastalığıyla bile dalga geçisini gülümseyerek izledik. Bizleri hiç üzmedi, kavgılandırmadı. Hastanede yatarken de yine, iyileşeceğine inandırdı. "lyileşeceğim ama ne zaman olduğunu bilmiyorum" demişti... Şüphesiz öykülerde aydınlanma anları hep vardır. Nasıl ve hangi sekilde kendini gösterirse göstersin. Bu bir öykünün nedenselliği, yazılma nedeni, iç gerçekliğidir. Tomris Hanım; öncelikle yazılan her bir şeyi daima, yazının bütününde taşıdjgı anlamla ilişkilendirirdi. Ona öykülerimizi göstermekte biraz da çekinirdik. Fazla tek bir sözcük bileistemezdi. Belki de buyüzden sıklıkla sorduğu soru sen bunu neden yazdın olurdu. Çiinkü onun için öykünün kurgusal yapısının sağlamlılığı çok önemliydi: Aydınlanma anları ve başlarda verilecek ufak ipuçlannın, yerli yerindeliği. Öykünün iç işleyişi sanki bir cinayet pfanıymış gibi disiplinli ve şiirsel hazırlanmalı. Başlangıç aynntıları gelişme bölümünde desteklenerek, aydınlanma anlannda doruğa tır705 D manmalıydı. Ancak o noktada anlattnın boğuntusunu, gerilirni rahatlama yaşayabilirdi. Bundan dolayı yazma uğraşındaki bizler için bir bölümü ya da bir sözcüğü neden tercih ettiğimizi bilmek, öykü işinin vazgeçilmez bir koşulu demekti. Hesaplanmadan yazılan her bir şey, kurgunun gidişkıi tökezletip etkisini dagıtabilirdi... Tomris Uyar, arada Çehov'un yazın kısalığının şıklığını hatırlatırdı. Bir de konusuz bile olsa yine de yazılabilecek o en değerli öykülerin niteliğini... Edebiyat dünyasında tartışmasız ayrı bir yeri vardı. Dili kullanışı; özenle seçilen sözcüklerin, anlatılan öykünün içinde tek tek öne çıkması ^eklinde degil, sanki renklerin bir resmin içinde yedirilmesi, o bildik tek rcnkliliğinden sıyrılması gibi öykünün DÜtünselliği için çeşitlilik sağlardı. Şimdi teker teker kitaplarının kapaklarını okuyorum, birçoğu imzalı. Bir ömiir için ne çok kitap, ne çok yaşamsal soru, ne çok çözüm denemeleri... Bir bakıma her bir kitap da, aslında yaşamsal aydınlanma anlarının sonucunda ortaya konmuyor mu? En büyük aydınlanma anımız ise ölüm oluyor! Bu kez, Sekizinci Günah, Otuzların Kadını, Aramızdaki Şey gibi daha pek çok kitap yazmış bir yazarı aramızdan alarak.. Bazılarımızın konuşmalarında hani iyileşecekti, neden böyle oldu sorularını duyuyorum, üzüntüyle, hazırlıksızca... Onu ses tonundaki sıcaklıkta, muzip, hiç büyümeyen çocuksu tavırlarında, paranın sağlayamayacağı şıklıktaki giysilerinde, vakur yürüvüşünde, kısa Kesilmis neşeli saçlarında hatırlayıp, bir kez dalıa yutkunuyorum. Belki ue en iyisi Uyar'ı, Edip Cansever'in dizelerinden görmek: Yok bir yanıtın "nereye" diyenlere / Bir buz titreşimi gibi sallantılı ve şaşkın / Ve çabuk bir merhaban vardır bir yerden gelenlere / Ü bir yerler ki, divelim çok uzak olsun / Sen gelmiş gibisindir oralaraan, otobüslerden / Yollardan, deniz üstlerinuen topladığın gülüslerle / Ben seni uzun bir yolda yürürken görmeaim ki hiç. "öykünün Kızı", bu kez yanına kendi öyküsünü de alarak kıyıdan açıldı. Öyküler onda kaldı, yazdıklan bizde. Sevgiyle ve elbette özlemle... • Tenunuz 2003 SAYFA 7 C U M H U R İ Y E T K İ T A P SAYI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle