29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

nıç'ın tonunu uzaüyor, çeşitliyor. Rilke için kullanılmıs olan "messianic söz" kavramı beni öteden beri kurcalamıştır: Insan'dan gelen, gene de insandan gelmiyormuş izknimi uyandıran bir kelâm türü. Şairin pek az şeyi anlayabildiğini, ama her şeyi fark edebileceğini düşünüyorum. Yapı konusuna gelince: "Sarnıç" yalnızca temalan duyuruyor olabilir. "Opera"nın yapısını birkaç kelimeyle açıklamam söz konusu değildır. • "Koma Provaları"nın üzerinde çok çalışmadım, bazı tekrarları bile göze aldım. Ham olan ile bire bir ilişkide kalmak daha fazla sardı burada beni. Ham olanda has olanın payı yüksek. Gelgelelim, bunun genel olarak şüri üzerinde çalışan birinden gelmesi önemli. Deneysel metinleri hep yüksek mesai ile kotardım oysa. "Koma Provaları", tam tersine, denetimin elden geldiğince düşük oranda tutulduğu bir bütünlük. Olağandışı hallerde yazildı o metinler. Bir bakıma esrikotomatik yazı ile. Bir dizi karabasan ve yazıldıklan dönemin beni kurcalayan bazı motifleri iç içe geçtiler. Tonun farklılığı, mesafenin daralrnasındandır. Daha benmerkezli şiirsel parçalar var bu kitapta. "Opera"nın ilk kıvılcımı 1974'te çıkmıştı; ilk yazma girişimleri 197980'de geldi, kesin yazıma 1985'tebaşladım. 12 bölümlük çatı, başladığımda hemen hemen hazırdı. Geçen süre içinde bazı bölümlerin sırası değişti valnızca. Her bölüm için binlerce sayfalık belge okumam gerekiyor, onlan fotokopiler halinde dosyalayıp öyle çahşıyorum. Fetihle ilgili bölümler için örneğin, tam bir Bizans ve Fatih dönemi uzmanı kesildim, hatta tarihçilerin yanlışlarını bulmaya başladım. • Bazı bölümler için özel yolculuklar yapmam gerekiyor. Firnas'la ilgili olarak Endülüs'e, 1789'la ilgili olarak Devrim Hapishaneleri'ne gittim. Ovidius'un doğduğu köyü görebilmek için Italya'nın ortasında kaybolmayı göze aldım. Bunları biraz da şunun için söylüyorum: "Opera"yı neredeyse hayatımın gölgesi kıldım yıllardır, bir tek masabaşında yazarken oluşan bir kitap değil o, beni zamanın ve coğrafyanın uçlarına savuran anlamlı bir uzun yolculuk da. Tek dileğim, onu bitirmeye hak kazanmak. Tuhaf, neredeyse batıl bir istek bu. Kaç yıl çalışmam gerektiğini bilmiyorum üzerinde, ne kadar gerekecekse o kadar çalışacağım, anlaşuan bana bir de uzun ömür gerek. • Yazı adamı, anadilindeyarattığı.yarattığını umduğu ya da sandığı iletişim serabına inanmak üzereyken harflerin tanıdığı tanımadığı bambaşka dillerde karşılığını bulma olanaksızlığını keşfedince yeni bir çöl açdıyor önünde. Herkes gibi ben de deneyimden, deneyimlerimden söz etmiş olmam gerektir; oysa deneyime inanmıyorum: Her yeni deneyim bizi ilk oluşu ile zedeliyor, öncekilerin geçerliğini siliyor, deneyim depomuz olsa olsa her seferinde yanıldığımızı göstermeye yarıyor. "DoğuBatı Dîvanı" onu yayın açısından öncâeyen "Opera 14004" ile birlikte, son on yılımı kaplayan iki ana kitaptan biri oldu: Mahut "Otuzbeş Yaş" dönemecinden başlayarak 45'ine çıkan (ya da inen) merdivenin basamaklarından birlikte geçtik. Genişçe bir zaman dilimine yayüıyorsa bir yapıt, onu kuran kişinin ağır ağır kanını kurutuyor, gövdesindeki her organın neredeyse özsuyundan az ya da çok çekiyor. Böyle koyacak olursam, artılanyla eksileri iç içe jgeçiyor "Dîvan"ın: Orda benim iş, ustahk, beceri kazanışımın izleriyle ehlileşimin, bir tür yabanıllık yitiminin izleri kaynaşmış olabilir, diye düşünüyorum. Yaş alırken; iyi çalışrmş, işimize kendimizi gereğince vermişsek kazanımlanmız olur; aynı anda, elimizde olmaz ki: Tazeliğimiz sıvışır gider, onu tutamayız. Bu on yıkm bana böyle bir deCUMHURİYET KİTAP SAYI 653 neyim kazandırdı, bir sonraki deneyimim yalanlayana dek onunla oyalanacağım demektir. Kalıyor, kitabın nereye ait olduğu sorunu. Bu şiirler değilse bile onları nazırlayan başkaları daha önce Batı'da ve Doğu'da yayımlandığında, Roma'daki ve Tahran'daki okurlardan duyduklarım şaşırttı beni: Tıpatıp aynı cumlelerdi: Batı'nın şiir tekniklerini özümsemiş bir Doğulunun dünyası. Anlaşılan, bir tek kendi ülkemde yabancı sayuıyorum, sayıldım bugüne dek. Ama kimler tarafından diyeceksiniz, onu biliyorum işte. "DoğuBatı Dîvanı", biraz da tamamlanması uzun sürdüğü için olmalı, hem genişçe bir coğrafyaya, hem geniş bir zaman alanına yayılan şiirler içeriyor. Za man, coğrafyanın içinde büyük kültür göçleri yaratmış, vaşîı kıtalarda her şey iç içe geçmiştir. Kültür ortaklığı, dilin yaratabüeceği çeviri olanaksızlıgını biraz olsun hafifletmez mi? "Pasaport"un üç yabancı dile çevrilmiş olması, umut verici bir işaret olarak görülebilir belki. • Bir kitap bize "içindekiler" ile ulaşır, ama, bir de "dışındakiler"e yakın ya da uzak bağlan söz konusudur. örneğin ben "Kanat Hareketleri"nin yazarı değil de okuru olsaydım, şairin tavsiyesine uymaz, gidip Arkeoloji Müzesi'ndeki Ağlayan Kauınlar Lahdi'ni de okurdum. Öyle ya, bir lahit okunmasın! ? Tekboynuzlu haülarının, StaeTin resimlerinin röprodüksiyonlarına ulaşmanın yolunu arardım. Cem'in gazellerine, Karacaoğlan'ın türkülerine, Louise Labe'nin sonesine ne yapıp edip sıçrardım. îlle de böyle mi okunur "Kanat Hareketleri?" Elbette tek okuma yolu değildir bu. Pekâlâ "içindekiler"le de yetinilebilir. Her iyi okurun, eline aldığı kitaba kendine göre hakkını verme biçimi farklıdır. Okumanın, tıpkı yazmak gibi değişik yoğunluk, irtifa, rakam deııklemleri vardır, çeşitli tabakalar, katmanlar ile karşılaşılır bu bağlamda. "Endülüs Şiirleri"ni yazdığım sırada, hem Lorca'nın şiirleriyle okur olarak, hem kendi şiirlerimle yazar olarak, bir soruyla yüzleşmiştim: Bu şiirlere yaklaşmak için Endülüs'ü görmüş olmak gerekli midir? Hayır demek doğal, kolaydır, bir yanım hayır diyor nitekim. Öteki yanım "acaba" demeyi sürdürüyor hâlâ. Bir şiir, bir kitap okuru bu eşiğe kadar kurcalayabilir, kanırtabilir. "Seyrek Fırsat" başlıkb denememi bitirebilirsem, şiirin 'gelme ânı' üzerine daha derli toplu söyleyebileceğim düşüncelerimi. Ama o nali kesin biçimde tanımlamak elde midir, bilmiyorum. Dünyaya ve hayata karşı mesafem oynar. Bir eksen kayması diyebiliriz belki buna. Eskiler, dört unsurun gövdemizin sağlık dengesini, genel ayarını kurup bozduğuna inanırlarmış: Safra, kan, balgam ve sevda. Şiirin çıkışında bu maddesel ayarın belli bir çözülüşü etken olabilir. • Bilgi dediğiniz, her durumda eksik, kısıtb olan birşey. Kişi, ne yapıp edip, işinde irrasyonelin, ani ve belirsiz olanın, ham ile olgun arasındaki dengenin payını korumalı. Şairin en önemli yanı bilge ^ yanı değü hayvan yanıdır. Böyle bitirelim. Bundan sonrasına söz zor yetişir zaten. • Bu kolaj 1978'de Yavuz Çekirge'nin (Oluşum), 1979'daSelim Ueri'nin (Dünya), 1985'te liürgün'ün, 1986'da Hulkı Aktunçve Cevat Çapan'ın (llürriyet Güsteri), 1987'de Enver Ercan'ın (Cüneş), 1991'de Orhan Kahyaog'lu ve Celal Gözütok'un (Sombahar), aynı yıl Mettn Sever'in (Cîasteri), 1996'da Musta/a Durak'ın (Cumhurıyet Kitap), 1997'de Füruzan'ın (Cumhuriyet Kitap), 2000'dcAyla Erdinç ve Ahmet Alptekin'in (Cumhurıyet Kitap) ve 2001de îhsan Ydmaz'ın (Hürriyet Gösteri) Enis Batur'la yaptığı sayleşılerden seçilmiş parçalarla oluşturulmuştur. ESRA ERMERT e Rilke'nin yalnız ve izole panteridir "kör kör parmağım gözüne", ne de Necatigil'in zebrasıdır EB'nin şiir serüveninde binbir yüzle karşımıza çıkan bukalemun. Binbir renge bürünen bir bukalemun da değildir karşımızdaki; binbir yüze bürünebilen, tanınması güç bir benliktir o. Seksen iki farklı hayvanın kendini gösterdiği on yedi şiir kitabında anlatıcı, anlatılan, benzeyen, benzetilen ilişkisinde önemli bir yer tutar hayvanlar. Bu on yedi kitaptaki şiirlere dağılmış ve sözü geçen seksen iki nayvanı bünyesinde barınaıran dört yüz on beş cürnle var. Dile gelmiş, dile gelmeye çalışan hayvanlar, Cins isim oluşlarını bir yana atıp, sıyrılıp, soyunup dökünüp, klişelerden arınıp Ahtapot, Akbaba, Anka, Akrep, Alabalık, Alakarga, Alpaka, An, Aslan, At, Atmaca, Aygır, Ayı, Balık, Baykuş, Bit, Bofia, Böcek, Bukalemun, Butimar, Bülbül, Ceylan, Çakal, Çalıkuşu, Çekirge, Çıngıraklı yılan, Çıyan, Çöl faresi, Doğan, Domuz, Dudu kuşu, Ebabil, Eliomys melanurus, Engerek, Fare, Fil, Güvercin, Horoz, Hüthüt, İnek, tpekböceği, Ispinoz, Kaknus, Kaplan, Kaplumbağa, Karabatak, Karea, Karınca, Kartal, Keçi, Kedi, Kelebek, Kene, Kensigton tazısı, Kertenkele, Kırlangıç, Kısrak, Köpek, Kuğu, Kumru, Kunduz, Kurbağa, Kurt, Kuş, Kuzgun, Mamut, Martı, Midye, Mürekkep talığı, Ördek, Örümcek, Papağan, Pavurya, Penguen, Pervane, Peygamber böceği, Pire, Puhu kuşu, Saka, Saksağan, Salyangoz, Samur, Semender, Serçe, Simurg, Sinek, Sülük, Sülün, Şahin, Tarantula, Tavşan, Tay, Tazı, Tekir, Tilki, Vampir, Vatos, Yarasa, Yengeç, Yılan olmak isteyen hayvanlar. N Bukalemunu ters yüz etmek me sevdası, onlara ayrı ayrı yaşamlar kurma arzusu ve inadıdır devinmesinin, dönüş(e)me(me)sinin kaynağı. Huzursuz bünyedir göçmen kuşun yüzüyle uçmak ve gitmek isteyen. Yazgısı yersizliktir. Tüm yerler ona ait ama o hiçbir yere aittir. Göçmen kuşu gidemedîğinde, göçemediğinde varofamaz. Ancak niçbir göç de aidıyet getirmez kuşun ardına gizlenen bünyenin umduğu üzere. Her göç bir sonraki göçün ön nazırhğıdır. Kırnliğin göçmenüği başka başka yaşamlann içinde varolabilme, dolayısıyla başka benlerine yaşam alaru yaratabilmenin koşuluysa da her göçün sonunda geride kalan yaşama / Den"e duyulan özlem, bünyenin "verleşikliği" ile tezat yaratıp acı üretmektedir. Göçmen kuş bir yerden bir yere giderken kendini kandırıvordur belki de, gittiği yere ait olduğu duygusuyla, coşkuludur. Vardığında yüzlesir yersizliğiyle, coskusu söner. Bir sonraki durağa ya da geldiği yere döneceği duygusu kamçılar yola çıkışını. Bütün göçmen kuşlar, yüksek kuşları, uçurum kuşfarı yalnızdır. Hayatta kalma mücadelesidir göçmen kuşlann verdiği, gitmek hem direniş hem de teslimiyettir. Direniştir hayatta kalmak için verilen, teslimiyettir yazgıya. "Kuş" oluşu söyledikleri anlaşılmadığı için, "kuş' oluşu gidebildiği ama her istediğinde aynı yere dönebilme ihtimali olduğu için. Balıkta suskunluğu, içe kapanmışlığı çıkar su yüzüne. Baykuş olur gecelerde, düşünür kara kara, gamlı. Gözleri büyük baykuşun ama göremez olur aynı bünye yarasa yüzüyle. An gibi çalışmak, an gibi renk renk çiçeklere konmayı isterken, kedi gibi yatağını, döşeğini bilmek ister ya bir mangal altında ya da bir cam önünde. Akrep içinde biriktirdiği ağunun acısını en fazla duyandır. Öfkelidir. Sabırlıdır, zamanını beklemektedir. İçinde kaynayan ağu ve öfke ile sabrı ve suskunluğu çatışır durmadan, Ağuyu dışarı atmak isteyişi ondan kurtulmak isteyişindendir. Ama içindeki her gün daha da biriken ağuyu yaşamının sonuna kadar dışarı atamama ihtimalidir öfkeli ama sabırlık yapan akrebi. Yaşamını içindeki zehri akıtamadan noktalamış akrep yok mudur? Asaleti, "doru"luğu, enerjisidir bir atın bedeninde vücut bulan. Yabani doğasında gezgindir, yersizdir. Bir attır, bir atlıdır. Çöllerde "arayan"dır mevlasını ya da "Leyla"sını. Yol abr kan ter içinde. Vuslata yürür, dağlar aşar, yılları biriktirir. Sevildiğinde ehilleşir doru bir at. Kul köle olur kapısında, bekler, yükleri omuzlar, yoldaş olur, sırdaş olur. Yiğittir avrat ve silahla bir bütün olmuş. Merttir, erdir. Güçtür, güçlüdür. Hükmeder. Cenk meydanında atılır ileriye düşünmeden. Onsuzluk eksikliktir. Onsuz eksiklidir atlı. Vurulması gerekir yara aldığında. İzleri onarılmaz, nepten yok olmaz hiç olmamış gibi. "Samsa"laşırken siyan Dİr ya da binlerce böcekte, kapanırken, kabuğunu örtmüşken midye, kafasını çekivermişken karanlıklara, kuytulara safyangozdur. Içi dışı bir değildir. Sert kabuğu Dİle koruyamaz zaman zaman kırılgan bünyesini, bilmediği yollara girdiğinden yarıklar, delikler açılır sert yüzünde. Narin ama sabırlı bir örümceğin elinde ilmek ilmek yürüyen bir oyadır hayat. Öfkesi örümcek yüzünü hatırlatır ona, denge bulmak zorundadır bu bölünmüşlükte çünkü. Paramparça olmuş benliğinin yüzleriyle "öteki" gibi karşı karşıya geldiği, çatıştığı ya da karşı karşıya gelmekten kaçındığı kocaman bir jungle EB'nin şiiri; kuytu bir sokak köşesinden, bir ağacın dalından, su kenarlarından, denizin iyotundan, bulutlu göklerden ya da sarp kayaların ardından, loş yeraltı yollarından, "kurtların" eline geçmiş geceden, gündüzün ışığından, yazdan, kıştan, ku zeyden, doğudan ama her an karşımıza çıkıp "içimizdeki koridorları" düğümlüyor. • SAYFA 13 Kuştan akrebe, balıktan ata geçişlerdeki benlik karmaşası ve/veya benlik arayışı şairin bir bedende taşıdığı farklı benlerin varoluşunun farklı yüzleri gibi algılanabilir. Bir okur olarak böyle algılıyorum ben de diyebilirim. Tuz buz olmuş bir ayna karşısında duran özbeninin her Dİr parçacıkta bir başka yüzünü gör Metamorfoz biinye
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle