25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

evvel deli. Ankara'ya, îstanbul'a gitmezdi. Düğünlerde çalar, on günü geçmez cvc döncrdi. Evimiz varlıklıydı. Kaynım, kaynatam vardı. Yokluk, yoksulluktan kaçmadım. Kapıları kilitler döverdi beni. Eltim, kaynanam alamazlardı elinden. Gözleri görmez ama, seni yılanın deliğindeolsannulur, çıkarır. Soluğundan tanır, soluğundan." AJtı aylık bebck bir zaman sonra ölür. Veysel artık evde dııramaz. Gezilerinden birinde Hafik'in Yalıncak Tekkesi'ne uğrar. Tekke hizmetini gören Gülizar, onunla ilgilenir. AyakJarını yıkar. Cıülizar'la orada anlaşır, daha sonra evlenirler. Veysel, 19i 1 yılının 5 Kasım'ında, Sıvas'ta, Ahmet Kutsi Tecer ve arkadaşlarının düzenlediği "Halk Şairleri Bayramı"na katüır. Kişiliği, türkü seçişi, yorumu ve saza uyarlayışı ile ilgiyi çeker. Tecer, politik engellcmeler yüzünden bu bayramı bir dana yapamadığını yazar. İ931 'de ilk kez avdınların önüne cıktığında "âşık" değildi. Türkücüydü. Ama, Emlek Yöresi'nin yüzyıllardır sızma bal gibi biriken türkülerini söylediğinde, aydınlar büyük bir şaşkınlığa uğradı. Onlar, Osmanlı döneminde yetişmişti. Ve Osmanlı'ya göre köylü Türk'ün hiçbir kültürü, hiçbir varlığı ve güzelliği olamazdı. Peki bu pırıl pırıl ortaya saçılan ve bitmez tükenmez bir gizli hazine gibi akıp giden neydi? Orada ük kez, Osmanlı kültürü kökenli aydınlar büyülendi. Anadolu'nun toprakla öıtülü ruhu idi bu, gün ışığına çıkan. Onun sesinde, kültürümüz ilk kez Tanrı'nın huzuruna çıkmıştı. Şu türküleri söylemişti o gece Sıvas Lisesi'nde: Seherde ağlayan bülbül Takdirden gelene tedbir kılınmaz 13iri Şemsi biri Kamer ill'Elif Ne ötersin dertli dertli Mecnunum Leyla'mı gördüm O geceyi düzenleyenlerden biri, (daha sonra Güzel Sanatlar Genel Müdürü), 1968 ydlannda Ankara'da komşumuzdu: "O gece Âşık Veysel'i dinlemeliydiniz. Bir çağlayan gibiydi. Hepimizi öniine kattı sürükledi. O giine kadar aldığımız bütün kültür, bütün müktesebat altüst olmuştu. Şaşırmıştık. Anadolu'da böylesine bir kültür, biz aydınlardan habersiz nasıl oluşmııştu?" 193 l'ue Sıvas Lisesi'nde öğrenci iken Veysel'i tanıyan Cahit Külebi, daha sonra şunlar söylüyor (Cumhuriyet, 17 Şubat 1986): "Veysel bir bakıma Inönü'ye benzerdi. Onurlu, dengeli, yaptığı işi iyi bilen bir kişilikti. Çok saygındı. Ne para, ne şöhret onun kişiliğini etkilemedi. Dost ahbap canlısı, iyimser, yaratıcı bir büyük adamdı" Eğer Cumhuriyet olmasaydı, Âşık Veysel de Emlek'teki diğer türkücüler gibi yasayacak ve scssizccbıı dunyadan göçccekti. 37 yaşından sonra, onu şiire yönlendiren, yureklendiren işte bu Cumhuriyet esintisi ve ayduılanydı. Zaten ilk şiirıni de bu coşkıı içınde, Cumhuriyet'in onuncu yılı kutlamaları için vazmıştı. Bu şıirde, daha çok din sömürüsünü konu eder: Şeriatı düşündüler ^erctler Bir takım mıllete fcsat verdiler "...1933'te bir Cumhuriyet Destanı yazdım. Bu destanı, bir de Ankara'ya varıp, Atatürk'ün huzuruııda okumaya karar vcrdim. Çorum, Yozgat, Çubuk yolu ile Ankara'ya geldik. Yolculuk zordu. Bir gün,KayseriKırşehirarasındabiryazıya düştük gidiyoruz. Arada bir sürü davar yayılıyor. Davara yaklaşıyoruz. Hav diyerek üv köpek bizi çcvirui. lbrahim (yol arkadaşı) korkusundan oldıığu yerae kaldı. Ben sağa sola taş aramaya bakıyorum. Ayağımı sürterek arıyorurn. Hemen ayağuııa bir taş takıldı. Korkuyorum, eğilirCUMHURİYET KİTAP SAYI 684 Flkret Kızılok ve A$ık Veysel blıilkte. Anadolu'mın ruhu sem köpekler başıma çöker diye. îbrahim yanımagelerek bana sarıldı. Sonunda çoban yetişti..." 1933 yılı Haziran ortalarında yola çıkıvorlar Yazı yollarda geçiriyorlar. Eylülde Ankara'ya varıyorlar. "Destanı Atatürk'eokuyacak, mükâfar alacaktık. Fakat, bütün gayretlerimize rağmen, ilk günlerimiz hüsran ıçinde geçti. Nerede ise aç bile kalıyorduk. Isa Hacı Köyü'nden Hasan Efendi isminde birisi bizi evine alarak, iki ay misafir etti. Ona, Ankara'ya çalıp çağırarak para toplamaya gelmediğimızi, uestanımızı Atatürk'e okumak için geldiğimizi anlattık. Bunun üzerine Hasan Efendi 'Benim tanıdığım bir mebus var. Ona, meseleyı açayım, belki derdinize merhem olur' dedi. Ertesi gün mebus geldi. Bize köyümüze dönmemizi tavsiye etti. 'Bu gibi şeyler burda sökmez' dedi. Eakat, bizim sazımı zı ve destanı dinleyince 'Dunın bakalım, belki bir şeyler yaparız. Hâkimiyeti Milliye'deki bir mebus arkadaşıma işi açayım' dedi. Fakat, iki gün sonra, bu gibi şeylere vasıta olamayacağını haber verdi". Cumhuriyetin o coşkulu onuncu yılında, milletvekilimizin coşkusuzluğuna, küçücük hesaplanna bakın. Şiirden çekiniyor, halk türküsünden çelciniyor, yobazlığa karşı çıkan sözlerden çekiniyor. Politik içerikli düşünceden çekiniyor. Karanlığı, sessizliğı seven çekingen bir bö cek gibi kuytusunda yaşamak istiyor. Bir de öngörüsüz ve anlayışsız. Karşısına Türk kültııriinün en yüce doruklarından biri çıkmış, onu sezemiyor. "Bu gibi şey ler sökmez... vasıta olamam' diyor. za dönelim: "Biz kara kara düşünmeye başladık. Sonunda yatağımıza girip yattık. Gece yarısı oknuş, hâlâ uyuyamamıştım. Aklı ma bir fikir gelmişti. Hemen, Ibrahim'i uyandırdım. 'lbrahim dedim. Yarın biz kalkıp Hâkimiyeti Milliye gazetesine birlikte gidelim' Ertesi sabah, erkenden yola çıktık. Sazımızın tellerini degiştirmek için çarşıya doğnı yollandık. Sırtımızda, köyümüzün dokumasından yapılmış ceket ve şalvar vardı. Bizi bu kıyafetle çarşıya girerken gören bir polis yolumuzu kesti. 'Bu luyaretle çarşıda dolaşmak yasaktır' dedi. Çarşıya girmemize mani olmaya çalıştı. Ne ise bir kolayını bulup, lbrahim gitti, çarşıdan yeni bir tel aldı geldi. Sonra da I lâkimiyeti Milliye gazetesini arayıp bulduk. Bu defa da kapıcı yolumuzu kesti. Zorla, içeriye bir haber gönderebildik." Kapıcı, polis... nedense hep yoksula musaılat olur. Ormandaki ağaç nasıl sızlanırmış: "Ah! Ben o baltayla başa çıkardım, ama sapı benden olmasa!" Gözleri görmeyen bir insantn, üç ayda, bütün bir memleket coğrafyasını yaya yürüyerek geldiği "Giizel Ânkara"da ve tam da "Imtiyazsız sırufsız kaynaşmış bir kütle" olduğumuz sırada bir polis tarahndan Ulus Meydanı'na sokulmayışı... Âşık Veysel, ömür boyu, polislerden, yaverlerden, emirberlerden zorluk görür. Adana'da bir garson, onu lokantaya almak istemez. lstanbul'da da bu tür kişilerle başı derttedir. Bir keresinde îstanbul Radyosu'nda "Seherdeağlayanbülbül"ü söyle Adamdaki, yücelikten, aydınlıktan çekinme ilginç... Onuncu Yıl coşkusuyla, gözükapalı.altı yüz kılometrelik yolu yaya aşıp gelen köylüdeki heyecana bakınız, bir de onun Ankara'daki temsilcisine... îşte bu üplerin kılavuzluğudur ki bizi, 1933'ünaydın1 ığ ın d an 2000'lerin karanlığına getirip bıraktı. Bu büyülderimiz için ne söylesek, kahrımızı ve yangımızı söndüremeyiz. Aşığımı "BüzelAnKara" mektedir. O sırada Atatürk, Dolmabah çe'de sofrasındadır. llgilenir.Bu söyleyenin getirilmesini buyurur. Âşık Veysel, türküsü bitince, Cîalata'da kapıcı bir hemşerisinin evine gitmiştir. Arar tarar bulamazlar. Ertesi gün arandığını öğrcnir. Arkadaşı îbrahirnle Dolmabahçe ye gider, durumu anlatırlar: "Bize yol verdiler. Alt kata vardık. Tabi orda ua oturanlar, paşalar, şunlar bunlar. Sonunda yaver bize 'o bir zevk zamanıymış. Malum ya şimdi çalışma zamanı. Haber veremem' Jedi." Türk ulusunun çağlar boyunca, yetiş tirebildiği iki değerli adamın birbirini görmesini, tanışmasını bir yaver önler. Âşık Veysel'in içinde ölene kadar bir yara olarak kalmıştır bu. Artık döneceklerdir. Ama yaya değil de trenle dönmek isterler. Biri, onlar için belediye reisine bir kâğıt yazar. Reise giderler:' Reis sorar: • Siz buraya nasıl geldiniz? Yürüyerek Öyleyse yürüyerek gidersiniz. Hadi yallah. Valiliğe giderler. Polisler bunları kapıdan kovalar. Sonunda Halkevleri Genel Merkezi, verdikleri bir konsere karşılık, tren bile tini alır. Artık, ünü hızla butün ülkeye yayılır. Gramofonun bulunuşu, radyo yayınlarının başlaması, onun sesini her yana duyurur. $iirlerini toplayan ilk kitap (Deyişler) 1944'te Halkevleri Genel Merke zi'nce yayunlanır. 1942 1946 yılları arasında Köy Ens titülerindc saz öğretmeni olur: Sırasıyla Arifiye, Hasanoğlan, Çifteler, Gölköy, Pamukpınar, Akpınar Köy Enstitülerinde öğretmenlik yapar. Oralarda Saba hattin Eyuboğlu, Ruhi Su, Yaşar Kemal...gibi aydınlarla dostluk kurar. Onu, Hasanoğlan Köy Enstitüsü'ndeyken gören Yaşar Kemal, şöyle anlatır. "... İlk yıllarda Hasanoğlan, yapmanın, yaratmanın bir sevinç sakımasındaydı. Veysel de bu şakımayı iliklerine kadar yaşadı. Ben Veysel'i o yıllarda tanıdım. Sevinçli bir şakımadaydı. 'Karacoğlan da böyle şakır mıydı' diye sordum Veysel'e. On ce anlamaz gibi yaptı. Sonra birden giıldü. Uzun güldü. 'Karacoğlan böyle şakıyamazdı fukara' dedi. 'Onun Hasanoğlan'ı yoktu' dedi." Enstitü bir kovana mhaldir Her türlü çıçekten alır bal yapar Yurdumuz ıçinde doiru bir yoldur Memlekete kanat takar kol yapar Mahmudıye Hamtdıye çifteler Enstitü köylere yapacak neler Bu toplu fıkırle dağları deler Kimisi makirte kimı bel yapar Aşık veysel $atıro0lu, A$ık Kücük veysel (ellnde saz tutan), A$ık All Izzet özkan, 1941. Ankara. veysel esl Gülizar İle (yanda). SAYFA 5
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle